y BAHÇEYAZI / Gümüşlük Akademisi Edebiyat Evi / James Joyce - Ulysses / Dublinliler / Sürgünler

Ulysses

ulysses-kafka ulysses-norgunk ulysses-yky James Joyce Ulysses'i ilk kez, 1906 yılında Roma’da bir bankada çalışırken Dubliners’a eklenecek bir öykü olarak düşünmüştü. Bu öyküyü hiçbir zaman yazmadı; bunun yerine 1914’te roman olarak yazmayı tasarladı, aynı yıl içinde de kitabı yazmaya başladı. Roman 1921 yılında tümüyle tamamlandı. Ancak, Mart 1918’de ABD’de çıkan Little Review dergisinde dizi biçiminde yayımlanmaya başladı; Joyce bir yandan yazarken bir yandan da yazdıklarında değişiklikler ve düzeltiler yapmayı sürdürüyordu. Roman, dergide yayını sürerken, yapılan bir şikâyet üzerine "müstehcen" olduğu gerekçesiyle 1920’de yasaklandı ve yayını durduruldu. Kitap Birleşik Amerika'da ancak 1934'te bir yargılamada aklanmasından sonra yayınlanabildi. 1922’de ise Joyce’un yaş günü olan 2 Şubat’ta Paris’te Shakespeare and Co. kitabevinin sahibesi Sylvia Beach’in çabalarıyla özel olarak yayımlanabildi ve İngiltere ve Amerika'da el altından posta yolu ile belirli kişilere dağıtıldı. Ulysses’in aslına uygun olarak hataların düzeltilmiş hâli, ancak 1984 yılında basılabilmiştir.
Türkiye'de romanın Türkçe'ye ilk çevirisini Nevzat Erkmen 1995'te tamamlamış ve Ekim 1996'da Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Bu yayınevi tarafından 2022 yılı itibariyle 25 baskısı yapılmıştır. Roman Türkçe'ye ikinci kez Armağan Ekici tarafından çevrilmiş ve bu çeviri de Kasın 2015'te Norgunk Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Üçüncü çeviriyi ile yazar Fuat Sevimay yapmış, onun çevirisi de 2019'da Kafka Kitap tarafından yayınlanmıştır.
Ulysses iki cilt, üç kısım ve her biri benzersiz bir edebi üslupla anlatılan, günün yaklaşık bir saatini kapsayan 18 bölümden oluşmaktadır. Roman 16 Haziran 1904'te sabah 8'de başlar ve ertesi sabah saat 2'den hemen sonra biter. Çoğu, iç monolog, diyalog ve kendi kendine konuşma gibi tekniklerle tasvir edilen karakterlerin zihninde gerçekleşir. Joyce her bölümü Homeros'un Odyssea destanında anlattığı bir bölüme karşılık olarak düzenlenmiştir. Ancak her bölümde belirli bir renk, belirli bir sanat veya bilim ve bedensel bir organa atıfta bulunacak şekilde yapılandırılmıştır. Ulysses'in karakterleri, Odysseus'ta temsil edilen 1904 Dublin'inde yaşayan gerçek insanlardır. Odyssea'da sözü geçen Penelope ve Telemachus, Ulysses'te Leopold Bloom, eşi Molly Bloom ve Stephen Dedalus karakterlerinde somutlaştırılmıştır. Romanın karakterlerini Homeric modelleriyle karşılaştırmak için ironi, parodi, hiciv ve komedi de dahil olmak üzere mizah kullanılmıştır. Joyce, ayrıca eserde anlatılan olayların geçtiği yerlere dair bilgileri çok ayrıntılı bir şekilde düzenlemiş ve bu düzenlemeden yola çıkılarak Dublin'in gerektiğinde yeni baştan ve sıfırdan inşa edilebileceğini ileri sürmüştür. Romanın toplam 45 sayfa tutan 18. bölümü Odyssea'daki Penelope'nin karşılığı olan Bayan Moly'nin bir monoloğundan oluşur ve toplam olarak sekiz cümledir. Noktalama işaretlerinin de olmadığı bu cümlelerin en uzunu ikinci cümledir ve 9 sayfa süremketedir, 332 satırdır.

James Joyce - Dublinliler / Sürgünler,

Dublinliler

James Joyce - Dublinliler James Joyce - Dublinliler James Joyce - Dublinliler Dublinliler, ilk kez 1914'te basılan, 20. yüzyılın başlarında Dublin ve çevresindeki İrlandalı orta sınıf yaşamının doğal bir tasvirini oluşturan 15 kısa öyküden oluşan bir kitaptır. İçinde yer alan hikâyeler İrlanda milliyetçiliği ve ulusal kimlik arayışı zirvedeyken yazılmıştır. Joyce, İrlanda'nın ruhsal kurtuluşunda ilk adım olarak bu kimliğe bir ayna tutmayı amaçlamıştır. Hikâyeler Joyce'un bir aydınlanma fikrine (epiphany) odaklanır: Bir karakterin hayatını değiştiren bir kendini anlama veya aydınlanma yaşadığı bir an. Dublinliler'deki karakterlerin çoğu daha sonra Joyce'un Ulysses adlı romanında küçük rollerde görünür. İlk hikayeler çocuk kahramanlar tarafından anlatılıyor. Daha sonraki hikayeler, giderek daha yaşlı insanların yaşamları ve endişeleriyle ilgilenir. Bu, Joyce'un koleksiyonu çocukluk, ergenlik ve olgunluk olarak üçe ayırmasıyla uyumludur. Kitap farklı tarihlerde Türkçe'ye farklı çevirmen ve yazarlar tarafından çevrilmiş ve farklı yayınevleri tarafından yayınlanmıştır.

Dublinliler on beş öyküden oluşur. Murat Belge’nin de söyledi gibi birbirinden bağımsız olarak okunacağı gibi birbiriyle tematik bağlam kapsamında da okuma gerçekleştirilebilir. Joyce her bir öyküde İrlandalı olma hali ve bu kültüre ait kavram ve davranış kalıplarından bahseder. Dinin toplum ve bireyler dünyasındaki sıkıştırıcı, baskın ve kuşatıcı etkisi, birey olma-olamama kararlarındaki sancılı süreçler, kaçma-kaçamama ikilemleri, toplumdaki kısa sürede sınıf atlama isteği ve bu uğurda her şeyin yapılabilecek oluşu, öfkeli, hayal kırıklığına uğramış toplumsal değerlerin sarsılmış ve genel olarak bir tür çürümenin olduğu temalar dikkati çekmektedir.

Dublinlileri’ yayıncasına gönderdiğinde öyküler üzerinde değişiklik yapmasını ister. Ancak James Joyce buna itiraz eder : “Niyetim ülkemin ahlak anlayışının tarihi üzerinde bir bölüm yazmaktı ve Dublin’i olayların geçtiği sahne olarak seçtim, çünkü o kent bana felç olmuş insanların kenti gibi görünüyordu. İlgisiz kamuoyuna çocukluk, ergenlik, olgunluk ve sosyal hayat başlıkları altında bu çöküşü sunmak istedim. Öyküler bu sıralamayla düzenlenmiştir. Üzerinde titizlikle çalışılmış art niyetli bir biçemle kaleme aldım. Bu sıralamayı değiştirmeye, hatta gördüklerini ve işittiklerini bozmaya yeltenecek kişinin çok cesaret sahibi biri olduğu inancındayım” (Ellman,1966 cilt II:134).

Joyce, gelen baskılar üzerine küçük birkaç değişiklik yapmayı kabul etmiş ama başlangıçtaki düzeni de büyük ölçüde korumuştur. “Boyun eğmediğim noktalar öyküleri birbirine perçinleyen noktalardır. Eğer onlara dokunsaydım, ülkemin ahlak tarihini nasıl ortaya koyardım? Bunları muhafaza etmek için savaşıyorum çünkü yazdığım kitabı tam da benim düzenlediğim biçimde düzenlemekle ülkemin ahlaki özgürlüğü için bir adım atmış oluyorum”. (Ellman,1966 cilt I: 62-63).

Joyce, belli bir zihinsel tasarım çerçevesinde bu öyküleri yazmış ve bu şekilde okuyucusuna ulaşması bakımından ısrarcı olmuştur. Genç yaştaki joyce’ın ilk kitabı olması ve böyle bir kararlılık içinde yazma düşüncesinde bulunması oldukça ilginçtir.

Önemli Joyce eleştirmenlerinden Charles H. Peake (1980:2) bu zihinsel tasarımın alt başlıklarını şöyle özetliyor: “Konu, Dublin, yani edebiyatta daha önce sunulmayan büyük bir Avrupa kenti; tema, İrlanda’nın ahlaki çöküntüsü; amaç, bu ülkenin ahlaki kurtuluşuna zemin hazırlamak; biçim, birbirine perçinlenmiş öyküler; yapı, çocukluktan, ergenliğe, olgunluğa ve sosyal hayata uzanan bir süreç; genel atmosfer, ‘kokuşmuşluğun kokusu’; biçem, ‘üzerinde inceden inceye çalışılmış art niyetli bir üslup’”

Hikâyeler ilk yayımlandığında pek çok eleştirmen tarafından önemsiz ve etkileyicilikten uzak olarak değerlendirilmiştir Bu eleştiriler zamanla yüzeysel okuma ve içgörüden uzak değerlendirmeler olarak kabul edilmiştir. Bu eleştiriler yerini ilerleyen yıllarda alt metin kavramı kapsamındaki değerlendirmelere bırakmıştır.  Alt metin, yüzeyde anlatılan olay akışının dışında zaman zaman semboller ya da işaret, kelime, imgelerle bağlantı kurulmuş olması ve direkt değil dolaylı olarak ulaşılabilecek anlamdır.

Kitapta yer alma sırasıyla hikâyeler şöyledir:
Kızkardeşler: İlk öykü, Jack’in, yetişmesinde ve erdemli bir genç insan olmasında katkıları olan rahip dostu Flynn’ın ölümünün yarattığı sarsıntı ile başlar. Rahip Flynn, kutsal şarap kâsesinin kırılması olayından sonra suçluluk duygusu ile baş edememiş hayatını felçli gibi haraketsiz yaşamaya kendini mahkûm etmiştir. Yaşarken ölen öldüğünde ise özgür kaldığını bilen Jack artık dostunun bağışlandığını derinden hisseder.
Bir Karşılaşma: “Ama gerçek serüvenler de evde oturan insanlara gelmez diye düşünüyordum: uzaklarda aramalı onları.”(27) Okudukları çizgi romanların da etkisiyle bilinmeyeni merak eden çocuklar, okuldan kaçarak planlarını veya hayallerini gerçekleştirmek isterler. Ancak beklenmedik, tedirgin edici durumla karşı karşıya kalınca, alışıldık ortamlarının huzurlu tekdüzeliğine dönmek isteği ağır basar.
Araby: İlk aşkın heyecanıyla dolu anlar geçiren kahramanımız, sevdiği kızın çok isteyip de gidemediği otantik pazara, ona hediye almak için gitmeye karar verir. Ancak eniştesinin umarsızca geç kalmasına ve hediye parasını almak için onu beklemek zorunda olmasına çok öfkelenir. Ne kadar uğraşsa da pazara zamanında ulaşamaz. Üzgün bir şekilde geri dönerken içten içe tam bir hayal kırıklığı yaşamaktadır. Çocukça yaşadığı aşk geri dönülmez bir şekilde onu çocukluktan çıkarmıştır artık.
Eveline: Eveline, hayatının annesinin ki gibi olmaması için sevdiği adamla kaçmaya karar vermiştir. Ancak geride bırakacaklarının gitme-kalma ikilemi yaratması, son anda yeni bir hayat için adım atmasını engelleyecektir.
Yarıştan Sonra: İngiltere’de okumuş ve iyi bir eğitim almış olmasına rağmen İrlandalı Jimmy, Avrupalı arkadaşları arasında kendini küçük görmektedir. Jimmy’nin kendi kimliğine olan yabancılaşması ve o insanlara duyduğu hayranlık içten içe güzel vakit geçirmesine engel olur. Yarıştan sonra başlayan gece, hüsranla ve tüm parasını kumarda kaybetmiş bir şekilde sonlanır.
İki Çapkın: Kısa yoldan zengin olma hayallerindeki iki arkadaş için bu yoldaki her türlü davranış, akıllıca ve uyanıklık olarak görülmektedir. Emeğiyle çalışıp kıt kanaat geçinen kadınları ilgiyle kandırarak paralarını gönül rızasıyla onlara vermeleri, ne gariptir ki bir başarı hikâyesi gibi değerlendirilir.
Pansiyon “Satır ete nasıl muamele yaparsa o da manevi sorunları öyle ele alırdı: bu olayla ilgili olarak da kararını vermişti.”(70) Hayatının tüm dönemlerinde aklını kullanarak zorlu hayat şartlarını alt etmeyi başaran Bayan Mooney, bir şekilde kızını da uygun bir kişiyle evlendirme hayalleri kurar. Son olarak da işlettiği pansiyonda, kızıyla ilişki kurmasını müsamaha ile karşılamış olan varlıklı olduğunu düşündüğü müşterisiyle evlendirme isteğini “satırın ete muamele etmesi” gibi halletmeyi başarmıştır.
Küçük Bir Bulut: “Kadere karşı mücadelenin boşunalığını duydu” (78) “Dublin’de hiçbir şey yapamazsın” (80) Londra’da gazetecilik yapan eski arkadaşı ile buluştuklarında geçmişe yolculuk yapan Küçük Chandler, şair olma ve Dublin dışında yaşama hayallerini hatırlar. Arkadaşının kişiliği ve nitelikleri açısından bunları hak etmediğini düşünse de yaşadığı hayata imrenmeden duramaz. Bu sohbetin etkisi derin hayal kırıklığına yol açarken gerçekte sahip olduğu eşi ve küçük çocuğundan da uzaklaşmasına yol açar. Hayaller içinde kaybolan Chandler’i bu yıkıcı düşünceler, sahip olduğu kendince huzurlu yuvası içinde de yetersizlik ve kendini “küçük” hissetmesine neden olur.
Suretler: Evrakları temize çekmekle görevli olan Farrington, iş hayatının sıkıcı tekdüzeliğinden bunalmış çareyi alkole sığınmakta bulan bir aile babasıdır. Tefeciden aldığı son parasını da arkadaşlarına içki ısmarlayarak harcamış ancak yine de içindeki öfke ve şiddet arzusundan kurtulamamıştır. Kendini hayatta sıkışmış, değersiz hisseden Farrington, yoğun bir günün sonunda evinde küçük çocuğuna karşı şiddet uygulayarak zavallılığının son işaretini de vermiştir. Korkudan titreyen çocuğun babasına kutsal Meryem duasını okuma isteği ile biten öykü, kitaptaki en sert ve dokunaklı öykü olması bakımından dikkat çekicidir.
Toprak: “Bütün yapacaklarını aklından geçirdi, bağımsız olmanın, cebinde kendi paranı taşımanın ne kadar iyi olduğunu düşündü. Güzel bir akşam geçireceklerini umuyordu” (107) Çamaşırhanede çalışan Maria, daha önce yanlarında çalıştığı ailenin büyük oğlu Joe tarafından akşam yemeğine davetlidir ve bu yüzden çok heyecanlıdır. Ancak yolda gelirken hediye olarak aldığı keki tramvayda unutmuş olmasına fena halde üzülür. Joe, yemek boyunca çocukluğundan beri çok bağlı olduğu Maria’nın epeyce yaşlanmış olduğunu ve ölüm gerçeğini fark ederek hüzünle dolu bir gece geçirir.
Üzücü Bir Olay: “Hayatının dik doğruluğunu kemirdi; hayatın şöleninden kovulmuş biri olduğunu hissetti. Tek bir insan onu sever gibi olmuştu ve o da hayatı ve mutluluğu esirgemişti ondan: onu aşağılıklığa, utançlı bir ölüme mahkûm etmişti.” (123) James Duffy, düzen tutkunu, hayatını kendi doğruları ile yaşayan, “ne dostu ne arkadaşı, ne kilisesi ne imanı” olan bir kişidir. Bayan Sinico ile tanıştığında hayatında ilk defa insan sıcaklığını ve düşüncelerini paylaşmanın mutluluğunu hissederken bir yandan da bu ilişkiden korkar. Arkadaşlıktan öteye geçme belirtileri üzerine kendinden başka biriyle olamayacağına kanaat getirerek, bu ilişkiyi apar topar sonlandırır. Hayatının aşkını kaybettiğini ancak onun ölüm inanıyla tesadüfen karşılaştığında anlar ve kimsesizliği yüzüne bir tokat gibi çarpar.
İdarehanede Ulusal Bayram Günü: Siyasete karışmış din adamları, milliyetçi-muhafazakâr olarak kamplaşmış İrlandalılar gibi konuları içeren toplum hayatıyla ilgili kitabın en politik öyküsüdür. İrlanda tarihinde önemli yere sahip Parnell’in adını yaşatması amacı ön planda durmaktadır.
Bir Anne: Toplum içinde kızının müzisyen olarak belli bir yerlere gelmesi için her şeyi yapabilme kapasitesinde olan bir annenin öyküsü.
Ölüler: Gabriel Conroy, karlı bir Dublin gecesinde artık gelenekselleşmiş olan aile yemeğine eşiyle birlikte katılır. Hareketli yemek sonrası karısının geçmişte yaşadığı ilk aşkın derin hatırasını öğrenir. Aşkı için ölebilecek cesarette olan sevgilinin, karısının benliğinde yaşamaya devam ettiğini anlaması, tuhaf bir şekilde ölüyü kıskanmasına neden olur. Birdenbire kimsenin kendisini bu kadar sevmemiş olduğunu fark eder. Yaşarken ölüm gerçeğini kavraması hayata farklı gözlerle bakmasını sağlar. (Bilgiler ve özetlemeler buluşmanın sunumunu gerçekleşen Nilhan Tuncer tarafından yapılmıştır.)

Sürgünler

James Joyce - Sürgünler James Joyce - Sürgünler James Joyce - Sürgünler Joyce ünlü Norveçli yazar Henrik İbsen'le ilgili bir monografi yazdığı sırada tiyatroyla yakından ilgilenmiş ve oyun formundaki bu yapıtını 1914'te yazmaya başlamış ve kitap 1918'de ilk kez yayınlanmıştır. Bu kitap da farklı tarihlerde Türkçe'ye farklı çevirmen ve yazarlar tarafından çevrilmiş ve farklı yayınevleri tarafından yayınlanmış, ancak hiç sahnelenmemiştir.

James Joyce’ın otobiyografik öğeler taşıyan oyununda bir ayrılış hikâyesi anlatır. Kendisi de daha yaratıcı olabilmek amacıyla İrlanda’yı ve Dublin’i terk etmek zorunda kalmıştır. Ülkesinin içinde bulunduğu Katolik-Protestan çekişmesi, İngiltere’ye duyulan nefret söylemleri yazmasını engellemektedir. Özgürlük hissi duyduğu Avrupa ‘ya giderek sürgünde olmayı tercih etmiştir. Daha iyi yazabilmek için ülkesi ile arasına mesafe koymak zorunda kalmıştır. Tiyatro James Joyce’un tutkularından biri olmuştur. Daha on altı yaşındayken Ibsen’in oyunlarını okumaya ve izlemeye başlamıştır. Yazdığı ilkyazılar arasında tiyatro eleştirileri vardır. Joyce 1914 yılında Portre’yi tamamlayıp Ulysses’i yazmaya başlamadan önce özellikle üzerindeki Henrik Ibsen etkisiyle Sürgünler’i yazmıştır. Oyundaki olaylar 1912 yılında Dublin’de Richard Rowan isimli karakter etrafında başlar. Oyun dokuz yılın ardından Dublin’e dönen Richard ve Bertha çiftiyle açılır. Richard Dublin’de üniversitede çalışacaktır. Richard’ın arkadaşı Robert Richard’a hayrandır aynı zamanda Bertha’ya karşı da ilgisi vardır. Richard ise oğluna piyano dersi veren Beatrice’e karşı ilgi duymaktadır. Richard, Beatrice’i zihinsel olarak kendine denk görür. Bertha bu durumu kıskanır ve Richard’a Robert’in kendisine olan ilgisinden bahseder. Durumu normal karşılayan Richard, Bertha’ya duygularının peşinden gitmesini söyler fakat Bertha sürekli bir ikilem yaşar. Aslında oyundaki tüm karakterler kendi özgürlükleri ile ilgili çelişkiler yaşarlar ve hayat prensiplerini sorgularlar. Bu dört karakter arasında sorgulamalarına en çok yer verilen karakter Richard’dır. Bu nedenle Joyce’un Richard’a otobiyografik özellikler yüklediği söylenebilir. Oyunun temaları arasında kıskançlık, sevginin sorgulanması, bir yazarın kendi var oluşunu sorgulaması ve coğrafi-ruhi sürgünler yer almaktadır. Oyunda Joyce’un Avrupa’daki ilk sürgün deneyimlerinden izler bulmak mümkündür. (Bilgiler ve özetlemeler buluşmanın sunumunu gerçekleşen Nilhan Tuncer tarafından yapılmıştır.)

 Biyografisi:

2 Şubat 1882’de Dublin’de dünyaya geldi. Çocukluğunda en iyi Katolik okulu olan Clongowes Wood’a yazıldı ama para sıkıntıları yüzünden buradan ayrılarak Belvedere College’da öğrenimini sürdürdü. Dublin'deki University College'de felsefe ve modern diller okudu. 1900'de, henüz üniversite öğrencisiyken Ibsen'in bir oyunu üzerine kaleme aldığı yazı Fortnightly Review dergisinde yayımlandı. Üniversiteden 1902 yılında mezun olduktan sonra doktor olma düşüncesiyle Paris’e gitti ancak ertesi yıl annesini kaybedince İrlanda’ya döndü. Daha sonra Chamber Music (Oda Müziği) adlı kitapta toplanacak olan lirik şiirlerini yazmaya başladı. 1904 yılında Nora Barnacle ile tanıştı, birlikte Dublin’den ayrıldılar; Joyce, Pula ve Trieste’de dil okullarında çalıştı. Roma’da banka veznedarlığı yaptı. Bu sırada Dublinliler’i oluşturacak öyküleri ve Stephen Hero adındaki otobiyografik roman denemesinin bölümlerini birer ikişer yazmaktaydı. 1912 yılında Galway ve Dublin’e yaptığı ziyaret İrlanda’ya son gidişi oldu. 1914 yılında Dublinliler yayımlandı. Ertesi yıl Sürgünler’i tamamladı ve Trieste’den ayrılarak İsviçre’ye gitti. Stephen Hero’yu değiştirerek hikâyeleştirdiği Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi 1916 yılında yayımlandı. Ertesi yıl Ulysses’i yazmaya başladı ve bu kitap Little Review adlı bir Amerikan dergisinde dizi halinde yayımlanmaya başladı. Savaş sona erdikten sonra önce Trieste’ye, daha sonra yirmi yıl boyu yaşayacağı Paris’e yerleşti. Ulysses, 1922 yılında Paris’te İngilizce olarak kitap halinde yayımlandı. Ertesi yıl Finnegans Wake’i yazmaya başladı. Dilin var olan tüm kurallarını çiğneyen bu romanın büyük bir kısmını arkadaşı yazar Samuel Beckett’e dikte ederek yazmıştır. 1931 yılında yirmi yedi yıldır beraber olduğu Nora ile evlendi. Finnegans Wake 1939 yılında yayımlandı. James Joyce 1941 yılında elli sekiz yaşında hayata gözlerini yumdu. Hayatı ve eserleri bugün hâlâ her 16 Haziran’da (Ulysses’teki olayların geçtiği günden esinlenerek) “Bloomsday” gününde kutlanmaktadır.

Yapıtları
Roman: Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi (1916), Ulysses (1922), Finnegan Uyanması (1933), Kahraman Stephen (yazım: 1904-1906, yayım: 1944)
Öykü: Dublinliler (1914),
Şiirleri: Oda Müziği (Elkin Mathews, 1907); Giacomo Joyce (yazım: 1907, yayım: Faber and Faber, 1968); Pomes Penyeach (Shakespeare and Company, 1927); Collected Poems (Black Sun Press, 1936, Oda Müziği, Pomes Penyeach ve daha önce yayınlanmamış şiirleri de içinde yer almaktadır.);
Oyun: Sürgünler (1918)

Yazar ve kitaplarla ilgili yazılar:
Murat Belge'nin Önsözü (İletişim Yayınları)

Dublinliler, James Joyce’un bütün hikâyelerinin toplandığı kitaptır. 1914’te yayımlanmıştır ve yayımlanan ilk önemli eseridir. Bu hikâye kitabının, başka birçok hikâye kitabından farkı, değişik esinlemelerle yazılmış hikâyelerin bir araya getirilmesinden oluşmasıdır. Bütün hikâyeler arasında tematik bir ortaklık ve gelişme vardır. Öyle ki, her biri ayrı ayrı okunabildiği halde, kitabın bütünü neredeyse bir roman gibi tasarlanmıştır denebilir. “Dublinli olma” gibi bir tema çerçevesinde bakıldığında bu özellik çarpıcıdır. Hikâyeler birbirleriyle bir bütünlük sağladığı gibi, Joyce’un daha sonraki eseri de her birini (ve hepsini) yeniden ele alır.
Kitapta yer alan on beş hikâyenin belirli bir tasarıma göre sıralandığı görülüyor, ilk üç hikâye çocukluk üstüne. Bundan sonra, gençlik ve orta yaşlılık üstüne dörder hikâye geliyor. Son dört hikâye ise toplum hayatıyla ilgili ve kitabın son hikâyesinin adı “Ölüler”.
Bir çeşit “hayat içinde ölüm”, “yaşarken ölmüş olmak”, aslında bu hikâyelerin ortak teması. Joyce, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nde, kendi hayatını bu romanın kahramanı Stephen Dedalus’da dramatize ederek, sanatı seçmek için İrlanda’yı terk etme kararını anlatmıştı. Dublinliler’de ise, bu kararı vermeyen ve İrlanda’da kalan insanların kaderlerini anlatır gibidir.
Birinci hikâye, bir hikâye olarak çok başarılı sayılmayabilir. Ancak burada Joyce çocuğun dünyaya bakışını vermekte ve kitap boyunca (aslında Joyce’un eserleri boyunca) değişik şekillerde tekrarlanacak olan simgeleri yerli yerine koymaktadır. Bunların başında tutsaklık ve felç simgeleri gelir. Joyce’un gözünde taşralı İrlanda’nın insanlarını mahkûm ettiği durum budur.
Hikâyede çocuğa bir tür düşünsel babalık eden yaşlı papaz, birtakım entelektüel erdemleri olan, ama başarısız ve uyumsuz kalmış bir insandır. Kutsal çanağı kırmış olması, bu başarısızlığı simgeler. Son durumunda, entelektüel erdemleri fiziksel (ama son kertede manevi) bir pejmürdelik içinde boğulup gitmiştir. Papazın kılığından söz ederken değindiği “yeşilimsilik”, İrlanda’nın ulusal rengi olarak birçok eserinde, bağlama göre değişen anlamlarla, sık sık başvurduğu bir simgedir. Çocuğun evindeki, papazın evindeki küçük, dar odalar, manevi tutsaklığın fiziksel uzantılarıdır. Ve daha ilk hikâyede, çocukla birlikte somut, fiziksel ölüm de karşımıza çıkar.
“Bir karşılaşma” çocuksu bir “kaçış”ın hikâyesi olmasıyla, kontrast yoluyla tutsaklığı vurgular. Çocuklardan üçünün kararlaştırıp ikisinin göze alabildiği “okul asma” olayı, kendilerine anlaşılır bir heyecan vermekle birlikte, aslında sıradanlığı aşan bir yaşantı getirmez. Bittiği zaman da, hatta bittiğine biraz sevinerek, aynı olağanlık içinde bulurlar kendilerini. “Sıradan”ın biraz dışına çıkan tek olay, rastladıkları sapık adamdır. Aslında o da sıradandır, ama bu koşullarda karşılarına çıktığı çocuklar için ürkütücüdür. Sevgi ve ardından dayak üstüne söyledikleriyle, İrlandalı görenekselliğinin içinde taşıdığı sapıklığın biraz aşırılaşmış bir temsilcisidir. Sapık adamın daireler çizerek düşünmesi, tutsaklığını gösterir. Çocuklar önce sıkıcı okuldan özgürlüğe kaçarken, bu tiple karşılaşınca korkar ve başka bir anlamda kaçarlar bu sefer, bilinenin güvenliğine. Yolda rastladıkları Norveç gemisi İrlanda dışındaki dünyayı hatırlatır. Denizcinin “yeşil” gözleri burada kurtuluş vaadi gibidir; ama sapık adamın da “şişe yeşili gözleri” vardır ki, burada yeşilin anlamı değişir.
“Araby”, bir çocuğun tutsaklık yaşantısının ve bundan duyduğu büyük, ama çaresiz ö??kenin, çok başarılı bir hikâyesidir. Buradaki çocuk, birçok benzeri gibi, komşunun kızına vurgundur. O yaşların olağanüstü “kendini verebilme” yeteneğiyle, dilsiz bir tutku halinde yaşar aşkını. Kızın sözünü ettiği dükkânın adı olan “Araby”, Arabistan çağrışımı yoluyla, İrlanda dışını, egzotizmi simgeler. Sevgilisinden duyduğu yere gitmek isteyen çocuk, büyüklerin anlayışsızlığı, aldırışsızlığı yüzünden gecikir ve dükkâna gitmesi anlamını kaybeder. Özellikle bu çocukluk hikâyelerinde -ama aslında bütün hikâyelerde- vurdumduymaz, sığ ve bencil büyükler, İrlandalılığı temsil ederler.
Çocuğun hedefine ilerlerken sokakta karşılaştığı, düşman gibi görünen yığınlar gibi. Bunlardan bazılarının söylediği baladlar, Joyce’u boğan İrlanda milliyetçiliğinin simgeleridir. Kutsal tası kıran papazı hatırlatacak şekilde, bu hikâyede çocuk elindeki tasla, bu kalabalık arasından yürür gibidir. Dükkân, Araby, bir anlamda sevgilisinin yerine koyduğu, onunla özdeşlediği için gitmek istediği bir yerdir. Ama oraya “giriş”, bir hayal kırıklığı olur. Soğuk ve boş, kısır bir yere girebilmiştir sonunda. Çocuk duyusallığı ve cinselliği, lamba ışığında, eteğinin altından beyaz kombinezonu görünerek duran komşu kızın imgesiyle, çok kısa ve yoğun bir biçimde verilmiştir. Bu sahne de, Joyce’un “epifani” tekniğinin, yani ani bir ışıkla bir yaşantıyı cisimleştiren olayın ortaya çıkarılıvermesinin en başarılı örneklerindendir.
“Gençlik” dönemini ele alan hikâyelerin ilki olan “Eveline”e adını veren kız, tutsaklık temasının en güçlü örneklerinden biridir. Bıktırıcı ve renksiz bir hayat yaşayan Eveline de bir kaçışı tasarlar. Bu, okuldan kaçmak gibi değil, daha ciddi bir karar olmak durumundadır: kendisini seven bir denizciyle evlenip Arjantin’e yerleşmek. Eveline son anda bunu başaramaz, bildiği dünyaya çakılmış gibi kalır. Eveline’in bu manevi tutsaklığı Joyce’un sevdiği simgelerle örülmüştür. Duvara asılı papaz fotoğrafı, tutsaklığın dinı^ yanını gösterir. Bir gerçekleşmemiş romansı ima edilen hayatı Eveline’inki gibi usandırıcı bir monotonluk içinde geçen annesi, gene de bu düzeni sürdürmesini kızına vasiyet etmiştir. O da, muhafazakâr İrlanda kadınlığının, analığının simgesidir. I??çkici ve geçimsiz, bencil baba, İrlanda gardiyanlarının erkek kesiminden tanıdık bir örnektir.
“Yarıştan Sonra”da, Dublin’de “ecnebiler” ve onlara hayran Dublinlilerden bir kesit görüyoruz. Sonradan görme kasabın oğlu, yurt dışına gitmiş, İngiltere’de okumuş, ama eriştiği bu “nimet”leri kökeni ve kültürü nedeniyle sindirmiş değil. İki Fransız ve bir Macar arkadaşıyla katıldığı yarıştan sonra, onlarla birlikte görünmenin coşkusu içindeyken, bir İngiliz ve bir Amerikalının da katıldığı içkili ve kumarlı bir gece eğlencesi geçirir. Bütün bu gecede, gerçekten hoş denebilecek bir şey olmaz, ama Jimmy Avrupalı dostlarıyla kusursuz bir eğlence yaşadığından emindir. Sonunda kumar oynarlar ve Jimmy kaybeder. Belki de, yeni Fransız dostuyla ortak iş kurmayı umduğu parayı harcamıştır. Gece ve kumar, Macar’ın simgesel duyurusuyla sona erer: “Sabah oldu.” Bu arada Jimmy, bütün uluslararası havasına rağmen, genç I??ngiliz’le milliyetçi bir tartışmaya girmekten geri kalmaz. “Yeşil” simgesi, üzerinde yürüdükleri “Stephen’s Green”le (“Green,” “çayır” ve “yeşil”) karşımıza çıkar. Dublin ise bir “başkentin” maskesini giymiş gibidir (nasıl Jimmy bir Avrupalılık “maskesi” giymeye çalışıyorsa...). Çtekilerin Jimmy ile biraz dalga geçtikleri de ima edilir.
“İki Çapkın”da karşılaştığımız iki “genç” böyle kozmopolit değil, tam anlamıyla yerli malıdır. Başarılı çapkın Corley, kendine duyduğu hayranlık dışında içinde herhangi bir duyguya yer kalmamış biridir. Hizmetçi kızları tavlaması, hatta paralarını bile alması, bu gururuna haklılık kazandırmaktadır. Arkadaşı Lenehan ise onun bu başarı ölçüsüne de erişememiştir. Çevresinde asalak olarak tanınır. Ama küçük dalkavukluklarla yolunu bulur. Corley’in tavladığı hizmetçiye bir bakmakla yetinmesi, hayatının kısırlığının ve Lenehan’ın simgesel düzeyde bir “röntgenci”den ibaret olmasının kanıtı gibidir. Bu hikâyenin bir noktasında Lenehan’ın ucuz bir lokantada yediği (ve beğendiği) bezelye de, rengi dolayısıyla, bir İrlanda simgesi olarak kabul edilebilir. Çünkü Joyce bu bezelye simgesini Portre’de (orada kahraman bezelyeleri havaya savurduğunu düşünür) ve başka eserlerinde de kullanmıştır.
“Gençlik” bölümünün son hikâyesi “Pansiyon”da ana-kızın komplosuna kurban gidip iğfâl ettiği kızla evlenmek zorunda kalan Mr Doran da tam bir tutsaktır. Doran, gençliğinde kural dışı özellikleri olan biriyken, orta yaşına yaklaştığında göreneklere boyun eğmiştir. Aynı mantık içinde “iğfâl skandalı” düşüncesine de direnemez. Ayrıca, iğfâl ettiği Polly de kendi annesinin tutsağı, kişiliğine kavuşamamış bir kızdır. Pansiyon halkının randevu evi çağrışımıyla “Madam,” diye sözünü ettikleri anne de, otoriter ve mülkedinici, dişi İrlanda rolündedir.
“Küçük Bir Bulut”ta gene dış dünya, Dublin’e girer. Ama bu sefer “dünya”nın temsilcisi, “Yarıştan Sonra”daki gibi sahici “ecnebiler” değil, yurt dışında gazetecilik yapan Dublinli Gallaher’dır. Eski dostu, edebı^ özlemleri olan, çekingen Chandler, ondaki bayağılığı görmeden edemediği halde, ona gıpta etmekten de kendini alamaz. Arkadaşıyla buluştuğu, alışık olmadığı lüks lokalden evine dönen Chandler, bir yandan kendi şair olma özlemiyle kitap karıştırıp bir yandan bebeği uyuturken, çocuk uyanıp ağlamaya başlar. Sinirlenen Chandler çocuğu büsbütün korkutur ve o sıra eve gelen karısına onu teslim etmek durumunda kalır. Özlemleri bir yana, çocuğuna bile yakın olmadığının, iyice soğudukları karısının yanında bu bakımdan bir hiç haline geldiğinin utancıyla kavrulur.
Bunu izleyen “Suretler”de bir başka başarısızlık öyküsü anlatılır. Yazıcılık yapan Farrington içkicidir, nefret ettiği işinde sürekli ihmalleri yüzünden azar işitir. O günkü tek başarısı, kendisine bağıran amirine verdiği nükteli cevaptır ama, bunun için de herkesin önünde özür dilemek zorunda kalır. Saatini rehine koyup çıktığı içki turunda kendince iyi vakit geçirirken, genç birine bilek güreşinde yenilip iyice sinirlenir. Bütün bunların acısını, evinde çocuğunu insafsızca döverek çıkarır. Chandler yalnız ve uysaldır. Farrington işinde, evinde ve meyhanede (hayatının üç mekânı) farklı kişilikler sergileyen, yapma-çevreye açık ve ??iziksel olarak saldırgan bir adam. İkisi de, farklı biçimlerde, İrlandalılık tutsaklarıdır.
“Toprak”ta yaşlı Maria iyi niyetli ve sevgi dolu, aynı zamanda boş kafalı ve beceriksizdir. Aldığı pastayı unutur, söylediği şarkının sözlerini unutur (ama unuttuğu kısım elde edilmiş sevgiyi anlattığı için unutması gerçekliğe daha uygundur). Büyüttüğü iki kardeş birbirine küsmüştür, onları barıştırmayı başaramaz. Ayrıca çocuklar da onunla eğlenir (bir oyun sırasında gözü kapalı olarak ıslak toprağı tutması, bir ölüm simgesidir).
“Üzücü Bir Olay” kitabın en güçlü hikâyelerindendir. Joyce, kahramanı Mr Duffy’nin kuru kişiliğine uygun bir söz ekonomisiyle, yalnızlık tragedyasını iletmeyi başarır. Belli bir kültürü, düşünsel düzeyi olan Mr Duffy insanlara sıcaklık duyma yeteneğini kaybetmiştir. Bir rastlantıyla tanıştığı evli bir kadının ona duyduklarına cevap veremeyip her zamanki kuru akılcılığıyla ilişkiyi kesince, kadını da yalnızlığa mahku^m eder. Dört yıl sonra kadının sarhoşken tren altında kaldığını gazetede okuyunca, önce onu suçlar ve kendi davranışını haklı bulur. Ama düşündükçe ona ettiği haksızlık, kendi mutlak yalnızlığının bilinciyle birlikte kafasına dank eder. Geri dönülemezlik noktasının kesinliği vardır bu hikâyede. Edinilen yeni bilinçte, örneğin sevişen çiftler, Mr. Duffy için değerini değiştirir; ama artık yapılacak bir şey kalmamıştır. Manevi felç, kısırlık, tutsaklık (kendi kişiliğinin tutsağı olmak) bu hikâyede sade bir belagatle vurgulanır.
C. S. Parnell İrlanda’nın İngiltere’ye karşı mücadelesinde en önemli rolü oynamış ulusal kahramandı. Protestan olması, bütün popülerliğine rağmen, özellikle muhafazakâr Katolik kilisenin ona pek güvenmemesine yol açtığı halde, güçlü kişiliği ve inançlılığıyla liderliğini kabul ettirmiş ve bağımsızlık yolunda mesafe almıştı. Bu sırada bir yardımcısının karısıyla ilişkisi ortaya çıkınca partisi bölündü, o da yalnız ve umutsuz bir durumda öldü.
“İdarehanede Ulusal Bayram”ın arka planında Parnell yer alıyor. Ön planda ise günlük politika ve belediye seçimlerinin bayağılıkları. Profesyonel, ilkesiz politikacılar, ilkeli olmaya çalışan yeteneksiz politikacılar, politikaya bulaşan papazlar vb. Burada radikal ve muhafazakâr kampları seçmiş olanlar, aynı İrlandalılık kültüründen yetişmiş olduğu için (içtikleri biralar gibi) sonuçta aralarında fazla bir fark da yok. I??rlandalılık, politika, milliyetçilik kamu hayatının bir yönünü işleyen bu hikâyenin başlıca temaları. Ve Parnell için yazılmış iyi niyetli, ama zevksiz şiirle hikâye bitiyor.
“Bir Anne”de Dublin’in sanat hayatının bayağılığı ile otoriter İrlandalı anne arketipi iç içe işleniyor. Pek çok hikâyesinde olduğu gibi burada da kimse kimseden erdemli değil. Nesnel ölçülere göre “anne”nin dolandırıldığını düşünmek mümkün, ama bunun bir haksızlık olduğunu söylemek mümkün değil. Mrs Kearney bilgi ve görgüsüyle çevresindekilere tepeden bakacak (ya da işine geldiği sürece yukarıdan bir hoşgörü gösterecek) durumda. Ama bu cilanın altındaki, çevredeki herkes kadar çıkarcı, maddî, ucuz. Hikâyede ikinci sınıf sanatçıların ve kültürel yoksulluğun yanı sıra, İrlanda milliyetçiliği de payını alıyor. İngiliz emperyalizmine karşı ulusal “Gaelic” dilinin canlandırılması hareketi Joyce’un her zaman sinirini bozmuş bir olaydı. Çünkü milliyetçilik uğruna, gelişmiş, incelmiş, çok yetkin bir vasat haline gelmiş bir dili bırakarak, büsbütün yontulmamış bir dili onun yerine koyma çabasını aklı almıyordu. “Bir-Anne”de bu çevreler ve dil modası da eleştiriliyor.
“Arınma”nın asıl hede??i, din; daha doğrusu, din kurumunun yozlaşması. Bir meyhanede fazla içip kaza geçiren Mr Kernan’la giriyoruz hikâyeye. Daha sonra, Kernan’ın arkadaşları onu günahlarından arıtacak bir ayine götürüyorlar. Hıristiyanlığın güçlü ve içten bir iman olduğu zamanlarda bu ayin (“retreat”: “çekilme”) uzun bir süre az bir yiyecekle insanlardan uzak kalarak tefekküre dalmayı gerektiriyordu. Cemaatini kaybetmemek için fazla müşkülpesent olmama yöntemini seçen modern Katolik Kilisesi’yse, bu manevi olayı bir hafta sonu dinlenmesine çeviriyor ve anlamını yokediyor. Vaiz veren rahibin, muhasebe terimlerine dayanan öğütleri de dinin ticarileşmesini somutlaştırıyor.
Son hikâye, “Ölüler”, en uzun ve en karmaşık olanı. Kendinden öncekilerde geliştirilmiş bütün temaları, simgeleri toparlıyor. Buradaki baş kişi Gabriel Conroy da umduğunu bulamamış bir İrlandalı. Tumturaklı konuşması, endişeleri, güvensizlikleri ile zayıf ve vasat. Ama çoğu hikâyede göremediğimiz, duygudaş olma ve böylece bir bencilliği biraz olsun aşabilme yeteneğine de sahip. Joyce’un bu kitapta çizdiği yetişkin tipleri arasında en insan olanı Gabriel’dir diyebiliriz.
Çoğu hikâyede eylem akşam ya da karanlıkta geçerken, burada mevsim de kış ve hava karlı. Dublinliler boyunca karşılaştığımız “yaşayan ölüler”in benzerlerinden başka, ölmüş ölüler de hikâyenin protogonisti olacak kadar belirleyici burada. Yaşayanların, ölmeye yüz tutmuş olanların hayatlarını saran gerçekleşmemiştik, güdüklük, bir bakıma yıllar önceki ölümü bu gece hatırlanan Michael Furey için de geçerli. Ama o, yaşayanlardan hiçbirinin yapamadığını yapmış; sevdiği şey için ölmüş.
Yaşayanlar, içlerinde en duyarlısı olan Gabriel de dahil, bütün bu hikâyelerde resmedilen dinı^, milli göreneklerle, orta sınıf değerlerle, ucuz nükteler ve mekanikleşmiş duygusallıklarla kuşatılmış durumdalar.
* * *
Joyce’un Dublinliler’i sonuç olarak acı bir kitap. Bu anlaşılır bir şey. Çünkü Joyce orada teşhis ettiği taşralılığa başkaldırmış ve Portre’nin sonunda söylediği gibi “yaşantının gerçekliğiyle karşılaşmak ve ruhunun nalbantında soyunun yaratılmamış vicdanını dövmek için” yola çıkmıştı. Dublinliler, bunu yapmamış olsa da yaşayacaklarını anlatır gibidir. Bütün acılığına rağmen, insanlarına karşı anlayışsız ya da acımasız değildir kitap. Acıları, beceriksizlikleri, sınırlılıkları böyle oluşan bu insanlar, başka bir yazar ya da farklı bir açıdan bakmayı seçen aynı yazar tarafından görece daha insancıl konumlar içinde de çizilebilirdi.
1910’ların İrlanda’sı, sözgelişi 1950’lerin Türkiye’sinden çok uzakta mı acaba?

* "Yayımlanışının 100. Yıldönümünde Ulysses" (kıraathane söyleşileri)" (Video söyleşi)        Armağan Ekici, Kıraathane Söyleşileri, Ocak 2022

* "Hızla Daralan Zamandan Ölçüsüz Bir Uzam ve Zamansızlığa: “Ölüler”de Doğalcı Anlatım, Simge İnşası ve Epifan"        Birgül Oğuz, Kişisel Bloğu, Ekim 2012
* "Bir Karabasan Kenti Olarak Joyce’un Dublin’i Ve Yazarın Niyeti: Bilişsel Anlatıbilim Çerçevesinde Bir İnceleme"        Semiramis Yağcıoğlu, Dilbilim Dergisi Sayı 30, Yıl 2013, 35-48
* "Virginia Woolf ve James Joyce’un Modern Anlatım Teknikleri Üzerine Karşılaştırmalı Bir Çalışma"        Sümeyra Buran, MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi 2021, Sayı:1
* "Ulysses ve Tutunamayanlar’da Bilinç Akışı Tekniği"
       Serdar Odacı, Bilimsel Makale, 2009
* "Norgunk Yayınevinin Sitesindeki Ulysses Üzerine Yazıların Bulunduğu Sayfa"
* "Acı ve zor öyküler"
       Melike Uzun, Edebiyat Haber, 17.04.2011,
* "Joyce ve Ölüler"
       Yavuz Arkın, Litera Edebiyat, 24.07.2021
* "James Joyce ve Dublinliler"
       Necip Tosun, Sabit Fikir, 27.11.2020
* "James Joyce Buluşması Sunumu"
       ; Nilhan Tuncer, 22.01.2021
* "Okuma Grubu Üyelerinin Dublinliler ve Sürgünler Değerlendirmeleri"
       İzmir Okuma Grubu Üyeleri, 22.01.2022
*"İncil'den sonra en fazla tartışılan kitap"
       Perihan Özcan, K dergisi, Sayı:8, sayfa: 2-7; 24 Kasım 2006
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>

Bağlantılar:
"James Joyce Adına Yapılmış Site" (İngilizce)