"Delirerek Ölenlere" atfıyla yayınlanan ve içinde eşi Bahadır Baruter tarafından yapılmış özgün resimlerin olduğu ilk basımı 2011 yılında yapılan kitabın içinde 21 hikâye bulunmaktadır.
İlk hikâye olan "Annemin O Harikulâde Saçları"nda amcasına âşık olan annesinin saçlarının babası tarafından kesildikten sonra annenin banyoda kendisini asarak intihar etmesi kızının gözünden anlatılmaktadır. "Beni Öldürmek İsteyen Muhteşem Hayat" adlı ikinci hikâyede ölümü bekleyen yaşlı bir kadın döktoruna kendisinden, öldürülen çocuklarından, hayatın ve ölümün "muhteşem"liğinden söz etmektedir. Üçüncü hikâyenin ise "Kürt Kediler Çingene Kelebekler"adını taşımaktadır. Öyküde eski evinde yalnız yaşayan bir "madama" evini mekân tutan Kürtlerden ve çingenelerden söz etmekte, onlardan nasıl korktuğunu anlatmaktadır. Kitabın dördüncü hikâyesi olan "Hatmi Çayı"nda ise kendisine zaman zaman şiddet uygulasa da, onu seven küçük bir kızın gözünden, evde yeni ölen babasıyla olan konuşması yer almaktadır. Sonraki öykü olan "İçinde Ateşe Yakın Bir Şey Olan Kadın"da da yine bir kadın anlatılmaktadır. Daha önce bir şairin yaşadığı bir evde oturan üstüste çok sayıda giysi, özellikle de şifon elbiseler giydiği için orospu sanılan kadının son gecesinde, onu orospu sanan, ancak deli olduğunu bilemeyen genç bir oğlan evine gelir ve ondan ölmeden önce son bir öpücük ister. Gencin elinde intihar etmek üzere aldığı bir kutu jilet vardır. Kadın oğlana verdiği öpücük karşılığında jilet kutusunu alır ve kendini keser, günler sonra ölüsü bulunur. "İyi Geceler Ölü Kediler" adlı öyküde ise bir çöplüğün yanında bir basamakta oturan ve etrafındaki üç kediyle Fransızca konuşan yaşlı bir kadının başından geçenler anlatılmaktadır. Kitabın yedinci öyküsü olan "Maharetli Pembe El"de ise elinin kanca şeklinde olduğunu düşünen bir kadının doğurduğu kızına elini batırıp sakatlayacağı korkusuyla kasaptan aldığı kancaları bileklerine batırıp öldürmesi anlatılır. Sonraki öykünün adı "Kendi Hayatlarımızı Yaşamak Varken"dir ve bu öyküde ise bir antikacı dükkânının alt katındaki küçük bir odada yaşayan bir delikanlının, kendisine içmek üzere antika porselen bir fincanla çay getiren ölü gibi yaşlı bir kadınlar olan diyaloğu vardır. Kadın delikanlıya, hem kendi hem de porselen fincanın hikâyesini anlatır. "Madam Arthur Bey" adındaki hikâye ise yazar tarafından daha sonra kendi başına bir romana dönüştürülecektir. Bu öyküde eşcinsel bir erkek olan Madam Arthur Bey'in ilginç yaşamı, seviştiği Bay Dragon'un, büyüyünce onunla sevişeceğini söyleyen kızını nasıl dövdüğü anlatılmaktadır. Bir sonraki öykünün adı "Naz Neden Derine Gömmez Kediyi"dir. Bu öyküde de bir gar bekçisi ile gardaki eski vagonların birinde yaşayan, saçları halat gibi bir deli kadının kızı olan Naz'ın hastanelerden çaldığı bebekleri öldürüp yandaki arsaya gömdüğü ve son defasında hastaneden bebeği çalarken yakalanması ve gerçeğin böyle ortaya çıktığı anlatılır. "Pencereler Kelebek Delileri Sever" adlı hikâyede aynı apartmanda oturan bir deli kadın, deliliği gizli bir hemşire ve hastalıklı oğlu ile bir kedi ve oğulun kendisini apartmanın penceresinden atması anlatılmaktadır. Kitabın on ikinci hikâyesinin adı "Sinekler Sevişirken"dir ve burada da babasının tecavüz ve şiddetine maruz kalarak yatalak olan bir kızın sevişen sineklere dair hissettikleri, düşünceleri üzerinden kendi hâli ve yaşadıkları dile getirilir. "Vak Vak Ağacı" adlı öykü de çok eski bir olaya atıf yapılarak kendini ağaca asarak intihar etmiş olan bir babanın kızının şehrin meydanındaki bir ağaca kendisini asması hikâye edilir. Bunun ardından gelen öykünün adı ise "Veda Töreni"dir. Bu öyküde de suya aşık, deli bir kızın su dolu bir küvette kendini keserek nasıl intihar ettiği anlatılır. Kitabın içinde yer alan öyküler arasında başka bir ülkede geçen tek öykü olan "Vicdansız Bir Memlekette Öldüm Ben"de ise yabancı bir ülkede ölen ve cenazesi ülkesine gönderilen bir kadının ölümünden sonra olanlara ve yaşamına dair anlattıkları dile getirilir. "Yılan" adlı öyküde de üç kadın, kız annesi ve anneannesinin ağzından anlatılır. On beş yaşındayken yaşlı bir adama kanıp onunla beraber olan ve hamile kaldığı sırada da rüyasında annesinin söylediği gibi yılan doğurduğunu gören bir genç kadının hikâyesi anlatılmaktadır. Sonraki hikâye olan "Ağacı Kayıp Parkta"da ise deniz kenarındaki bir parkta kayıp 'su ağacı'nı arayan bir deli kadının kendini denize atması anlatılır. "Balon" adlı iki sayfalık hikâyede ise hastanede yatan bir adamın annesi ve sevgilisinin birbirlerini hiç sevmemeleri, adamın sevgilisiyle beraber olmak istediğini annesine söylemesinden sonra annenin, hastanenin bahçesindeki bir ağaca hırkasının kollarının yardımıyla kendini asması anlatılmaktadır. Sonraki hikâyenin adı "Aşkı Hikâye Yapan İmkânsızlık Değil midir Anneanne"dir. Bu hikâyede ise annesini öldürüp sonra intihar eden babası yüzünden anneannesiyle yaşayan bir torunun ilişkisi ve torunun anne ve babasını öldürenin aslında anneannesi olduğunun farkına varması anlatılır. "Parmaksız Yakup" adlı hikâyede de yine tümü deli olan bir aileden söz edilir. Aslında babasından peydahladığı 27 yaşındaki deli oğlu Yakup'u sevmeyen kocasını, ocakta kaynamış yağla yakan anne ve ailesinin yaşadıkları Yakup'un dilinden anlatılır. Son öykü olan "Kendimi Neden Bu Şehirde Öldürdüm" ise adeta tüm diğer öykülerde anlatılanlara benzer olayların içinde yaşandığı, adeta onları doğuran bir şehir anlatılır. Öykünün son paragrafı adeta kitabı özetlemektedir:
"İşte bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldürürüm. Bomba olur patlarım; kulesinden, köprüsünden aşağı atlarım. Elimde bir bıçak her yerime saplarım. Tavandaki bütün ipler kendimi asmam için sallanır. Arabalar önlerine atlamam için yol alır. Denizinde, lâğımında, çöpünde kimliksiz cesedim. Kimsesizler mezarlığında daracık çukrlara sığra dev cesaretim."

 Biyografisi:
Babası bir deniz subayı olan Mine Söğüt, ortaöğrenimini Kadıköy Kız Lisesi’nde tamamladığı 1985 yılında babasını kaybetti. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümünde girdi. Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş Gazetesi'nde başladı, İnsan Hakları Servisi'nde muhabirlik yaptı. Güneş Gazetesi'nin kapanmasından sonra Tempo Dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetelerinde çalıştı. 1993 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği yarışmada, Haber dalında mansiyon aldı. 1996 ile 2000 yılları arasında "Haberci" adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı. 1999 ile 2001 yıllarında Öküz dergisinde yazdığı yazılarla tanındı. Profesyonel gazeteciliği bırakan Söğüt, 2001-2005 yılları arasında Cihangir Postası adlı yerel bir gazetenin gönüllü editörlüğünü yaptı. 7 Mayıs 2013'ten beri Cumhuriyet Gazetesinde köşe yazısı yazmaktadır.
Mine Söğüt'ün ilk kitabı, Adalet Cimcoz: Bir Yaşam Öyküsü Denemesi isimli biyografidir. İlk romanı Beş Sevim Apartmanı - Rüya Tabirli Cin Peri Yalanlarından sonra Kırmızı Zaman adlı ikinci romanı ve Doğan Kardeş adlı kitabı yayımlandı.
2006 yılında Pınar Kür'le yaptığı "Aşkın Sonu Cinayettir" adlı söyleşi kitabı Everest yayınlarından çıktı. 2007 yılında üçüncü romanı "Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979" yayınlandı.
Karikatürist Bahadır Baruter ile evlidir.

Yapıtları
Adalet Cimcoz / Bir Yaşamöyküsü Denemesi(2000), Beş Sevim Apartmanı / Rüya Tabirli Cinperi Yalanları(2003), Sevgili Doğan Kardeş(2003), Kırmızı Zaman(2004), Şahbaz'ın Harikulâde Yılı 1979(2007), Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey(2010) Deli Kadın Hikâyeleri(2011)

Yazar ve kitapla ilgili yazılar:
* "Mine Söğüt: 'Çünkü ben itiraz ettiğim için yazıyorum' "
       Şule Tüzül, Edebiyat Haber Sitesi, 24 Ekim 2014
* "Sizin zamanınız ne renk?"
       Şule Tüzül, Edebiyat Haber Sitesi, 14 Ağustos 2014
* "Düzenin İçinde Hep Beraber Kahroluyoruz"
       Burcu Aktaş, Radikal Kitap, 24 Eylül 2010

Bağlantılar:
"YKY'de Mine Söğüt Sayfası"