"Buzul Çağının Virüsü" yazarın 1984 yılında yayınlanan ilk romanıdır. Ortaanadolu'da
küçük bir kasabada Mal Müdürü olan Osman Yaylagül(Akçay)'le Viola adını taktığı Dr. Doğan Alp'in
eşi olan Şüküfe Alp ie başlarından geçen uzun bir aşk hikâyesi gibi görünse de aslında 1950’li
yılların taşrasını, oradaki bürokrat kesimin durumu ve çevresiyle ilişkilerini anlatmaktadır.
İçki içmeyi seven ve edebiyat meraklısı bir adam Osman Akçay ayağındaki kısalık nedeniyle Topal
Osman olarak bilinmektedir. Viola, 25 yaşında, Dame de Sion mezunu, Fransızca bilen kültürlü bir
kadındır. Ferda adında bir de kızı vardır. Osman’ın samimi arkadaşları ise Faik Deniz ile Savcı Kemal Yurdakul’dur. Savcı
siyasetle ilgilenen birisidir. Faik ise duygusal bir adamdır. Aslında o da Osman gibi Viola’ya
âşık olmuş ve intihar etmiştir. Osman ise Viola’ya ve başkalarına tutunarak yaşamını sürdürmeye
çalışmaktadır. Bir virüs gibi başka canlılar olmadan yaşayamayacağını düşünmektedir. Osman ile
Viola ilişkilerinin açığa çıkmasından korktukları için ayrılırlar ve şehir değiştirirler. 1951
yılında siyasal nedenlerle tutuklanan Osman bir süre cezaevinde yatar. Daha sonra Hukuk
tahsilini tamamlayarak avukat olur. Romanın sonuna doğru Osman ile Viola ile İstanbul’da
buluşurlar, ancak artık eski aşkları söz konusu değildir. Bu dönemde Viola ölür ve kızı Ferda
yıllar sonra Osman ile buluşurlar ve dertleşirler. Roman, bireyin çevresine yabancılaşması,
yaşadığı korkuların bir aşk ve siyasi olaylar çerçevesinde anlatılması bakımından önemli bir
dönem romanıdır.
Biyografisi:
Vüsat Orhan Bener 1922'de Samsun’da doğdu. İlk, orta öğrenimini Anadolu'nun çeşitli
kentlerinde tamamladı. 1941'de Harbiye Mektebi'ni, 1957'de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni
bitirdi. Ticaret Bakanlığı'nda raportör, Karayolları Genel Müdürlüğü'nde hukuk müşaviri olarak
çalıştı. Ayşe Bener'le evlendi. Bir sendikanın danışmanlığını yürüttü. Emekliye ayrılıp
yazarlıkla geçindi. 1950'de New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni İstanbul gazetesinin
birlikte düzenlediği öykü yarışmasında "Dost" isimli öyküsüyle üçüncülük kazandı. Bu başarısı
onun tanınmasını sağladı. Seçilmiş Hikayeler, Varlık, Yeditepe dergilerinde yayımlanan şiir ve
öyküleriyle dikkat çekti. Vüs'at O. Bener, eserleri içinde daha çok özyaşamöyküsel nitelik
taşıyan öyküleriyle bilinir. Bener, ham gerçekliği edebi bir temele oturtarak ele aldı.
Gündelik olaylarla, bilinçaltında birikmiş yaşam parçalarını birleştirdi. Sürekli yeni anlatım
biçimleri arayan yazar, bu yönüyle zaman zaman şematizme düşmekle, dış gerçekleri yanlış
yerlere koymakla, hatta bozmakla eleştirildi. Bener'in eserlerinde ölüm izleği önemli bir yer
tutar. Bunda yazarın genç yaşta doğum sırasında kaybettiği ilk eşi ve doğumdan sonra
yaşatılamayan çocuğunun da etkisi vardır. Bu evlilikten sonra tekrar başından evlilikler
geçmesine rağmen Vüs'at O. Bener'in çocuğu olmadı. Okurdan çaba isteyen, ayrıksı bir dili olan
Bener'in kişilerinin gündelik hayatın ikiyüzlülüklerini dışavuran bilinçakışlarını, Virgül
dergisindeki yazısında, Orhan Koçak "iç konferans tekniği" olarak adlandırmıştır. Öykülerinin
yanı sıra Vüs'at O. Bener'in şiirleri, kısa dizelerden oluşan, esprili, ironik ve şaşırtıcıdır.
1 Haziran 2005'te yaşamını yitirmiştir.
Aldığı Ödüller:"Ihlamur Ağacı" ile 1963 Türk Dil Kurumu Tiyatro Armağanı,
"İpin Ucu" oyunuyla 1980 Abdi İpekçi Armağanı almış, 2005 yılında İstanbul Kitap Fuarı Onur
Yazarı olarak belirlenmiş ve vefatı nedeniyle eşi Ayşe Bener'e verilmiştir.
Yapıtları:
Romanları:
Buzul Çağının Virüsü (1984), Bay Muannit Sahtegi’nin Notları (1991)
Öyküleri: Dost (1952), Yaşamasız (1957), Siyah-Beyaz (1993), Mızıkalı Yürüyüş (1997),
Kara Tren (1998), Kapan (2001)
Oyunları: Ihlamur Ağacı (1962), İpin Ucu (1980)
Şiirleri: Manzumeler (1994)
Hakkında Yazılmış Kitap ve Metinler:
Vüs'at O. Bener Kara Anlatı Yazarı (2000)- Semih Gümüş, Adam Yayıncılık
Vüs'at O. Bener Bir Tuhaf Yalvaç (2004)- Ortaklaşa , Norgunk Yayıncılık
Havva'ya Mektuplar Vüs'at O. Bener Anısına (2005)- Derleme, Norgunk Yayıncılık
Bir Usta Bir Dünya: Vüs'at O. Bener (2006)- Ortaklaşa, Yapı Kredi Yayınları
"Vüs'at O. Bener'de Kurmaca ve Otobiyografi Yazı Kurarır mı?", Virgül (1999, sayı 16) - Orhan Koçak
"Vüs'at O. Bener'in Öykülerinde ve Anlatılarında Ölüm", Üçüncü Öyküler (2001, sayı 12) - Ahmet Tüzün
"Bir Öykü Olarak Hayat: Vüs'at O. Bener Öykücülüğü", Eşik Cini (2007, sayı 9) - Necip Tosun
Yazar ve kitapla ilgili yazılar:
'buzul çağının virüsü'ne dair
öncelikle bir bu ülkenin 1935-1985 arasında geçen "elli yıllık dönemi" toplumun içinden ve döneme damgasını vuran aktörlerden bir kesimini, asker sivil bürokrasiyi, içerden ama eleştirerek anlattığını söylemeliyim. çok zor koşullarda ve adeta "karınca" gibi çalışarak çok sayıda yapıt üretmiş. her ne kadar kendisine "zanaatçı" dese de yarattıkları nedeniyle gerçek bir edebiyatçı ve sanatçı olduğunu teslim etmeliyim.
yapıtlarında anlattıklarının özyaşam öyküsüne koşut olması, adeta otobiyagrafi yazar gibi yazması, gerek ailesi, gerekse kendi yaşamında ülkenin önemli bir bölümünde yaşaması, onun konu ve karakter zenginliğinin bir nedeni sanırım. çok iyi gözlemci, asla popülizme düşmeden, ama en güzel ve edebi şekilde anlattığı bir dolu insanı tanıdım özellikle öykülerinde.
yapıtlarını konuşmaya buzul çağının virüsü'nden başlar ve satır başlarıyla belirtirsem;
* okurken bir yandan oğuz atay'ın "tehlikeli oyunları", diğer yandan yusuf atılgan'ın "aylak adam"ı aklıma geldi. ilkinin gelmesinin nedeni yazım biçimi ve üslubun benzerliği ve anlatılan olayların genişliği ve derinliği benzerliğin nedeniydi, ikincisi ise ana karakterin tip özellikleri, davranış biçimi ve yaşadıklarındaki koşutluklar ve söyleyiş şekliydi. kuşkusuz her ikisinden de çok farklı ve özgün bir yapıt bener'in "buzul çağının virüsü"
* eseri yazmaya 1979'da başlamış olsa da, ilk yayınlanma tarihi itibariyle düşünülürse 12 eylül darbesinin tüm muhalilerin darmadağın ettiği bir dönemde, aynı zamanda 12 eylül'ü yapanları dğrudan ve içeriden eleştiren bir yapıt olduğunu da teslim etmek gerek. yapıta adı geçen, gerçek şairler, yazarlar, sanatçılar, onların yapıtları ve dediklerinin ayrı ayrı ve yerli yerinde zikredilmesi belki de bu eleştiri ve duruşun en önemli göstergelerinden birisi bence. adam yayınlarının bu dönemde bunu yayınlamış olması (epey mazeralı bir yayınlama süreci olmuş) önemli bir nokta.
* eleştiri yaparken çok yönlü, boyutlu bir eleştiri gündeme getiriyor. bunun içinde kendisinin ve aydınların eleştirisi de var.
** bir "mizah" romanı gibi okunabilecek ama ciddi bir roman. oğuz atay'a atfedilen ironi hemen her boyutuyla bu romanda da gözlemleniyor.
* aşk-beraberlik, ölüm-ölüm korkusu, intihar-yaşamın anlamı, sorumluluk ve cesaret temaları hep korku/kaygı eksenli olarak ortaya konulmuş. psikolojik çözümleme yaparak okumayı sevenlere epey malzeme sunmuş. benzer biçimde sosyolojik olarak da pek çok ders/bilgi çıkararak okunabilecek bir roman.
* yine oğuz atay bağlamında sıkça söz edilen oyun/oynama hâli bu romanda da alabildiğince var. kurmacanın, hayalin, oyunun, gerçeğin, yaşamın nerede başlayıp nerede bittiğini kestirmek çok zor olsa da bir tür yapboz gibi onların içiçe geçmiş olmaları okurken keyif almayı sağlayan en önemli unsurlardan birisi.
* sık sık geçmişi anıyor, anlatıyor, özlüyor, ama bunu salt nostaljik bir duygulanım sanılmasın diye abartılı bir şekilde dalga geçerek anlatıyor. anlattığı o elli yılı bir şarlo filmi izler gibi dalga geçerek izlemek de mümkün hâle geliyor.
* romanın adeta üzerine işlendidiği dokuyu oluşturan iki temel tema var. bunlardan birisi "cinsellik/aldatma" olgusu, diğeri de insanların bildikleri, gördükleri, hâttâ yaşadıkları şeyleri bilmezden görmezden gelmeleri, yaşamamış, olmamış ya da yok saymaları biçimindeki "ikiyüzlülük" olgusu. ilki konusunda o dönemde bunların dile getiriliyor olması bile önemli bir unsur. evlilik kurumunun, serbest aşkın böyle bir kalem tarafından ve bu dönemde dile getirilmiş olması, dahası cinselliğin farklı boyutlarının, örneğin genelevde karşılaşan insanların doğrudan ifade edilmesi bile bir gerçekliğin ifadesinden öte, önemli bir eleştiri, dahası gerçekliğin dışavurumu olarak kabul edilmeli.
burada yine aldatma olgusunun bir metafor olarak düşünülmesi de mümkün. gerçekten de cumhuriyetin kuruluşunda ve sürdürülmesinde asıl aktör olan asker/sivil bürokrasi aslında hem kendilerini, hem birbirlerini hem de toplumu aldatmaktadır. çünkü attıkları mayanın, en azından onların algı ve ifadelerinde dile gelen biçimiyle bu toplumda mayalanması, sürmesi ve toplumu farklı bir yere evirmesi mümkün değildir ve olmamıştır da. sonuçta toplum ve düzen her ne kadar niyet çok ulvi, hatta farklı olsa da kapitalizme dönüşerek teslim edilecektir. başka bir deyişle aldatanlar aldanmıştır.
ikinci unsur olarak ana dokuyu oluşturan "ikiyüzlülük" de aslında hem ilkini tamamalayan bir unsurdur, hem de aslında onlara inanmayan, inanmayı düşünmeyen ama kendilerine de bir gün sıranın geleceğini ve iktidarı ele almayı düşünen, sıradan halkın bir tutumudur. ne var ki bu kesim her dönemde iktidara olabildiğince yanaşarak, bir anlamda solcuyla solcu, sağcıyla sağı olan bir "anadolu çokluğu"dur. bu çokluk hem tümel olarak hem de teker teker hep ve her zaman ikiyüzlü davranmakta ve oynamaktadır. bu noktada hasbelkader yönetici olmuş ya da olmak zorunda kalmış kesimde de vardır. ama onun ikiyüzlülüğü durumu, hâli, olan biteni bilen, ve bunun bir gün ortaya çıkacağını düşünen ve bundan korkan bir "korku ikiyüzlülüğü"dür.
* kitabın bence olumsuz yönlerinden birisi dildeki (yalnız kahramanların değil, aslında yazarın da) erillik ve iktidar/ben merkezlilik olgusudur. en uzak ötekilere yönelik ifadelerde de bu erillik, ilk sayfadan sona kadar gidiyor. kadın kahramanların dillerinde de aynı etkilenmeden kaynaklanan bir "erillik" söz konusu. aslında bu olgu daha sonra değineceğim "bay muannit sahtegi'nin notları"nda ve diğer öykülerinde yer yer çok daha belirgin hâle geliyor.
* eleştiri olarak kabul edilecek tematik bir diğer unsur ve belki de çıkarsama, bir gerçeğin dolaylı da ifadesi olarak "sol/demokrat" kesimlerin sonradan iktidarı eline alacak kesimlerle işbirliği ve izdivacına değiniyor olmasıdır. gerçekten de 40'lı yılların sonunda demokrat parti nasıl sol/aydın/demokrat kesimleri desteğine aldıysa, romanın içinde dile gelmese de yayınlandığı sırada yani 80'li yıllarda anap döneminde yaşanan, sonradan da 2000'li yılların başından sonuna kadar akp döneminde yaşanacak olan bu işbirliğini çok önceden ve net olarak bener bu romanında ortaya koyuyor ve eleştiriyor.
* romanda söz edilmeyen, belki de o boyutta teması olmadığı, ya da onlar çok görünür olmadığı için hemen hiç söz edilmeyen, bu anlamda eksik bırakılan kesimlerden birisi "inanmış, dindar, mütedeyyin, dini çıkarı için kullananlar" olmuş. bununla birlikte belki de olayların geçtiği coğrafyaların özelliği gereği kürtlerden hiç söz edilmemesi de bu bağlamda bir başka eksiklik.
* romanda yazma biçimine gelinecek olursa, bener bilgili, dikkâtli, özenli ve dahası okumayı bir keyif olarak gören yaşayan okurlar için yazmış bu romanı. o dikkât yalnız söyleyenin kim olduğunu değil, söylenenin, hâttâ kastedilenin ne olduğunu anlamayı gerekli kılıyor. bu bakımdan biraz "elitist" bir roman sayılabilir. kendisinin bilgisinin çokluğu, bildiği ve hissettiği herşeyi yerinde ve zamanında okura geçirme arzusu bu biçimin temel özelliklerinden birisi. bener'i daha önce okumamış kişilerin o yüzden romana en azından ilk yarısında nüfuz edememelerinin, sonrasında ise o keyfe varmalarının ve tam zirve noktasında da romanın bitmesinden duyulan şaşkınlık kanımca bener'in zanaatkârlıkta ne kadar ustalaştığının kanıtlarından birisi.
* bu ustalığın bir başka somut göstergesi, kurduğu cümlelerdeki, dil, imlâ, anlam, algı, ritm, şiir ve müzikalite'nin tam bir uyum içinde harmanlanmış olması. az kullanılan ve çok da bilinmeyen "osmanlıca" sözcükler yanında, yazarın icat ettiği sözcüklerin bile anlaşılması, anlamları doğrudan bilinmese bile algılanması ve okurken keyifle okunması bunun bir başka boyutunu oluşturuyor. kimi bölümlerin okuyucuya adeta bir şiir ya da bir müzik ezgisi gibi gelmesi de rastlantı değil, ustalığın bir yansıması. bu noktada kitabın içinde birbirinden satır değil sayfa başı yapılarak ayrılmış her bölümün ayrı ve bağımsız bir hikâye en azından bir metin olarak okunabilmesi onun aslında bir "öykü yazarı" olduğunun en önemli göstergelerinden birisi kanımca.
* bu bağlamda tüm metin içinde yer verilen sayıları yüzü aşkın kişi, eser, müzik / metin parçası, deyiş, vb. kurmaca olmayan ve her biri bir şeyi akla getirip bağlam oluşturan sözcük vb. unsurlara büyük bir bilgelik, humor ve biraz da ironiyle yer vermesi bir başka olumluluk. bu bağlamda kurmaca bir mahkeme kararının bile aynı biçimde eleştiri dolu bir mizah eseri gibi metnin içinde yer almış olması dikkât çekici bir başka unsur.
* bunları yaparken aktif bir okur da istiyor bener, bunu sağlamanın yolları arasında şaşırtmaca ve yadırgatmayı kullanmış olması da onun belki de roman boyunca en "demokrat" davranışlarından birisi.
* burada dile getirdiğim düşünceleri destekleyen somut metin parçalarını alıntılamadım, çünkü o zaman bu notlar çok uzun bir yazıya dönüşebilirdi. eğer buraya kadar söylediklerim bir merak uyandırabildiyse yapılacak en iyi şey "buzul çağının virüsü"nü okumak olacak. okumayı sevenlere öneriyorum.
mustafa sütlaş
*
"Bir Tuhaf Yalvaç,"
Vüs’at O. Bener, Ocak 2004, s. 187-207
*
"Buzul Çağının Virusu"
Dipnot Kitap, 07.12.2011
*
"Buzul Çağının Virüsü’nde Bir Dönemin Panoraması"
Tuğçe Ateş, Mavi Melek Dergisi, sayı: 47; 30.06.2010
* "Buzul Çağının Virüsü"
Cezmi Koca, Mersin Ün. Dil ve Edebiyat Dergisi, 2012
* "Türk Edebiyatında Vüs'at O. Bener – Ayşe Kaygusuz"
Ayşe Kaygusuz, İnsan Okur Sitesi,
*"Beklemekten Sıkıldı"
Lemi Özgen, K dergisi, Sayı: 112, sayfa: 2-7; 21.11.2008
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>
|