Asılacak Kadın yazarın üzerinde en çok söz edilen ve filme de çekilen
1979 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yayınlanan üçüncü romanıdır. Kendi
ifadesine göre çocukluğunda hayal meyal anımsadığı bir gerçek olaydan yola
çıkarak yazmıştır. Romanla ilgili "müstehcen" olduğu için dava açılmış ancak
yargılama sonunda beraat etmiştir.
Romanda önce babası sonra da dedesi öldürülen bir köylü kızı olan Melek,
üvey babası tarafından Boğaziçi’ndeki bir yalıdaki yatalak ve yaşlı bir kadına
bakıcı olarak verilir. Melek’in çalışma ücretini üvey babası almaktadır. Bir
süre sonra Neriman hanım ölür. Neriman hanımın oğlu Hüsrev bey, annesinin
altınlarını çaldığı düşüncesiyle Melek'i yalıdan göndermez ve bir gün,
altınları üstünde taşıyıp taşımadığına bakmak için Melek'e zor kullanır ve
taciz eder. Hüsrev bey sapkın düşünceleri olan bir insandır. Melek'e dair
aklından geçenleri gerçekleştirebilmek ve babasına daha fazla para ödememek
onunla gizlice nikah kıyar. Nikah şahitleri de yalıda çalışan Emsal kalfa
ile yalının bahçıvanlığını yapan kocasıdır. İkisi de işlerini kaybetme
korkusuyla onun bu kararına itiraz etmezler. Evlenmelerinden sonraki ilk
yazdan başlayarak, tatillerde yalıya gelen olan Emsal kalfanın oğlu Yalçın'la
Melek arasında iki çocuk gibi bir arkadaşlık başlar. Melek'in içini çıplak
bırakan tuhaf kıyafetlerle manolya ağacının altına gidip gelip bir şeyler
söyler görünce ne olduğunu merak edip anlamaya çalışır ve olanları ancak
üç yıl sonra öğrenir. o zaman artık bir ergin delikanlıdır. Öğrendiği aslında
herkesin bildiği, dahası dahil olduğu bir gerçektir. Hüsrev beyin çevrede
yaşayan insanlara para vererek Melek'e tecavüz ettirmekte ve o sırada da
onları izlemektedir. Emsal kalfa ve kocası da bu duruma seslerini
çıkarmamaktadırlar. Yalçın liseyi bitirdiği sırada sol sempatizanı olmuştur.
Arkadaşları tarafından kendi mahallesindeki işçileri bilinçlendirme işiyle
görevlendirilir. Bu amaçla bir akşam gittiği kahveye Hüsrev bey gelir ve
kahveden gönüllü birini alıp çıkar. Yalçın'ın konudan haberdar olması, sonra
da aynı şeye gönüllü olarak Melek'e tecavüzü de bu sırada olur. Ancak Yalçın
bu olaydan sonra Hüsrev beyi öldürerek Melek'in yaşadıklarına son vermeye
karar verir. Hüsrev beyin başucundaki çekmeceden Hüsrev beyin silahını alıp
saklar ve bir gece, Melek'i yatağından kaldırıp onu kurtaracağını söyleyerek
Hüsrev beyin odasına götürür. Hüsrev beyi Melek’in gözü önünde öldürür.
Hüsrev beyin ölüsünü manolya ağacının altına gömer. Yalçın bu fiilinin Melek'in
kurtuluşunun simgesel bir töreni olduğunu düşünür ve her şeyi onun gözü önünde
gerçekleştirir. Melek ise gördüklerinden dolayı şoka girer. Kendinden geçer ve
ateşlenir. Yalçın'ın niyeti kaçmak olsa da bunu gerçekleştirmezler. Birkaç
gün sonra d olay açığa çıkar ve konu adliyeye yansır.
Yalçın mahkemede cinayeti üstlense de Melek de fail olarak yargılanır.
Tecavüz eden adamlar tanık sıfatıyla fiillerini itiraf etseler de Melek
karşı koymadığı için "tecavüz" olarak değerlendirilmez. Üstelik cinayetin
asli faili olarak kabul edilir ve idam cezası verilir. Yalçın ise yalnızca
işbirliği yapmış kabul edilir ve yaşı da küçük olduğu için hapisle
cezalandırılır. Üstelik mahkeme heyetinde bulunan kadın bir hakimin itirazı
nedeniyle temyiz etme hakkı olduğu hâlde Melek temyiz talebinde bulunmaz.
Romanın üç bölümü vardır ve her bölümde bu yargılama sürecinin bir tarafının
gözünden ve onun duygu ve değerlendirmeleriyle olay yansıtılır. İlk bölümde
çocukluğu oldukça sorunlu geçmiş ve kadınlara düşman olan bir hakim tarafından
olanlar anlatılır. İkinci bölümde Melek kendi konuşma biçimi lehçesiyle, adeta
kendi kendine konuşur gibi olayları başından sonuna kadar anlatır. Kendi duygu
ve düşüncelerini de dile getirir. Bunu yaparken aklında kalan bir türkü ona
yol gösterir. Son bölüm ise Yalçın tarafından bir tür savunma ve ikrar biçiminde
bir anlatıdır.
Yarın Yarın Pınar Kür'ün 1976 yılında Bilgi yayınevi tarafından ilk kez
yayınlanan ilk romanıdır. 60'lı yılların sonları ile 70'li yılların başlarında
yaşanan bir aşk hikâyesi anlatılır. Arka planında ise Türkiye'deki o dönemde
yaşananlar ve solcu gençlerle, politik grupların yaptıkları ortaya konulur.
Bu bakımdan bir dönem ve özellikle de o dönede verilen "1971 muhtırası"
nedeniyle bir darbe romanı olarak kabul edilir.
Romanın kahramanlarından birisi Oktay'dır. Zengin bir kişidir. Evlidir, bir
çocuğu ve Seyda adında bir eşi vardır. Seyda romanın diğer temel karakteridir.
Oktay Aysel adında bir sinema oyuncusuyla düşüp kalkmaktadır. Seviştikleri
bir gün Aysel ondan kendisini yapımcı Sulhi Beyle tanıştırmasını ister.
Amacı, onun yardımıyla büyük filmlerde rol alabilmektir. Aysel yükselmeyi,
üne ve paraya kavuşmayı düşünen tutkulu Emekli bir jandarma başçavuşunun
kızı olan, sonra gizlice girdiği bir güzellik yarışmasında üçüncü olarak
sahne hayatına atılmış bir kadındır. Babası olayı öğrenince kızmış ve döverek
sokağa atmıştır. Aysel ünlü modacı, kadın terzisi Halûk’un yanına sığınmış,
başından bir sürü serüven geçmiştir. Oktay, Sulhi’nin tanıdıklarmdandır.
Bir akşam onu kulüpte yemeğe çağırır. Eşi Seyda ile çocuğu Gil de yanındadır.
Az sonra Aysel de gelir, iyice süslenip püslenmiştir. Oktay onu Sulhi’yle
tanıştırır. Aysel bütün ustalığını kullanarak yaşlı adamı etkilemeye
çalışır. O gece orada romanın üçüncü asıl karakteri Selim de vardır. O da
zengin bir ailenin çocuğudur. Yurt dışında eğitim yapmakta ara ara Türkiye'ye
gelmektedir. O da annesiyle kulübe uğramıştır. Oktay’ları görünce sevinir.
Çünkü hem uzaktan akrabadırlar, hem de Oktay'la Şeyda'nın düğünlerinde o da
bulunmuştur. Gelip masaya oturduğunda gözlerini Seyda’dan ayıramaz. Kadın
da onu anımsamış ve ondan hoşlanmıştır. Birkaç kez dansa kalkarlar. Oktay
bundan tedirgin olmaz, kıskançlık da duymaz. Selim Fransa'da eğitim gördüğü
kız arkadaşı Josette’in etkisiyle sol düşünceleri benimsemiştir. 1968 öğrenci
olaylarına karışmıştır. Yaz tatili dolayısıyla Türkiye’ye gelmiştir. Ertesi
gün Selim Oktay’ların yalısına gider. Seyda buna pek sevinir. Balkonda
birlikte yemek yerler ve uzun uzun söyleşirler. Bundan sonra ilişkileri
gitgide ilerler. Gizlice buluşup sevişmeye başlarlar. Öte yandan, Aysel
ile Sulhi’nin ilişkileri günden güne gelişir. Aysel güzelliği ve kadınlığı
ile Sulhi’yi büyülemeyi başarır. Bir süre sonra onun kapatması olur. Artık
büyük filmler çevirmeye giden yol açılmıştır.
Bir gün, aynanın karşısında taranırken, telefon çalar. Sulhi oğlu
Çetin’i anarşistlerin kaçırdığını bildirir. Kurtulmalık olarak kendisinden
üç milyon lira istenmiştir. Polisin bütün araştırmaları boşa gider. Sulhi
umutsuzluğa düşer. Parayı ödemek zorunda kahr. Çetin’i kaçıranlar Selim’in
devrimci arkadaşlarıdır. Şimdi de Oktay’ın çocuğu Gil’i kaçırmayı
tasarlamaktadırlar. Bu işi Selim’e yaptırmayı düşünürler. Fakat Selim
öfkeyle karşı çıkar. Uzun boylu tartışırlar. Sonunda vazgeçerler. Selim
geceleyin yalıya uğrar. Seyda ile konuşurlar. Boş oturduğunu, hiçbir işe
yaramadığını söyleyerek onu eleştirir. Kadın üzülür. Aynca onu yitirmekten
korkar. Çeviriler yaparak takma adla dergilere gönderir. Böylece, Selim’in
gözüne gireceğini düşünür. Fakat gittikçe bu işten hoşlanır. Selim bir ara
Ankara’ya gider. 12 Mart dönemidir. Sıkıyönetim bütün şiddetiyle sürmektedir.
Devrimciler tutuklanmaktadır. Şeyda gazetelerden olaylan kaygıyla izlemektedir.
Korktuğu bir gün başına gelir: Gazeteden Selim’in bir çarpışmada öldürüldüğünü
öğrenir. Derin bir sarsıntı geçirir. Hemen hastaneye kaldırılır. O sırada polis
Selim'in o dönemde kaldığı Oktay'ın yalısında bazı şeyler bulur ve Oktay'ı göz
altına alarak uzun bir sorguya tabi tutarlar. Asıl olarak karısını suçlamaktadırlar.
Onun da örgüt üyesi olduğunu iddia etmektedirler. Oktay söylenenlerin hepsini
redddeder ve serbest bırakıldığında da karısını yattığı hastaneden apar topar
çıkarır ve yurt dışına giderler. Uzun bir süre tedavi görür. Güçlükle iyileşir.
Sıkıyönetim kalkıncaya değin İsviçre’de kalırlar ve sonra geri dönerler.
Roman en sonunda Seyda'nın Selim'in mezarını ziyaret edip onunla konuşurken
biter.
Biyografisi:
Havva Pınar Kür 15 Nisan 1943 tarihinde Bursa’da doğdu.
Çocukluğu, ailesinin işi dolayısıyla Anadolu’nun çeşitli kentlerinde ve
bir süre de Londra’da geçmiştir. Kür’ün babası, matematik öğretmeni,
Behram Kür ve annesi emekli öğretmen ve yazar İsmet Kür o yılların
Cumhuriyet kuşağı idealist öğretmenlerindendir. Bilecik’te görev yapan
aile doğum için Bursa’ya gelir ve Pınar Kür’ün doğumundan sonra tekrar
Bilecik’e döner. Aile bir süre sonra da Zonguldak’a yerleşir. Babasının
buradaki maden işçileriyle sık görüşmesi ve sol görüşlü bir çevre
edinmesiyle sıkıntılı günler yaşayan aile 1949 yılında Ankara’ya taşınır.
Aile Ankara’ya taşındıktan kısa bir süre sonra yazarın kız kardeşi Işılar
Kür dünyaya gelir. Işılar yazarın çocukluğunda ve sonraki hayatında önemli
bir rol oynar. Yazar kız kardeşi için “Bugün en yakın arkadaşım, en
güvendiğim insandır” ifadesini kullanmaktadır. Pınar Kür’ün annesi İsmet
(Zorlutuna) Kür, Bağdat doğumludur. Yaşadığı döneme ve içinde bulunduğu
ortama göre çok kültürlü, aktif ve iddialı bir kadındır. Yazarlık hayatı
o yıllarda başlayan İsmet Kür’ün ilk şiir kitabı Yaşamak ailenin Zonguldak
yıllarında çıkar. Daha öncesinde yazdığı piyes de, Halk Partisi’nin
düzenlediği bir yarışmada ikincilik ödülü alır. Güçlü, çalışkan ve
girişken bir kadın olan anne İsmet Kür, yazarın kişiliğinin oluşmasında,
eğitim ve çalışma hayatının şekillenmesinde şüphesiz en önemli rolü oynar.
Yazarın hayatındaki bir ikinci güçlü kadın figürü de yazar ve şair olan
teyzesi Halide Nusret Zorlutuna’dır. Küçük yaşlardan itibaren yazmaya
özendirilen ve yüreklendirilen Pınar Kür’ün teyzesinin kızı Emine Işınsu
da bir yazardır. Yazarın babası Behram Kür ise, Sovyet Devrimi’nden kaçan
bir Azeri göçmenidir ve Türkiye’de ailesinden -amcası dışında- kimse
bulunmamaktadır.
Pınar Kür, henüz ilkokul yaşına gelmeden Zonguldak’ta ilköğrenimine
başlar. Okuma bildiği için okulda zorluk çekmez. Ertesi yıl ailenin
Ankara’ya taşınması sonucu, ikinci sınıfa Kurtuluş İlkokulu’nda devam
eder. İsmet Kür otuzlu yaşlarında iki çocuğunu da alarak İngiltere’ye
gider. Böylece Pınar Kür’ün Londra macerası da başlamış olur. Kız kardeşi
ile yatılı bir okul olan Raymonds School’a başlar. Uyum sürecinde
sıkıntılar yaşayan aile bir yıl sonra Türkiye’ye döner ve iyi düzeyde
İngilizce öğrenmiş olan Pınar Kür Ankara Kolej’e yazılır. Üç yıl sonra
babasının UNESCO’da görev alması sonucu aile Amerika’ya gider. Ailesi
Kür’ü nezih bir semtte bulunan Forest Hill High School’a gönderir. Yazar,
bu yıllarda henüz on dört yaşlarında genç bir kızdır. Burada da iki yıl
kadar uyum süreci yaşar, uzun süre çevre edinemez ve yalnızlık çeker.
Son sınıfta okulun tiyatro kulübüne giren Kür, o yıllarda “anlaşılmayan
genç kız romanları” yazmaya başlar. Bu romanları İngilizce olarak yazan
Kür’ün Türkçesi de oldukça iyidir. Zira bilinçli bir kadın olan annesi
evde Türkçe konuşmanın yanı sıra çocuklarına Nazım Hikmet, Sait Faik
Abasıyanık, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi önemli isimleri okutur.
Tiyatroyu çok seven ve çocukluğundan itibaren tiyatrocu olmak isteyen
Pınar Kür, on yedi yaşında ilk piyesi “Cowards All”u İngilizce olarak
yazar. Bu yıllarda Chris adında tiyatrocu bir gence de âşık olmuştur.
Yazar, ertesi yıl Türkiye’ye kendinden önce dönmüş olan annesinin ve kız
kardeşinin yanına gelir. Pınar Kür Robert Kolej’e (şimdiki Boğaziçi
Üniversitesi) yazılırken, kardeşi Işılar Kür önce Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi’ne, sonraki yıl ise buradan ayrılarak Güzel Sanatlar Fakültesi
heykel bölümüne girer. Yazar, aynı yıllarda Robert Kolej Tiyatrosu’nda
pek çok önemli oyunda baş ve yan rollerde oynar. Oyunculuğu beğenilen
yazara Şehir Tiyatroları’ndan teklif gelir. Ailesinin bu duruma şiddetle
karşı çıkması sonucunda, Pınar Kür oyunculuktan vazgeçse de oyun yazmaya
devam eder. Sahnelenen ilk ciddi piyesi, İki Başlı Adamın Tek Eli adlı
oyununu koleji henüz bitirmeden yazar. Üniversite hayatı boyunca
politikayla hiç ilgisi olmayan yazarın siyasi uyanışı Paris’e gittikten
sonra olur. Yazar, eşi Can Kolukısa ile 1962 yazında tanışır ve 1964
yılında da evlenir. Kür, evliliğinin üzerinden henüz on beş gün geçmişken
eğitimi için Paris’e gider. İktisat Fakültesi öğrencisi olan eşi ise
bitirme sınavları nedeniyle kendisine daha sonra katılacaktır. Yazar önce
bir dil okuluna devam eder, sonra da Sorbonne Üniversitesi’nde
Karşılaştırmalı Edebiyat alanında doktoraya başlar. Paris yıllarında pek
çok kültürel, sanatsal ve politik etkinliğe katılır. Eşi ile birlikte
sinemalara, tiyatrolara gider, çeşitli yürüyüşlerde yer alır, Paris’i
yakından tanır.
Üniversite öğreniminin ardından beş yıl Paris’te yaşar ve Fransa’da
Sorbonne Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat alanında doktora yapar.
Doktora çalışması “Yirminci Yüzyıl Tiyatrosu’nda Gerçeklik ve Yanılsama”
üzerinedir. Çift, Paris yıllarında aynı evi paylaşsa da yazarın ifadesine
göre evli bir çift gibi değil daha çok sevgili gibi yaşar. Yazarın zaten
iyi gitmeyen evliliği beş yılın sonunda boşanmayla sonuçlanır. Pınar Kür’ün
evliliğinin dördüncü yılında Emrah adında bir oğlu olur. Aktör olan Emrah
Kolukısa, Fazilet Kolukısa ile evlenir. Bu evlilikten yazarın tek torunu
Cem dünyaya gelir. Yazar, 19711973 yılları arasında Ankara Devlet
Tiyatrosu’nda dramaturg, 1979-1995 yılları arasında aralıklarla İstanbul
Üniversitesi’nde okutman olarak çalışır. Yazarlığın yanı sıra gazetecilik
de yapan Kür, çeşitli gazete ve dergilerde tiyatro eleştirileri yazar, çok
konuşulan röportajlar yapar. İngiliz ve Fransız edebiyatından pek çok
eseri Türkçeye kazandırmış bir çevirmen olan yazar, 1996’dan bu yana
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Medya İletişim Sistemleri Bölümü’nün
öğretim kadrosunda görev yapmaktadır.
Pınar Kür, romanlarını ve öykülerini aşk, iktidar ilişkileri
(kişiselsiyasi), cinsellik, kadın ve cinayet gibi konular etrafında
şekillendirmiştir. Bu konuları hemen her eserinde belli bir düzeyde bir
araya getirmiştir. Birkaç siyasi ve toplumsal olay hariç, ulusal, sosyal
ve toplumsal herhangi bir konuyu ele alıp incelememiştir. Özellikle
öykülerindeki konuların soyut olduğunu söylemek mümkündür. Konuları
bakımından birbirini tamamlayan ilk öykülerinde, yaşamdan kopuk insanların
dünyalarını ele almıştır. Akışı Olmayan Sular adlı kitabında duygusal yanı
ağır basan ve erkeklerin ağzından anlatılan öyküleri toplamıştır. Yazarın
ilk romanı "Yarın Yarın"dır. Aşkın yanında bir diğer önemli konu da
iktidar ilişkileridir. Bu ilişkiler kimi zaman iki farklı siyasi görüş
arasında yaşansa da konunun daha çok kişisel üstünlük ve erk mücadelesi
şeklinde işlendiği görülür. Son üç cinayet romanında, romanın kahramanı,
yazar Akın ile matematik profesörü Emin Köklü’nün mücadelesine tanık
oluruz. Burada hem kişiler hem de matematik ile edebiyat (yazarlık)
mücadelesi karşımıza çıkar. Pınar Kür bu metinde alanlarda birinin
diğerine üstünlüğünü değil, böyle bir gerilim oluşturarak, ikisinin de
birbirinden beslendiğini göstermeye çalışır.
Yazar, hemen her romanında kadın sorunlarına da değinmiştir. Kadının
toplumsal ve sosyal yönü kadar onun iç âlemini, hayallerini, beklentilerini,
duygu ve ruh dünyasını da inceleyerek gözler önüne serer. Bu nedenle yazarın
romanlarında ana karakterin genellikle kadınlar olduğu gözlemlenir. Bu
kadın kahramanların daha çok orta sınıfa mensup, eğitimli, kültürlü
kadınlar olduğu görülür. Pınar Kür’ün kadın konusuyla bağlantılı ve
özellikle ilk romanlarında rastlanan cinsellik teması Asılacak Kadın
romanında başlı başına ele alınır. Cinselliği bu kadar açık işlemesi,
yazarın pek çok eleştiri almasına neden olur. Son romanlarının konusunun
cinayet olması, Kür’ün yazın hayatında yeni bir konunun yanında yeni
türler ve yeni teknikler denediğine dikkat çeker. Romancılığında
“postmodern doğrultuda yeni bir aşama” olarak kabul edilen Bir Cinayet
Romanı ise, Türk romanında yeni arayışlara da örnek gösterilir. Yazar,
hem içinde cinayet işlenen polisiye türde bir roman hem de bu roman
aracılığıyla polisiye tür üzerine yazılmış bir üst kurmaca sunmaktadır.
Bir Cinayet Romanı ile başlayan bu arayış, Sonuncu Sonbahar ve Cinayet
Fakültesi’nde benzer şekilde devam eder. Yazarın romanlarında okuyucun
ilgisinin sürekli diri tutulmaya çalışıldığı görülmekle birlikte özellikle
polisiye türdeki son üç romanında düğümlerin iyi atıldığı ve merak
unsurlarının başarılı bir şekilde kullanıldığı gözlerden kaçmaz. Ancak
şunu da belirtmek gerekir ki, özellikle polisiye romanlarında olayların
gelişmesini sağlayan rastlantılara çok fazla yer verilir.
Akışı Olmayan Sular adlı ikinci öykü kitabı 1983 yılında yayımlanır.
1984 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanır. Kitapta birkaç öykü
hariç çoğunlukla erkek kahramanlar ön plandadır. Son öykü kitabı Hayalet
Hikâyeler Mayıs 2004’te yayımlanır. Hikâyelerdeki kahramanlar geçmişle
bir hesaplaşma içindedirler. Öykülerin kahramanları geçmişlerinde açık
kalmış kapıları sonsuza kadar kapatabilmek uğruna tuhaf ziyaretçilere
ister istemez kulak verirler. Ancak kimi yaşamındaki gizemin peşine
düşerek yüzleşmeyi tercih ederken, kimisi de gerçeklerden kaçıp unutmayı
seçer.
Yazarın Bir Kadın Bir Hayat, Asılacak Kadın ve Yarın Yarın kitapları
sinemaya da uyarlanmıştır. Halen İstanbul'da yaşamaktadır.
Kaynak: "Pınar Kür"
Türkiyeli Kadın Yazarpar Projesindeki sayfa
Yapıtları:
Romanları:
Yarın… Yarın… (1976);
Küçük Oyuncu (1977);
Asılacak Kadın (1979);
Bitmeyen Aşk (1986);
Bir Cinayet Romanı (1989);
Sonuncu Sonbahar (1992);
Beşpeşe (2004);
Cinayet Fakültesi (2006);
Öyküleri ve diğer yazıları:
Bir Deli Ağaç (1981);
Akışı Olmayan Sular (1983);
Hayalet Hikâyeleri (2004);
Söyleşileri:
Aşkın Sonu Cinayettir: Pınar Kür ile Hayat ve Edebiyat, Mine Söğüt (Söyleşi).
Yazar ve kitapla ilgili yazılar:
* "Pınar Kür’ün Romanlarında Anlatıcı – Kurmaca Ve Gerçeklik"
Funda Keskin, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi (2012)
* "12 Mart Romanlarinda Aile Yarın Yarın, 47’liler"
Ahmet Alver, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2009,