Tol

 Kürtçe intikam anlamına gelen Tol iç içe geçmiş insan, mekân, siyasi olay ve ilişkilerin son derece karmaşık, gerilimli ve gizemli bir hikâyesini anlatır. Romanın iki temel karakterinden birisi olan otuz yaşındaki Yusuf bir yayınevinde düzeltmek olarak çalışmaktadır, ancak “bölücü”, “terörist”, “mimlenmiş” olduğu için işinden kovulur. Bunun üzerine hayata küser ve intihar etmeyi kolaylaştıracağını düşünerek sarhoş olur. Uyandığında bir trenin kompartımanındadır ve daha önce hep gittiği meyhanenin müşterilerinden birisi olan Şair’le birliktedir ve yolculuk etmektedirler. Bu yolculuğun Diyarbakır’a doğru olduğunu öğrenir. Ancak yolculuk sırasında ülkenin çeşitli kentlerinde kitlesel ayaklanmalar olduğunun farkına varır. Düzenli bir şekilde binalar havaya uçurulmaktadır. Şairle birlikte trenin durduğu istasyonlardan sürekli içki almaktadırlar ve ikisi de sürekli sarhoşluk hâlindedirler. Şair ona bir dosya verir ve okumasını ister. Yolculuğun durakları arasındaki diyalogları bu dosyanın içindeki hikâyelerle bölünür ve okur hem yolculuğu, hem de hikâyeleri birlikte okur.
Romanın "T", "O", "L" adlarını alan üç bölümünde toplam 15 hikâye yer almaktadır. İlk bölümdeki hikâyelerin daha sonra Topal Ahmet ve Oğuz adlarını alan Yusuf'un babasının yazdığı anlaşılır. Bu hikâyeler aslında bir bütündür ve bu bütünün içindeki kimi karakterlerin öykülerinden oluşur. Yolculukla araya giren hikâyeler düzenli bir sıra izlerler. Bu hikâyelerin adları sırasıyla "İnciler", "Sinekler", "Şişeler", "Balıklar", "Yağmurlar" ve "Santimler"dir. Bu öyküler gerek anlatılan kişiler, gerekse onların yaşadıkları olaylar ve yaptıklarıyla parçalı, kırıntılı, bölük pörçük bir şekilde dile getirilir. Bir yandan da romandaki merak unsurunu oluşturur. Çünkü burada anlatılan kişiler, çocukluklarından itibaren sürekli gerilimli ve çatışmalı bir yaşam sürmektedirler. Bu yaşam aslında ülkenin iki buçuk darbesinin de yaşandığı yılları kapsamaktadır. Gerçekle hayal, hayalle kurmaca içiçedir. Bu arada sürekli içtikleri için asıl hikâyenin içindeki gerçeklik de sürekli bir hayal unsurlarıyla bir aradadır. Bu mola anlarında süren savaş ve çatışmanın aslında sadece Türkiye'de değil dünyanın birçok ülkesinde olduğu ve sürdüğü anlaşılır. Devrimci isyancıların bu eylemleri mevcut iktidarın bu darbe dönemlerinde uyguladığı sistematik şiddetle birlikte sürmektedir. Bu kahramanların bazıları bu şiddetin içindedirler ve maruz kaldıkları kimi olayların intikamını almak için de hareket etmektedirler. Roman edebi anlamda ironik, alaycı, mizahi ve şiirsel bir dille sürer gider.
İkinci bölümde yer alan hikâyelerin başlıkları ise "Çöpler", "Tüfekler", "Muhabbetler", "Kelimeler" ve "Köpekler"dir. Bu hikâyelerin kahramanlarından birisinin de şair olduğu ve onun arkadaşlarının başından geçtiği anlaşılır. Bu bölümün sonunda Şair sığındığı gecekondu mahallesinin, adeta 11 Eylül 1980'de ağabeyi İsmail’in ziyaretinden sonra 12 Eylül sabahı özel tim tarafından yerle bir edilmesini anlatır. Bunun ardından gelen son bölümdeki "Perdeler", "Aynalar", "Tabaklar" ve "Mektuplar" başlıklı hikâyelerden ise kahramanlar ve kişiler arasındaki ilişkilerin ne olduğu ve sonlarının nasıl olduğu öğrenilir.
Romanda devletin uyguladığı sistematik şiddet ve ülke adına işlenen cinayetler romanın ustaca kurgulanmış dünyasında bir tür estetik malzemeye dönüşerek romanın sihirli, gerçeküstü ve gerilimli dünyasıyla birleşir. Anlatının sonunda dağılan, bölünen, yarılan çaresiz kahramanlara paralel, devrimcilerin saldırılar ve bombalamaları sonucu kontrolü ve iktidarı kaybetmiş düzensiz bir toplumla karşı karşıya olunduğu anlaşılır. Tren Diyarbakır'a vardığı sırada verilen bir haberden dünyanın büyük bölümünün isyancıların kontroluna geçtiği, askerlerin çoğunun isyancılara katıldığı, bu arada da aslında Gabar dağında kendisini kaybettirmiş olan Topal Ahmet yani Yusuf'un babası Oğuz'un dağdan inmekte olduğunun haberi verilir.

* Can Yayınları'nın sitesinde yer alan kitabın ilk 20 sayfasının pdf örneğinin bağlantısı

 

Merhume

Merhume Merhume Yazarın 2007 yılında yazmaya başladığını söylediği, 2011 yılında o zaman yazarı olduğu radikal gezetesinde bir bölümü yayınlanan ve ilk kez şubat 1016'da April Yayıncılık tarafından basılan, ikinci kez mart 2021'de Can yayınları tarafından yayınlanan romanıdır. Roman asıl olarak bir ölümün sorgulanması üzerine kurgulanmıştır. “Ülkenin en haysiyetsiz, en alçak, en satkın gazetesinin gündem toplantısı… Şeytan gibi akıllı, yılan gibi tahsilli, zehir gibi kültürlü köleler sıfatıyla dizilmişiz masanın etrafına…” diye çalıştığı gazeteyi tanımlayan Kültür Sanat Editörü Evren Tunga’nın kaset çözümleri romanın ana izleğini oluşturuyor. Yaşamını yitiren Evren Tunga’nın geride ıraktığı 14 kasetin çözümü, kitabın başında ardı ardına çeşitli başlıklarla yer alır. Daha sonra Evren Tunga'Nın isteği üzerine bu kasetlerden bir roman yazmayı üstlenen yazar Yusuf Sertoğlu tarafından yazılmış dört adet not defteri ve Şevket Kara’nın tuttuğu bir adet günlük romanın malzemesini oluşturur. Romanın içinde böyle bir malzemeden yola çıkılarak yazılacak bir romanın nasıl bir kurgusu ve içeriği olmasına dair bazı saptamalar da yer alır. Romanda ayrıca çoğu kaset çözümlerinin içinde yer alan Tezgel Arif Efendi’nin Son Safha adlı eserinin çeşitli bölümlerinden yapılan hikâyecik ve aforizmalar da mevcuttur. Romanın son bölümü ise ölümün nasıl ve neden meydana geldiğinin anlatıldığı son bölümle biter.

* Can Yayınları'nın sitesinde yer alan kitabın ilk 20 sayfasının pdf örneğinin bağlantısı

 

 Biyografisi:
Murat Uyurkulak 1972 yılında Aydın'da dünyaya gelmiştir. İzmir Çamdibi Devrim İlkokulu'nu ardından İzmir Bornova Anadolu Lisesi'ni bitirmiştir. Yüksek öğrenenimi Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Bölümü'nde tamamlamıştır. Daha sonra hukuk bölümündeki ilgisini sanata çevirmiş ve sanat tarihi alanında eğitim almıştır. Uzun süre Radikal gazetesinin dış haberler bölümünde çalıştı. Milliyet Sanat, Gate, Radikal Kitap gibi dergilerde yazıları yayımlandı. Tol adlı ilk romanı Tiyatro Oyunevi tarafından sahneye uyarlandı. Bu kitabı, Almanca, Fransızca ve İtalyancaya çevrilerek yurt dışında da yayınlandı. Dahil olduğu "Afilli Filintalar" grubunda yer aldı. 2016'da "Babam ve Ailesi" adlı tv. dizisinin senaryo ekibinde yer aldı. Özgür Gündem gazetesiyle dayanışma için üstlendiği nöbetçi yayın yönetmenliği nedeniyle 15 ay ceza aldı ve cezası ertelendi.

Yapıtları:
Romanları: Tol-Bir İntikam Romanı (2002); Har-Bir Kıyamet Romanı (2006); Merhume(2016)
Öyküleri ve diğer yazıları: Bazuka (2011);

Yazar ve kitaplarla ilgili yazılar:

* "'Tol'u bir hayvan olarak yazdım"        Murat Uyurkulak, Radikal Gazetesi, 22.04.2005

* "Edebiyatımızın ‘Kekeme Çingenesi’"        Meltem Gürle, Pazartesi Dergisi, 24.05.2010

* "'Tol', roman!"        Yıldırım Türker, Radikal Gazetesi, 03.11.2002

* "M.Uyurkulak: Benim için umut; komünistler ve anarşistler" Ezgi Çelik, Birgün, 03.01.2016

* "Bi öpücük versene"        Hakan Yücefer, Kişisel Bloğu, 20.11.2009

* "Murat Uyurkulak'tan şiir gibi bir roman: Merhume"    güzella bayındır, Kitap Eki, 10.02.2016

Üyelerimizin Tol Romanı İle İlgili Değerlendirmeleri:
Mustafa Sütlaş okuma buluşması için onun ilk romanını seçerken yaptığım araştırma sırasında bir önce okuduğumuz coetzee'nin "utanç" romanıyla ve ondan bir önce okuduğumuz ağaoğlu'nun "hayır..."ıyla bağlar kurdum ona ve kitaba dair yazılanları okurken. "utanç"la kurduğum bağ yaptıklarından ve yapmadıklarından dolayı hissedilen utanç duygusunun bir başka bağlamda da olsa bu romanda olduğunu düşündüm. okurken de doğrusu bunun doğru olduğunu anladım. romandaki bütün karakterler, kızgınlık, pişmanlık, intikam, çaresizlik, vb. bir çok duyguyla birlikte doğrudan dile getirmeseler de bir de "utanç" yaşıyorlardı. bu utancın aynı kapıya çıkan, dolayısıyla aslında karşılığı aynı olan iki nedeni vardı: "yaptıkları" ve "yapmadıkları" ya da "yapamadıkları" ikinci yapıt olan "hayır..."la kurduğum bağ da tam bu noktadaydı ve iki unsuru vardı. bir toplumun tarihinin bir başka bakış açısıyla anlatılması ve tüm karakterlerin aslında tüm olup bitene "hayır..." demek istemeleri. iki yapıttan farklı yanları da vardı kuşkusuz. o da anlattığı süreç içinde aslında hep "yok sayılsalar da" bu sürecin aktörleri olmaları. evet yaşam hem "utanç"ta, hem "hayır"da aslında doğrudan eyleyici ve anlatıcı rolünü üstlenmeyen, bir anlamda varken yok sayılan aktörler tarafından hem eyleyen, hem anlatan olarak dile getiriliyor olmasıydı. utanç'ta ne melanie'nin ne de adı bile zikredilmeyen tecavüz eden çocuğun sesini duymuyorduk, hayır...'da da öyleydi. cemal'in sesi doğrudan çıkmıyordu, ölen, öldürülen, kaçan gençler hikâyenin asıl eyleyenleri olmasına karşın sesleri çıkmayan kesimleriydi. ama "tol"da tamamen onların seslerini duyuyorduk. aslında belki orada da bazı başka eyleyenlerin sesleri çıkmıyordu ama asıl aktörlerin seslerini duyuyorduk hep. burada tabii o seslerin yaptıklarının nedenleri ne olursa olsun, çıkan seslerin çeşitliliği, yüksekliği, sokak diliyle olması kadar naifliği, içtenliği ve bir anlamda çaresizliğini anlatıyor olması da önemliydi. bence "tol" diğer ikisi gibi bir toplumun uzunca bir döneminin yaşanmışlığını hem somut, hem de soyut düzlemde yeniden yaratan bir ifade, bir yazma denemesi. sadece politik ve teorik yapıtlarda mangalda kül bırakmayan ifadelerle ifade edilenlerin daha düzcesi, daha sıradancası ve daha gerçeği önümüze seriliyor. iki darbe ve onun izlerini bundan en çok etkilenenlerin gözünden ve son hâllerinin ne olduğu ortaya konularak anlatılıyor. romanın biçimsel özellikleri bakımından da özgünlüğüne dair önceden okuduklarımı romanın içinde gözlemlemek hoşuma gitti. iki büyük ustalık vardı bence bir ilk roman olmasına karşın: ilki zekâ! kişilerin birbirleriyle ilişkileri ve olayların birbirlerine bağlanması ustaca kotarılmış bir hikâyenin varlığını ortaya koyuyordu. ikinci ustalık da dilde ve söyleniş biçimindeydi. argo, sokak dili, "kötü lâflar", küfür, şiddet, çatışma ve savaşın dilindeki her şey romanda yer alsa da, üstelik bunlar çok basit bir şekilde dile getirilse de içtenlik sürekli hissedilen önemli bir unsurdu. için yalan, sahte, kandırmaya yönelik hiç bir şey yoktu. bunun gibi bir de kahramanlar genellikle erkek olmasına karşın belirgin bir eril ve egemen söylem de yok. en güçlülerle en güçsüzler dil olarak ve birbirlerine yönelik ifadelerinde tümüyle eşittiler. ironi ve alayın ağır basması, çok acı, hatta pis şeyler her anlatılsa da her sayfada okuyanı gülümsetebiliyor olmak, bir yazar açısından büyük başarı bence. tabi eleştirecek unsurlar da yok değil. romanın içiçe iki metin hâlinde sunulmuş olması, küçük hikâyelerden oluşan bir büyük metin oluşturması keyifli bir okumayı sağlasa da bence "kolaya kaçan" bir yaklaşım olmuş. bunun roman içinde roman olarak dile getirilmesi sık tekrarlanan ve alışılagelmiş bir yöntem olması nedeniyle bende "başka türlü de yazılabikleceği" duygusunu uyandırdı. ikinci eleştirim son bölümdeki oğuz/topal ahmet'in mektuplarının son bölümündeki politik çözümleme ve ajitasyon ifadelerinin fazlalığı. yazar bunları "içerden" bildiğini göstermek için yazmış bunları muhtemelen ama "olmasaydı ne eksilirdi metinden" sorusunu sorduğumda doğrusu bir karşılık bulamıyorum. yazarın diğer yapıtları için de bende bir merak uyandığını ekleyeyim.

Ayşen Mert: Murat Uyurkulak Tol kitabını okudum, daha önce de Bazuka isimli öykü kitabını okumuş idim, biri ilk kitap biri de yanılmıyorsam son kitap, yazarın tam isabet cümleleri, aklından geçen iyi bir kurgu hayali var, bunların kitaplara taşınmasını mükemmel olarak yorumlayamacağım, hatta son kitap ilk kitap olurmuş gibi de düşündüm, Tol karakter bakımından çok kalabalık ve bunların kurgu içinde takibi zor, genel kanım güzel kurulmuş ama güzel kotarılamamış, ilk kez böyle bir kitap okuyanlar için etkileyici olabilir, çoook gerçekçi, çoook bilinen, tanınan, hatta yaşanan... hayata dair olanları M. Uyurkulak bize aktarıyor, üç bölüm ama bölümleri ayıran kesin bir çizgi yok, siyasi yönü ağır basan konu, tıpkı bir tren yolculuğunda çaresiz trenin mecburiyet istikametinde, ara sıra soluklanarak ihtiyaç molası vererek , belki biraz gecikerek, çokça sarsarak, son durağa gelmesi. Çok iyi niyetle, çok mükemmel olması için yazılmış bir kitap, 6 yıl boyunca tekrar tekrar aralıklı olarak ele alınmış, en son Müge İplikçi eşliğinde tamamlanmış, imlaya değişik yerleştirme yapılmış cümleler var, bunların da bir ruh haline ayna olduğunu düşünüyorum, şimdilik söyleceklerim bu kadar.

Cevat Onursal: DİL: Tol bende -yer yer- zorlamaya kaçan ,edebiyat heveslisi lise öğrencisinin özentili dille yazdığı kompozisyon hissi uyandırsa da, bütünüyle ele aldığımda ;yazarın yarattığı dili, dildeki şiirselliği,bir kitabın içine farklı bir kaç dilin nasıl serpiştirilebileceğini,dilin olanaklarını zorlamanın gücünü kullanmasını çok sevdim. KURGU: Kitabın kurgusu , kurgunun temeli diyebilecegim "mektuplar" ve bağıntıları beni çok yordu,zaman zaman geri dönerek bağıntıları izini sürme gereği duydum,sizi bilmem ama kitap bana çok karmaşık geldi ,benzetme yerindeyse sanki bir polisiye okuyordum,ne bileyim belki de bu nedenle ,"Bu kadar karmaşık olmasaydı, sözgelimi Kaan Arslanoğlu 'nun Devrimciler" inin yalınlığında olsaydı daha mı keyifli okurdum?" sorusunu kendime sormadan edemedim. KİŞİLER: Bu kadar çok kişi nasıl sığmış bu romana,bu kadar çok kişiye gerek var mıydı, romana ne kazanırdı ne kaybettirdi soruları bende hala duruyor. SONUÇ: Yaşım itibarıyla o dönemin öznesi, yüklemi tümleci gibi temel öğelerden biri olamasam da, o dönemin "Devrim ,vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi. " diyen "belirtisiz nesne" lerinden biriydim ve çok şükür ki hala öyleyim, hal böyle olunca kitabı siz genç arkadaşlarımdan daha farklı duygularla okudum. Kitapta yaygın olarak görülen ,sanki devrime inananların genel yasam biçimiymiş gibi sunulan; "Kendini değiştiremeden, toplumu değiştirmeye kalkan", çocukluk travmalarının izini taşıyan, depresif , alkolün tutsağı ,küfürle başlatığı cümleyi küfürle bitiren ,cinsellik odaklı yaşayanlar da vardı kuskusuz ne ki, bu tipler, "Halkımız bu haldeyken bize bunlar haram" diyen örgüt tarafından sekter tavırları nedeniyle dışlanır, -neyse o hareket- harekete sempatizanlıkları bile hoş karşılamazdı. Romanın, yenilgiyle hesaplaşmak, kişisel ve örgütsel özeleştiri, duyguların çözümlenmesi, zamanın gücünün nelere kadir olduğunu ,çokça da inançları uğruna yitenlere,yitirilenlere ,yalnızlığa , sefalete mahkûm olanlara,akıl sağlığını yitirenlere bir ağıt olduğunu bilsem de ,kitabı cok karmaşık duygularla, bazen ,"Sanki karşı devrimci biri yazmış " deyip öfkemi dışa vurarak ,bazen yazarı alkışlayarak ,çoğu zaman da için için "ah vah "ederek okudum. Ne bileyim belki Murat Uyurkulak'ın amacı bencileyin sıradan okuru allak bullak etmekti ve amacına ulaştı da...

Havana Öngeoğlu: Kitabın adındaki “TOL” sözcüğündeki üç harfi, kitabın üç ana bölümünün başlığı olarak düşündüm. Belki başka anlamı da vardır. Dört kuşak ve dört kent, bir roman kurgusunda iç içe geçiyor. Romanda acıma yok; sıra dışının olağan fantezilerine ya da sıradanın olağandışı düşlerine konu olabilecek çarpıcı bir intikam öyküsü var. 50'lerden bu yana öldürülen, eziyet çektirilen, teslim alınan, böcekleştirilen tüm kayıp kuşak mensuplarını gözler önüne seriyor. Romanda acıma yok. İntikamın haklılığı var. İntikam, İzmir'de, Yamanlar Dağı'na bakan bir yetiştirme yurdundan, Diyarbakır'daki ciğerciye, İstanbul'daki musahhihin masasından, Ankara Maltepe'deki ucuz bir otel odasına kadar, 'dipteki' türlü mekânlarda büyüyor Tol'un içinde. Murat Uyurkulak, her kentin kaldırım taşlarına sinmiş birer karakteri olduğunu biliyor, onları ücra mekânlarında buluyor, kulaklarından çekip çıkarıyor, berrak tasvirlerle okuyucunun önüne atıyor. Üstelik dört kuşaklık zaman dilimi içinde kentlerin geçirdiği doku değişimini, ki buna çoğu durumda şahsiyetsizleşme süreci demek de mümkün, teşhir ediyor. Evet, teşhir ediyor! "Oysa o sabahtan önce ben, henüz ruhu bütün bir Yusuf'tum...” girişiyle başlayan roman okurken içimi acıttı ve çok zor okudum. Dilini çok beğendim. Edebiyatta farklı bir tür gibi geldi. Çok karakterli, iki kişi arasında gibi gecen bütün romanda birçok öykülerden ve karakterlerden oluşan, acıtan savrulan yaşam hikayeleri. Her öykünün sonunda intikamın haklılığı bir kat daha arttı bende. Roman; epeydir yazmayan ayyaş bir şairle hayattan çoktan vazgeçtiği halde son noktayı koyamayan genç bir musahhihe, Diyarbakır'a yaptıkları tren yolculuğunda eşlik ediyoruz bu romanda. İstasyonları birbiri ardında geçerken Türkiye'nin yakın siyasi tarihi de yavaş yavaş seriliyor gözlerimizin önüne, hem de sesi bize genellikle ulaşmayan aktörlerin ağzından. Murat Uyurkulak bu ilk romanında çok güç bir işi başarıyor: acıklı olduğu kadar komik, eleştirel olduğu kadar yandaş, hüzünlü olduğu kadar ümitli olmayı. Farklı ve güzel bir dili var. Yolculuğun İstanbul’dan Diyarbakır’a doğru sürmesi geçmişle şimdi arasında yaşanılan acıyı pekiştiren bir duygu verdi. Dil olarak daha gündelik, hayatın içinden bir dil kullanılmış. Böyle kıymetli bir edebi metinde bu kullanım çok da başarılı olmuş bence. Kitaptan bir bölüm ise: "çözüldün ve utancından ölecek haldesin. Adın, ancak dünyanın yarısı havaya uçarsa temizlenir diye düşünüyorsun. Zaten durmadan bunu planlıyorsun. Birbirinden nafile intikam planlarıyla oyalanıyorsan. Kafana kurşunu sıkana kadar da bundan başka bir şey yapacağın yok. Geçen sene aldığın o allahlık kırıkkale tutukluk yapmazsa tabii." Olayları insan temelinde ele almış, insanların acıları, acılara dayanma güçleri, savruluşları var. Ama umut hep canlılığını korumakta. İktidarlaşmayanların öne çıkan iki özelliği vardır. Birisi insan olmalarıysa ikincisi insanlıklarına bağlı olarak iktidar karşıtlıklarıdır. Müzik var. Bir ritim üzerine oturtulumuş. Yolculuğun yönü, istasyonlar, her şehirde yaşananlar, öykü sahibi karakterler hep bir müzik ritmiyle verilmiş. Şiirsellik var. Bazı bölümler o kadar şiirsel ki ; "Ülke güvercine kesmişti. Şair'e göz kırptım, o gülerek dilini çıkardı. Pencereden dışarı baktım. Tren uçsuz bucaksız bir bozkırda ilerliyordu. Bir fermuarı çeker gibi..." Dizeleri beni çarptı.

Eser Saraçoğlu: Tol romanını ilk kez 2002 de okudum. Karakterlerin fazla oluşu, kurgusunun parçalı oluşu, çok fazla hikaye ve karakterin arka arkaya anlatılması, olayların dört kentte-İzmir, İstanbul, Diyarbakır, Ankara-Parisi sayarsak beş kentte-geçmesi, zamandaki sıçramalar ve her şeyden önemlisi anlatılanların da sarsıcı olması sebebiyle okunması kolay bir roman değil. Dün de yıllar önce de kendimi kötü hissederek kalktım koltuktan Tol dil kullanımı açısından da farklı. Murat U. altta kalanın, ezilenin diliyle yazmış, kolay değil “Tol” Kürtçe “intikam” demek. Romanın sonunda bir mektupta intikama ilişkin Ahmet’in uzun bir konuşması var, romanın neden yazıldığının tercümesi sanki. Romanı okurken, yoksulluk çarpıyor, ölümler çarpıyor, esmerin tecavüze uğraması çarpıyor, kaybetme hali, intikam duygusu...hepsi çarpıyor insana. Okuyana tokat atmak ister gibi yazılmış roman. Devrim bir türlü gelmiyor.. Bu arada kısa bir not: yaşını başını almış Ahmet, üniversiteli genç kadına olan aşkını anlatırken Coetzeenin utanmaktaki Davidini andırıyor. Yazar kitabın sonunda Ahmet’e intikamını aldırmış, intikamı haklı göstermiş. Kitabın sonunda aklıma takılan soruyu buraya da yazayım ve size de sorayım: İntikam ya da öç alma diyelim hak mıdır her zaman ya da hangi durumda haktır?

Şükran Şenol: Murat Uyurkulak, Tol kitabını okudum. Kitapta Diyarbakır yolunda bir tren yolculuğunda Babasız, genç bir musahhihe olan Yusuf ile epeydir yazmayan şairin Yol boyu rakı, şarap, kanyak, ot,, cin, viski ve bol sigara içmenin eşliğinde Türkiye’nin yakın siyasi tarihi yolculuk boyunca anlatılıyor. ........ siyasi hayatın içinde legal ve ya illegal olarak aktif rol almış, devrim yapmak gibi umutları olan nice insanların darbeler sonucunda parçalanan, dağılan hayatlarını ve sadece aktif rol alanın değil o kişi ile bir şekilde ilişkisi olan her insanında dolaylı olarak bu parçalanmadan nasıl etkilendiğini konu alıyor..... Darbeler sonrasında yapılan işkenceler, sorgu sırasında yaşananlar kitabın kurgusuna özgü bir dille anlatılmış. Yol arkadaşlarının hepsi bir şekilde yolunu bulmuş, ama kendisi delirecek kadar düşünmekten yorgun düşmüş bir insan... Olayların kitapta bazen hüzünlü bazen komik, bazen de eleştirel şekilde anlatıldığını görüyoruz. Roman da anlatılan karakterlerin yaşamlarını öyle yalın ve abartıya kaçmadan doğal bir şekilde anlatmış ki sanki bu kahramanların bazı yönlerini hepsini bir kişide bire bir olmasa da önceden tanıdığımız kişiler de yada kendimizde aynı tür davranış ve yaşantılarını görmüşüz gibi geliyor... Kitabın kendine özgü bir dili olduğunu düşünüyorum. Sanki konuşmalar olduğu gibi yazıya dökülmüş. Kitabın dili de romanın kurgusuyla birlikte çok uyum sağlamış. Solcu, devrimci, idealist bir gurup genç kişilerin eylemci ruhu hakkında zaman zaman alaycı bir dil kullanarak anlatmış. ..Bu tür dizeleri okurken kızdım kendi kendime kişilere haksızlık yapıldığını düşündüm..... Halen yaşadığımız çevrede sorgulayan isyancı ruha sahip bu gençlerin yeri içimizde farklı oluyor. ...Onlara özel bir sevgi duyuyoruz ama bu gençlerin hayat karşısındaki ideallerinin gerçekleşmemesine hayallerinin yerle bir olmasına içten içe üzülüyoruz.... Kitabı okurken bu duyguyu da yoğun bir şekilde yaşadım.. Nedenini anlayamadım yaşadığımız ortamdan kaynaklanan psikolojik durumdan mı bilmiyorum ama kitabı okurken çok zorlandım diyebilirim. .. Kitapta karakterlerin çok fazla olması ve ilk başlarda anlatılan hikâyeler arasında ilişki kuramadım. Kitaptaki Karakterler, zaman, mekân arasında kayboldum diyebilirim. ..Kitabın son kısımlarına doğru anlatım biraz daha anlaşılır ve anlatılanlar kafamda daha net şekillenmeye başladı...

Şule Dandik: Tol kitabını alamamıştım ama sizlerin bu keyifli Sohbetini de kaçırmak istemiyordum storytele abone olup iki günde toplam 8 saatte kitabı dinleyerek okumuş oldum Benim için çok keyifli oldu gerçekten Murat uyurkulak çok farklı bir dil kullanmış bazen anlamakta zorlandım İnsanların bu kadar dipte nasıl yaşadığına şaşırdım 1950'li yıllardan itibaren gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçen Devrim adına katlanılanları, sanki bir sinemacı gözüyle anlatmış Roman kahramanlarının çok kalabalık oluşu olayları ilişkilendirmek de insanı çok zorluyor ama ilerledikçe sanki taşlar yerli yerine oturuyor bu Savaşçı İsyankar ruhlu insanların ne kadar duygusal olduğunu da şahit oluyoruz Örneğin düşük yaparak kaybettikleri Ada bebeğin isminin tekrar romanın sonunda geçmesi ve lağım lardan yükselen patlama seslerinin onunla ilişkilendirilmesi beni çok etkiledi.

Sema Demirsoy: "Devrim Vaktiyle Bir Ihtimaldi ve Çok Guzeldi" tümcesi ile başlayan roman ne yazık ki bir yerlere götüremedi beni.Eserin içine giremedim.Yillar önce "Cavdar Tarlasında Cocuklar"kitabina da girememiş sevememiştim sonra okuma grubumuz zorunlu kılınca ben de kendimi zorladım ve ödülümü de aldım.Eser belleğim e harika bir kitap olarak yerleşti.Murat Uyurkulak ile ilk tanismam"Merhume" kitabi ile oldu.Baska bir kitap klubünün okunacak kitabiydi.Ben değil de edebiyatla benden daha çok daha uzun süreli içli-dışlı olan klüp üyesi bir arkadaşın Ankara'da iken watsap grubuna gönderdiği kitapla ilgili incelemesi hem de daha kitabın yarışında iken çok beğendiği, karakterler arası bağlantıyı anlayınca çok keyif verdiği yönündeydi.TOL kitabi için acaba karakterler bu kadar karışık olmasa,corona günleri değil de normal günler olsa,pdf değil de elimde tutabileceğim bir kitap olsa içine girebilir miydim ben diye düşündüm de eğer zorunluluk yoksa Oğuz Atay,Sevgi Soysal,Zeynep Kaçan okurdum .Sevgiler hepinize.

Rezan Turhan: Önce teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Bu günler de bir arada olmak çok güzel. Katılımcılara selamlar. Önce tol’ un anlamını aradım. “Kemerlerle yapılmış ev, oda, kapı sağlam bir yapı da diyebiliriz” diye tanımlanıyor. Bu tanım dan hareketle, devrimin sorunu yaşayanlarla yapılmasının daha kalıcı olacağını anlatacak diye yorum yaptım Daha sonra Tol’un anlamının başka bir dil de İNTİKAM olduğunu öğrendim. Zaten romanda da bu belirtiliyor. Evet, roman İstanbul’dan başlayıp Diyarbakır’a uzanan bir İNTİKAM romanı idi Başlangıçta romanda hızlı ilerledim. Biraz fazla isimler çıkınca zorlandım. Devrimci harekete farklı bir yerden yaklaşıyor. Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar kitapların da devrimcilere akademik ortamdan ve entelektüel persfektifden bakılmıştı. Burada ise düzenin hırpaladığı, sorunu daha derinden yaşayan bir sınıf üzerinden yaklaşılmış. Farklı bir dili var. Bu anlamda çekici, sürükleyici. Ama zaman zaman buradaki ilişkileri yadırgadım. Tabi bu yaklaşımım burjuva penceresi idi. Aslında devrimci mücadelenin bu insanlara ulaşması, bu insanlarla da sürmesi daha kalıcı olur herhalde. Romanı bir dağda bitirmesi, mücadelenin süreceği anlamında yorumlayabilir miyiz?

Nuray Demirezer Kaya: Öncelikle okuduğum kitap hakkında yorum yapmadan önce ,kitap hakkında araştırma yaparken kapağı ile ilgili bir yazı buldum paylaşmak istedim. Kitabın kapağı hakkında bir yazı Asuman Kafaoğlu Büke, ?Tol?, Cumhuriyet Kitap, 9 Ocak 2003 Tol’da bir başka takıldığım nokta kapağında yer alan Gesner Armand’ın “Karnaval Figürleri” resmi oldu. Neden böyle bir resim seçilmişti kapak için? Resimde önde duran figürün elindeki ip (yoksa bu kamçı mıydı?) darbeler, devrim, işkence, intikam ve adam asmaca ile anlam kazandı ama resme asıl anlamını veren sanırım, romanın ilerleyen sayfalarında karnaval ile devrimin özdeşleştirilmesiydi. Kitabı bitirdikten sonra, bundan daha iyi bir kapak seçilemezdi herhalde diye düşündüm kapağa tekrar bakarken. Kitabın isminin Kürtçe intikam olduğunu öğrendim ama kitap yolda geçen bir romandı.Yusuf ile Şair’in birlikte yolculukları ve içki ile birlikte geçmişe uzanmaları. Şair Yusuf’un babasını tanıyor ve ona hikayeler okutarak yorumlarını alıyor. Aslında başlangıçta okurken çok zorlandığım karmaşık bulduğum bir kitap oldu hatta dün gece tekrar bazı hikayeleri okudum. Anlatılan dönemler aslında yani darbeler ve diğer olayların çoğunu yaşadık ve bazılarını duyduk..Çok sert bir dille anlatılmış (küfürler…) bir kitap ama romanın sonuna doğru düğümlerin çözülmesi yazarın ustalığını ortaya koyması bakımdan önemli.Romanın başlangıcındaki Devrim ile ilgili cümleler ve annesini anlatırken ifadeleri tam bir şiirsellik örneği. Romanda ve ben”BAZUKA” hikayelerinin de bir kısmını okudum genelde alkol tütün ağırlıklı yani içki düşkünlüğünün romanda bu kadar ısrarla yinelenmesini anlayamadım.Zihinleri tamamen alkolle bulanmış halde olmaları kitaplarında genel olarak var gibi görünüyor.”HAR” ı da okumak istiyorum.Ama kitabın sonuda sayfa 247 de geçen bu cümle çok güzel açıklıyor” …Neticede ayyaşlar haklı çıktı. İşte bu yüzden de seviyorum içmeyi. İçen adamdarı zarar gelmiyor, içen adam doğruyu söylüyor… Romanı bazen sanki öykü okuyormuşum gibi hissettim ama TOL zaten öykülerden ibaret. İçinde çok acı olan bir roman,zaten bir makalede de Murat bu romanı yazarken çok acı çekmiştir diye bir cümle okumuştum.” İçtiği her sigaranın, doldurduğu her bardak rakının,biranın, şarabın bu acıyı daha da çoğalttığını biliyorum. Öyleyse okur Tol?u okurken insanın acısının hiç bitmeyeceğini peşinen kabul etmelidir. Tol insanın acısını paylaşmak kadar onu birlikte yaşamaya çağrıdır. Okura düşense bu çağrıya kulak vermektir.” Benim de çok etkilendiğim acı cümleleri “ben sadece sol gözümle ağlıyordum, sol gözüm yaşayan hatırlayan yanımdı..” “otuz yaşıma geldiğimde ise,her kapıdan kışlanmış bir tavuk kadar şaşkındım.” “Annem biraz kaçıktı.İlkokula başlamıştım.İntihar etti” “….yazdıklarım benim kederimdi,bu yüzden kaçınılmaz bir kuvvet taşıyorlardı..” “her yaşın kendine göre bir güzelliği yoktu” Aşağıdaki cümlede alıntı ama çok hoşuma gitti romanı özetlemiş gibi “Kötü annelerin” çocuklarının, iktidarın vurduğu şamarlarla içlerinde biriken kinin intikamı “Tol”…

Sarenur Gökben: Yolları farklı zamanlarda kesişmiş ortak ülküleri olan insanları, geçmiş yaşantılarından ipuçları vererek anlatan bir roman. Farklı anlatıcılar (Yusuf, şair, yazar, Oğuz) olduğundan başta kim kimdir anlamak biraz zor oldu. Bazen geriye doğru tekrar baktıran bir kitap. Her kahramanın geçmişi, hali çok acı ile yüklü. Mutlu oldukları zaman dilimleri çok kısa. Hep bir ülküye ulaşmak için çekilen acılar ve mücadeleden vazgeçmeme durumu. Tüm kahramanların kendilerini suçlamaları (hem de acımadan) yazarın kendi benliğiyle olan çatışmasının aktarımı gibi geldi. Arada mizahi öğe gibi kelimeler kullansa da kitabın acısı geçmiyor. Yalnızlık, umutsuzluk, kendini bırakıverme ve depresyon hali Oğuzun Ankara’daki oteldeki durumundan daha iyi anlatılamazdı. “insanın hep uzak,sert bir hayatlar toplamı olarak yarı heyecen, yarı hüzün ve yarı korkuyla, bu yarım fazla birbuçuk oldu baktığı ama içine daldığında bir daha çıkmak istemediği bataklık. “. Bu dağılmışlık biraz fantastik gelse de kitabı okuduğuma sevindim.

F. Cihan Göktan: İyi ki kitaplar var iyi ki kitapseverler var ?? "Ölümü, ölenleri, yiyerek, durmadan yiyerek, hep yemeyi düşünerek unutuyorlar. Ama ertesi gün yine ha?rlıyorlar ölümü ve oklavalara saldırıyorlar. Ölü evlerindeki yiyeceğin bolluğuna bakıp bakıp çocuklar, keşke şu bütün gün yatakta inleyen kurumuş ninemiz de ölse diye düşünüyorlar" böyle çok çarpıcı cümleler var yukarıdaki bitki akantus bitkisi imiş. romanda geçen.Akantha'yı güzel ama dikenli bir bitkiye çevirir; AKANTHUS. ... AKANTHUS yaprakları doğum- ölüm-yeniden doğumdan oluşan hayat döngüsünü ifade eder. ? Ey büklüm bükük, akantha yaprakları, kufi yazı. Ey yanık tapınağın susuğu, oğlancı imam, on yaşında kızlar seven tepegöz papaz, bu ne aşk, bu ne megalit ve dahi gastrit. Çalışkan komita evinin şehrortası yalnızlığı, ya, ar?k, benim onun önünden geçen yalnızlığım. Of. Ki. Of. Kûfi, Küfi veya Kufi, (Arapça: ????, kufi) Arap yazısının düz ve köşeli çizgilerle yazılan eski bir biçimi veya İslamiyetin ilk yüzyıllarında "Himyerî" yazısının değişmesiyle oluşan; dik, sert, köşeli bir yazı türü olarak tanımlanır. Arapça hat sanatında yaygın olarak kullanılan bir yazı türüdür. yani bi şeyler de öğreniyorsun kitabı beğendim tabii ki. keşke bu kadar çok isim olmasıydı..daha derli toplu olsaydı. sona kadar gelemedim. bir de pdf okumak biraz sevimsiz bir şey.ilginç bir deneyim oldu benim için. mecburiyetten ..şiirsel bir metin.. çok şiirsel.. gerçeklerin şiirselliği..diye tanımladım kendimce şimdi yazarken..

Sema Çamlı: İhtimal devrimlerin ve darbelerin hikayesi, dunyadakilerden de biraz sözediyor. Sert bir kitap ama hızlıca okunuyor,dili akıcı... Su anda hissettiğim duygu hüzün...

Ar-Da: Tol- Kürtçede öç almak demek. Kitabı sayfa 137’ye kadar okudum. Kitapla ilgili olarak şunu söyleyebilirim: Kitabı okurken “”bukowskiyi okuyurum sandım” acayip belden aşağısı köfürler var. Bir yeraltı edebiyatından kesitler okuyorurum dedim kendi kendime. Dil ve sözcük yaratımı bakımından başarılı zevk alarak okudum . Ama birbirleriyle olan ilişkilerinde samimi bulmadım .Hep arkadaşının sevgilisine bir alıcı gözüyle bir aşık olma ve sevdalanma durumu vardı karakterlerde. Bir devrimci başka bir arkadaşının sevgilisini kendisine ayarlamak için çabanın içine girmez biliyorum. Ama Asya’ya olan aşk bana daha sahici geldi şairin. Eşi de biliyordu ve bunun farkındaydı. Hangi insan bunun farkında olup tahamül edebilir ki?Ve Kadınların çoğu nun hayatları silik ve yokluk içinde , ya da içkiden herhangi bir köşede ölmüşler . Romanin geçtiği Diyarbakır-ankara-izmir üçgeninde ise şair”oğuz” diyarbakırda kendini peygamber olarak görmesinin altında yatan neydi acaba? Ve yurttaki Arkadaşın konuştuğu dile nedense bir ötele , bir öteki algısını kafasının altında atamadığını algıladım “ kürtçe diyebilirdi mesela” o dilin zenginliğinden dem vuruyor ama dilendirmesine nedense uzak duruyor Umut otelindeki yaşam ve anlatı bana daha çok sahici geldi. Ve Çoşkun öğretmenin onu kendisini aralarına almama gibi bir derdi olmadığını düşünüyorum Ve umut otel’indeki yaşantıda bana daha çok anayurt oteli gibi geldi

Yazar ve yapıtla ilgili bazı yayın ve dokümanlar facebook grubumuzun dosyalar bölümünde de yer almaktadır.