Eser, Güney Afrika’nın toplumsal, ekonomik ve ırkla ilgili alanlarda değişim geçirmekte olduğu bir zamanda,
1997’de geçmektedir. Güney Afrika’da 1994 yılına kadar apartheid olarak adlandırılan düzen sürdürülmekteydi.
1913 ve 1936’daki Toprak Yasaları siyah çiftçilerin sahip olabilecekleri toprak miktarını sınırlandırmış,
1948’de ise apartheid kanunları ile birtakım siyahlara yönelik olarak ayrımcı yasalar getirmiş ve uygulanmıştır.
Bu yasalarla, insanlar ırklarına göre çeşitli gruplarda sınıflandırılmış, kamusal alanda ırkçı ayrımlar
gerçekleştirmiş ve siyah-beyaz evlilikleri yasaklamıştır. Apartheid süresince beyaz azınlık eğitim, toprağın
çoğunluğuna sahip olma, ülkenin politikalarını belirleme gibi ayrıcalıklara sahipken, ülkenin geri kalan
nüfusu tam oy verememekte, daha yetersiz eğitim almakta ve toprağın yalnızca belirli bir kısmına sahip
olmaktaydı. Yine bu dönemde siyahlar yerlerinden edilmiş, kamusal alanda bireylerin kullanabilecekleri
hizmetler renklerine göre sınırlandırılmış ve beyazların dışında kalanlar siyasal temsil, mülkiyet gibi
haklardan mahrum bırakılmıştır. Hükümet politikaları, apartheid karşıtı gerçekleştirilen protestoları şiddet
kullanarak bastırmaya çalışmış, bazı politikacılar ve göstericiler sürgüne gönderilirken, bazıları yargılanmadan
hapse girmiştir. Bu protestolar sırasında birçok gösterici de hayatını kaybetmiştir. Bu dönemde siyahların
verdiği çeşitli mücadeleler sonrasında 1974'de yönetim değişikliği oldu ve siyahların önderi Nelson Mandela
başkan oldu ve onun yönetime gelmesiyle bazı toprak reformları yapılarak geçmişte hakları ellerinden alınmış
halk için ayrımcılıkların sonlandırılması ve genel olarak ayrımcı yasalardan dolayı toprağı elinden alınan,
yoksul bırakılan halkın durumunu düzeltmeyi amaçlamıştır. Romanda anlatılan hikâye doğrudan zikredilmese de,
bu dönemde geçer.
Romanın asıl kahramanı bir üniversitede öğretim görevlisi olan David Lurie(1945) elli iki yaşındaki beyaz,
iki defa boşanmış ve kendi bölümü olan Klasik ve Modern Diller kapatıldığı için İletişim Bölümü’nde geçici
kadrolu profesör olarak çalışmaktadır. Roman bir anlatıcı tarafından ancak David Lurie’nin bakış açısı odak
noktasına alınarak aktarılmaktadır. Roman kendi içerisinde bölümlere ayrılmış olsa da, genel çerçevede iki
ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümünde David Lurie’nin şehirdeki yaşantısı anlatılırken, ikinci bölüm kırsal
alanda kızı Lucy ile yaşadıklarını konu edinmektedir.
İlk bölüm Güney Afrika’nın Cape Town kentinde geçer. David Lurie’nin doksan dakikalık seanslarla, Şoraya
isimli bir seks işçisiyle cinsel ilişkisi anlatılır. Soraya’ya yönelik duygusal bir bağ kurmaya çalışmasından
rahatsız olan Şoraya tekrar birlikte olmak istemez ve bu işi bırakır. Sonrasında David, Melanie Isaacs adlı
bir öğrencisiyle ilişkiye girer. Melanie, biraz da sevgilisi ve babasının ettkisiyle David'i bu nedenle cinsel
istismar iddiasıyla okula şikâyette bulunur. Üniversite kendisi ile ilgili bir soruşturma başlatır. Soruşturma
sırasında David'e eğer özür dilerse bir çözüm bulunmasının mümkün olabileceği söylenir. Fakat David, kendisinden
istendiği şekilde özür dilemeyerek, sessiz kalmayı tercih eder ve işinden istifa ederek kızı Lucy’nin Salem
kasabasındaki çiftliğine doğru yola çıkar.
Kırsal alanda geçen ikinci bölümde ise Lucy karakteriyle tanışırız. Lucy Lurie yirmili yaşlarında, çiftlikteki
evinde bir süreden beri yalnız yaşayan, evinin yakınlarında Petrus isimli siyah bir erkeğin yardımını alan
ancak yavaş yavaş onunla bir komşu olma yoluna doğru giden lezbiyen bir kadındır. Yapıtın çiftlikte geçen
bölümünde temel tema, bu sırada yaşanan David'in tanık olduğu ve Lucy’ye yönelik saldırı ve tecavüz olayı
çerçevesinde şekillenir. Biri çocuk üç siyah erkek, telefon açmak üzere evlerine girer, David’i banyoya kilitleyip
Lucy’ye tecavüz ederler ve evi dağıtıp eşyaları çalarlar, giderken de çiftlikteki iki köpeği öldürürler. Bu
bölümde David ve Lucy arasında, Lucy’nin sessiz kalarak şikâyet etmemesi üzerine konuşmalar, yorumlar ve
düşünceler ifade edilir. Lucy, tecavüz sırasında gebe kalır. Ancak Lucy yaşadığı bu tecavüze ve bununla
ilişkili şiddete rağmen, bunun öncesinde ve sonrasında bu kırsal alanda sessiz kalmayı sürdürür. Bunu da
David'in güvenlik gerekçesiyle başka yere, annesinin bulunduğu Hollanda'ya gitme önerilerine hayır diyerek
orada kalacağını, bu yaşadığını, önceki dönemin bedeli olarak düşündüğünü ifade eder. David bu sırada kimsesiz
köpekleri itlaf eden bir veteriner kliniğinde çalışır ve orada görevli Bev isminde bir kadınla ilişkiye girer.
Sonrasında bir ara Cape Town'a döner ve bu sırada Melanie'nin evini ziyaret ederek, anne ve babasından özür
diler. Daha sonra yeniden kızının yanına dönen David burada kendisine bir düzen kurar ve yaşamını itlaf edilen
köpeklerin bir fırında yakılması görevini üstlenir bu sırada da başından beri sürdürdüğü Lord Byron'la ilgili
bir opera üzerinde çalışmaya devam eder.
Utanç, Güney Afrika’nın bu tarz değişiklikleri geçirmekte olduğu yeni bir dönemde yaşananları anlatmaktadır.
Apartheid sonrası bu zaman, on yıllarca şiddet ve ayrımcılıkla yönetilmiş bir ülkenin yine bu şiddet ve ayrımcılık
üstüne yeniden inşa edilmeye çalışıldığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülke, bir anlamda geçmişin
yaralarını sarmaya çalışırken, eşitlikçi ve demokrat bir biçimde yeniden hayata gelmeye çabalasa da apartheid
döneminden kalan özellikle siyahları etkileyen ekonomik ve sosyal sıkıntılar devam etmektedir. Utanç üzerine
yazılanların bazıları Güney Afrika’nın yirminci yüzyıl sonu apartheid sonrası dönemiyle ve ırkla, bazıları eserin
anlatım dili ve metinlerarasılığıyla ve bazıları da ekoloji ve hayvanlar, müzik, kırsal alan romanları gibi
konularda olmuştur.
2008 yılında Steve Jacobs, Coetzeé'nin bu romanını uyarlayan Anna Maria Monticelli'nin senaryosunu aynı adla
(Disgrace) filme çekmiştir. Ünlü Amerikalı oyuncu John Malkovich'in David Lurie rolünü üstlendiği bu film özgün
metne oldukça sadık kalan bir film uyarlamasıdır.
*Can Yayınları'nın sitesinde yer alan kitabın ilk 20 sayfasının pdf örneğinin bağlantısı: "Utanç"
Biyografisi:
J M Coetzeé
Coetzee, 9 Şubat 1940 tarihinde Cape Town, Güney Afrika Birliği'nin Cape Town şehrinde bir Afrikaner ailesinde
dünyaya geldi. Babası Zacharias Coetzee (1912–1988) ara sıra bir avukat ve devlet çalışanıydı ve annesi Vera
Coetzee (Wehmeyer; 1904–1986) öğretmendi. Aile çoğunlukla evde İngilizce konuştu, ancak John Afrikaanca'yı da
diğer akrabalarından öğrendi. Annesi Hollandalı, Alman ve Polonyalı göçmenlerin torunudur ve ailesi17. yüzyılda
Hollandalı erken göçmenlerden Güney Afrika'ya inmiştir. Coetzee çocukluğununçoğunu Cape Town'da ve Cape Province'da
(günümüzün Western Cape) bir kasabası olan Worcester'da geçirmiştir. Bu dönemi Boyhood(1997) adlı yapıtında
anlatır. Aile, babası hükümetteki işini kaybettikten sonra sekiz yaşındayken Worcester'a taşındı. Rondebosch'un
Cape Town banliyösünde bir Katolik okulu olan St.Joseph's Koleji'ne gitti, daha sonra Cape Town Üniversitesi'nde
matematik ve İngilizce eğitimi gördü ve 1960-61 döneminde mezun oldu. Daha sonra 1962'de İngiltere'ye yerleşti,
burada IBM'de bilgisayar programcısı olarak çalıştı ve 1965'e kadar Bracknell'de ICT adlı kuruluşta çalıştı.
1963'te İngiltere'de iken, Cape Town Üniversitesi'nden "Ford Madox Ford'un Romanları" başlıklı teziyle yüksek
lisans derecesi aldı. İngiltere'deki deneyimlerini daha sonra anılarının ikinci cildi olan Youth'da (2002)
anlattı. Coetzeé 1963'te Philippa Jubber ile evlendi ve 1980'de ondan ayrıldı. Bu evlilikten bir oğlu Nicolas
(1966 doğumlu) ve bir kızı Gisela (1968 doğumlu) vardır. Nicolas 1989'da 23 yaşında bir kazada öldü.
1965'te Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Austin'deki Texas Üniversitesi'ne 1965'te Fulbright Programı
çerçevesinde gitti ve doktorasını 1969'da aldı. Doktora tezi Samuel Beckett'in İngiliz nesirinin bilgisayar
destekli üslup analiziydi. 1968'de Buffalo'daki New York Eyalet Üniversitesi'nde 1971 yılına kadar kaldığı
İngiliz edebiyatını öğretmeye başladı. Buffalo'da olduğu sırada ilk romanı Dusklands'e başladı. Bu sırada ABD'de
ikâmet etmek için başvurdu ancak Vietnam Savaşı'na yönelik karşıtlığı ve bu bağlamda çeşitli faaliyetlerde
bulunması yüzünden başvurusu reddedildi. Mart 1970'te, üniversitenin Hayes Hall'ini işgal eden ve daha sonra
tutuklanan 45 öğretim üyesinden biriydi. aleyhindeki suçlamalar 1971'de düşürüldü ancak ABD'den ayrılmak zorunda
kaldı ve Güney Afrika'ya döndü ve 1972'de Cape Town Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğretim
üyesi olarak atandı, 1984'te Genel Edebiyat Profesörü olmadan önce kıdemli öğretim görevlisi ve doçentliğe
yükseltildi. 1994'te profesör oldu, 1999 yılında da Beşeri Bilimler Fakültesi'nde Onursal Profesör olarak
atandı. 2002 yılında emekli olduktan sonra ise Emeritus statüsü kazandı. 2003 yılına kadar Chicago Üniversitesi'nde
Sosyal Düşünce Komitesi'nde görev yaptı. Daha sonra 6 Mart 2006 tarihinde Avustralya vatandaşı oldu. Avustralya'nın
Adelaide kentine yerleşti ve buradaki Adelaide Üniversitesi İngilizce Bölümü'nde fahri bir araştırma görevlisi
olarak görevlendirildi. O sırada iş arkadaşı olan Dorothy Driver ile evlendi. Mayıs 2019 itibariyle Coetzee,
Adelaide Üniversitesi'nde İngilizce ve Yaratıcı Yazma alanında Edebiyat Profesörü ve Misafir Araştırmacı olarak
görev yapmaktadır. Utanç romanının asıl karakteri olduğu iddia edilen Coetzee'nin erkek kardeşi gazeteci David
Coetzee, 2010 yılında ölmüştür. (Kaynak: Vikipedi)
Yapıtları:
Dusklands, (Roman, 1974),
Taşra Hayatından Manzaralar, (Roman, In the Heart of the Country: A Novel; 1977),
Barbarları Beklerken, (Roman, Waiting for the Barbarians; 1980),
Michael'ın Hayatı ve Dönemi, (Roman, Life and Times of Michael K.; 1983; Bu kitabıyla 1983 yılında ilk kez Booker Ödülü'nü kazanmıştır.),
Düşman, (Roman, Foe;1986),
Demir Çağı, (Roman, Age of Iron; 1990),
Petersburg'lu Usta, (Roman, The Master of Petersburg; 1994),
Utanç, (Roman, Disgrace; 1999, bu eseriyle ikinci kez Booker Ödülü'nü kazanmıştır),
White Writing: On the Culture of Letters(1988),
Doubling the Point : Essays and Interviews (1992),
Giving Offense: Essays on Censorship (1996),
Boyhood: Scenes From Provincial Life, (Anı, 1997)
Yavaş Adam, (Roman, Slow Man; 2005),
Romancının Romanı, (Roman, Elizabeth Costello; 2003),
Youth, (Anı-Roman, 2002)
Stranger Shores: Literary Essays, 1986-1999 (2001),
The Childhood of Jesus, (Roman, 2015).
Yazar ve kitapla ilgili yazılar:
Kitapla ilgili okuma grubu üyelerimizin yazıları:
utanç'a dair...
okuduğum metinlerde şöyle bir saptama gördüm: "çağdaş edebiyat çalışmalarında üzerine en çok yazı
yazılan eserlerden biri olan utanç, grahamston’da bir kütüphane görevlisinin belirttiği gibi, yayımlandıktan
sonraki on yıl içerisinde iki yüzün üzerinde akademik çalışmanın konusu olmuştur. (grayson, 2010: 112). diyor.
ülkemizdeki akademik çalışmalara birkaç örneği de okuduyup ardından da romandan yola çıkılarak yapılan filmi
de izledikten sonra kitaba dair şunları düşündüm.
romanda üç tane aynı izlekli metin var bence. birisi lord byron'un yaşadığı düşünülen bir "yasak aşk"
hikâyesi. romanın kahramanı david bunu italya'da geçen bir olay olarak opera biçiminde yazma düşüncesinde.
bu arada byron'un bu aşktan kaçarken 35 yaşında öldüğünü akılda tutmak gerek.
ikincisi bir "yaşlı" erkeğin uçkurunun peşinde dolaşması ve kadınlarla birlikteliğinin sadece cinsiyet
temelinde bir zenginlik olduğunu düşünmesi ve bunu her fırsatta uygulamaya koymasının anlatıldığı bedensel bir
"arzu/aşk" hikâyesi,
üçüncüsü ise lezbiyen bir kadına ergenlerin yaptığı tecavüzün bir kimlik siyaseti ve erk mücadelesi olarak
anlatıldığı bir hikâye.
her üçünde de kadınlar "ikincil" daha doğrusu birer nesne olarak çizilmiş. üstelik sonuncusunda "toplumsal
cinsiyet" de farklı. [ancak burada toplumsal cinsiyetin yeğlemeleri ve tercihleri, politik perspektifle ve
kendi olma isteğiyle çatıştırılarak bir geri adım atılmış. lucy lezbiyen olmasına karşın kendisine yapılan
tecavüze, kendi toplumsal durum ve statüsüne bakarak boyun eğmek zorunda olduğunu düşünüyor ve bu düşüncesi
doğrultusunda davranıyor. bunu bir ölçüde de "güvenlik" kaygısı (bunu 'güvenlik siyaseti' olarak da okuyabiliriz.
güvenliği sağlayanlar, onlardan bunu talep edenlere her şey yapabilirler bu anlamda 'tecavüz' de edebilirler.
bu iktidarın bilinen ama görünmeyen yüzüdür) olarak da düşünebiliriz.] burada sevgilisi helen'le ilişkisini
ve ayrılma sürecini bilmediğimiz için bunun aynı zamanda bir 'toplumsal cinsiyet'ten de dönüş müdür bunu
çıkaramıyoruz. (ama queer okuma olarak toplumsal cinsiyet hâlinin de akışkan olması, eğer yazar böyle bir
düşünceyi de dikkâte alarak bunu böyle şekillendirdiyse aslında önemli bir iş yapmış olduğu düşünülebilir.)
burada üç duruş/kesim/düzey arasındaki koşutluk ortaya konularak okurun durumu/ları tartışması hedeflenmiş
bana göre. duygusal eşitsizlik / statünün desteğiyle; erksel eşitsizlik / politik - hegemonik eşitsizlik.
roman bize bunlar birbirine koşut mudur ve bu eşitsizliklerin tarafları birbirlerinden besleniyor ve büyütür
mü sorularını soruyor ve yanıtını düşünmemizi istiyor.
ancak bu tartışmada kendisi bir taraf olmamayı ve ortada durmayı yeğliyor. bence bunun da iki nedeni
olabilir: 1. eğer taraf olursa kimliğinin(erkekliğinin) tarafını tuttuğunun düşünülmesi söz konusu olabilir
ve politik duruşu gereği, bundan çekiniyor ya da bunu ortaya koymak istemiyor olabilir. bu olasılık "taraf
tutmama"nın ötesinde ifadelerde "kayıtsızlık" biçiminde dile geldiği için daha muhtemel görünüyor. 2. taraf
tutarsa tecavüz ve erk kullanmanın iktidarın temel özelliği olduğu gerçeği doğrudan söylenmiş olacağı için
tartışma dışı kalabileceği, oysa okur kendisi bulmaya çalışırsa bunu tartışarak kavraması daha mümkün olabilir düşüncesi hakim olabilir.
romanda yer alan bazı olayların da tartışılması istenmiş bence:
tecavüz olgusu: romanda kaç tecavüz anlatılmaktadır? olgusal olarak ve kavramsal olarak neyi
tecavüz olarak adlandırıyoruz? bence burada tartışılması gereken bir başka unsur anlatıda nesnel anlamıyla
"tecavüz"e maruz kalan tüm kadınların (şoraya, melanie, lucy ve fahişeler) aslında bir biçimde bu sürece dair
gönüllü, ekonomik ya da zorunlu rızalarının olduğunu hissettirecek şekilde davranıyorlar. başka bir deyişle o
durumlar söz konusu olmasa aslında yapmayacakları, yapmak istemeyecekleri, yapmayı düşünmeyecekleri şeylere
bu nedenlerle boyun eğiyorlar. burada her düzeyde düşünülmek kaydıyla tabi olanlarla egemenlerin ilişkisindeki
bir durum dile getiriliyor ve belki de asıl bu gerçeğin tartışılması isteniyor. "koca", "sevgili", "zengin/paralı",
"patron", "öğretmen", "yönetici", vb. toplumsal / sosyal kimliklere bağlı ve erki olanlar yani gerçekten de tabi
olanlar herhangi bir nedenle karar verdikleri itaatten vaz geçebilirler mi, nasıl geçerler, geçerlerse neler olur?
bu soruların yanıtları romanda da, filmde de yok. ama coetzee bunların konuşulmasını ve tartışılmasını istiyor gibi.
konu dile getirilirken başka bir düzlem de sahibi olmayan köpeklerin hayvanların itlafı, bakımı ve yokedilmesi
sürecinde rol oynayanların duygu durumları ile erk kullanma hâlleri de önemli bir unsur olarak tartışmaya dahil
ediliyor.
bunun yanında bu süreçlerle ilgili kurumlar "güvenlik" ve "idare"nin bu konudaki tutumları da mevcut sorunu
hem sürdürecek, hem de sadece görüntüyü kurtarıp işin esasına dokunmayacak şekilde olduğunu göstermesi de önemli
bir boyut. okuldaki soruşturma kurulu da, tecavüz ve hırsızlığı kovuşturan polisin tutumu da bu bağlamda
tartışmanın içine katılıyor. benzer şekilde doğrudan süreçlere taraf olmayan kadınların yaklaşımları da oldukça
ilginç. david'in sevgilisi eski ilişkisi, bev ise sonraki ilişkisi bağlamında yaptıklarıyla söylemleri farklı ve
mevcut duruma tevekküle yaklaşan karakterler olarak gösteriliyor. bunun altındaki unsurları tartışmaya açan
"şoraya"nın davranışı ise bunun sistem içi olmasına dair güzel bir örnek.
tüm bunlardan yola çıkarak coetzee'nin mevcut durumla bir çelişkisi ve dolayısıyla bir mücadelesi var,
ancak erkeklik noktasındaki duruşu alışıldık çizginin ötesine çıkamıyor. romandaki kadın kahramanların hemen
hepsi rakip ve onlara karşı tüm erkekler öznel ve bencil, ama yazarın buna dair bir itirazı hiç yok. önemli
sorunları eril bir dil ve söylemle ortaya koyması onun bu noktadaki konumunu belirliyor.
yazarın okuduğum diğer iki romanı/metninde de(kötü bir yılın güncesi; petersburglu usta) benzer unsurların söz
konusu olduğunu anımsıyorum.
tartışılan diğer "izlekler" ise şunlar: hiyerarşi, eşitsizlik, karakterlerin yaşadığı sessizlik, konuşamama, konuşma
hakkına sahip olamama ve aidiyet eksikliği deneyimleri, ataerkil sistemin ırksal ve ekonomik eşitsizlik
biçimleriyle de birlikte işleyişini ele alarak analiz edilmiştir. ayrıca ezen-ezilen, sömüren-sömürülen
ilişkilerin ve bu çalışmanın kapsamında ele alınan toplumsal cinsiyet bağlamında yaşanan bilinçli ya da
bilinçsiz sessizliklerin, sessizleştirilmelerin ve aidiyet eksikliğinin örneklerini görmek mümkündür.
sessizlik (dilsizlik, yetersizlik, eidiyetsizlik, tercih edilen sessizlik), zamana ve mekâna uyumsuzluk /
ait ol(a)mama / ait olduğu zamana uyum göstermeme (tutunmama/tutunamama/tutunmak istememe)
bunlar arasında erkeklerin kaybettikleri erki cinsellikte / cinsel ilişkide bulma yönündeki tutumları da
tartışılması gereken bir başka boyutu ortaya koyuyor. çünkü bu hâlâ sistem tarafından erkeklere (köle yapılanlar
dahil) tanınmış hak ve ödevlerden birisi. (yeterki kurala uyulsun: 1.evlilik 2. ticari alışveriş)
romanda iki bölüm arasında birbirinin tam tersine dönüşmüş/çevrilmiş bazı roller var: ilk bölümde david
neredeyse her durumda iktidar sahibi "beyaz" bir özne iken, ikinci bölümde mağdur yakını, siyah yerli petrus
patron, emreden konumundayken onun yardımcısı, işçisi, keza erkek olarak ilk bölümde erki kullanan olduğu
halde ikinci bölümde bir kadının (bew) yardımcısı rolünde. ancak bu değişen koşullar bir tek cinselliğini
yaşaması ve daha altta bulunan (köpekler) üzerinde erkini (karar verici gücünü) sürdürmesi bakımından
değişmiyor.
romanın sonunda "yazarın bu romanı yazarken başka bir amacı, hedefi, kastı var mı?" sorusunu sordum kendime
ve şöyle düşündüm: bu romanı bireyleri ve olayı bir "metafor" olarak görüp başka bir düzlemde daha okumak mümkün.
bu da güney afrika'nın tarihsel gerçekliği olabilir. bu ülke bir sömürge, üstelik hemen hemen tüm sömürgeci batı
ülkelerinin hegemonyası altında sömürülen bir ülke. jeopolitik konumunun ötesinde sahip olduğu kaynaklarla batının
çok uzun bir süre sömürdüğü, hitler'in yaptığından üstelik de yasaya dayanarak ırk ayrımcılığı yapıldığı hâlde
batının demokrasi adına bile ses çıkarmadan izlediği, dahası desteklediği bir ülke. bu ülkede ülkenin asıl
sahiplerinin çok uzun süreler birey olarak hiç bir haklası olmamış. uzun bir mücadele süreci yaşanmış. bence
yazar bu romanında güney afrika'yı anlatıyor. burada david tarafından çeşitli gerekçelerle tecavüz edilen herkes
bu toplumun bireyi ve bunlar hem buna ses çıkarmıyorlar, hem de tecavüzü yapan kendisini sonuna kadar haklı görüyor.
sonra durum değişiyor ve bu kez iktidar el değiştiriyor, ama o ne iktidara yeni gelenler de bu kez tersine bir
tecavüzün uygulayıcısı oluyorlar. gerekçe yine aynı. yani erk ve egemenlik. ama burada küçük bir farklılık var,
onlar çocuk ya da serseri. bu kez tecavüz edilenler ise eski konumlarına kavuşmak için değilse bile en azından
varlıklarını korumak için buna eyvallah deyip kabulleniyorlar ve seslerini çıkarmıyorlar. tabii ki tüm bunlar
aslında bir utanç nedeni. üstelik yazar tüm bu sürece doğrudan dahil olmadan ve kimi dönemlerinde bir ses bile
çıkarmadan kendisini sürecin dışında ve sessiz bir konumda tutuyor. sonra da ülke değiştiriyor. bir tür
kendinden yola çıkarak benzer tutuma sahip olanlar için bir tür vicdani sorgulama süreci olarak düşünebiliriz.
romanın diğer unsurları bakımından ise şunlar söylenebilir:
anlatımın biçimi: anlatıcı ana kahramanı kendisi biçimlendiriyor. anlatma gücünü, dolayısıyla erkini elinden alıyor.
melani'nin şikâyet süreci oldukça ilginç bir şekilde çizilmiş. kendisi ilişkisi sırasında ve sonrasında doğrudan
bir reaksiyon göstermezken, erkek sevgili ve babanın dahli/zoru ile bunun yapılmış olması, başka bir deyişle, mazlum,
mağdur konumdayken bile yine bir başka erkeğin/erkeklerin katılımı ile bunu yapıyor olması. (ikincil rolün katmerlenmesi,
koruyanların da erkekliğine yapılan vurgu)
lucy'ye yapılan tecavüzün biçimi: biri çocuk/hasta üç kişi tarafından yapılıyor. neden bir çocuk var? o çocuk böyle
(hasta ve akraba) olarak çizilmiş? (sürecin acemiliklerle, olgunlaşmamış hâlde yaşanması, hatalar, mağdurların ortaya
konulması, bir de kullanan-kullanılan ilişkisi olabilir mi?)
gebelik ve ondan kurtulma isteği ile, bunun bir pazarlık nesnesi olarak kullanılmış olması
romanın adının "utanç/disgrace" olması: farklı bağlamlarda okunabilir: anlatılan olaylardan(tecavüzler) utanç.
olaydaki konumlardan (yaş, erk vb.) kaynaklanan utanç. sahip olunan iktidarı/erki kaybetmekten kaynaklanan utanç.
değişimden ve değişimi kabul etmemekten kaynaklanan utanç. inanç ve ahlâki kuralların tersine bir şeyler yapmaktan
kaynaklanan utanç, sürece yönelik sorumlulukların yerine getirilmemesinden kaynaklanan utanç.
mustafa sütlaş
UTANÇ KİTABI
Kurgu ve karakter paylaşımı net bir yazın. Bitirdiğiniz zaman utanç duygusuna
üzüntü ve çaresizlik duyguları da eşlik ediyor ve can acıtıyor.
Antikahraman profesor kendisini Lord Byron'la özdeşleştiriyor, Yunan Tanrılarını
da örnek göstererek temize çıkarmaya çalışıyor. Nabokov'un Lolita'sındaki antikahramana benzettım
profesörü ama Lolita'daki pişman oluyor en sonunda.
İncelediğim araştırmalarda Camus'un Mersault'una benzediği de yazılı.
Sakat kopekleri uyutma işine yardım ediyor kızının yanında. Hayvanlar adına okuyucuya yeni bir tartışma
konusu açılıyor ve tecavuz, gasp sorgulamaları utanç duygusunun şiddetini artırıyor.
Beyazlar yerli Afrika halkına köpek gıbı davranmışlar yıllarca şimdi de beyaz olan kız kendini
böyle hissediyor.
Yalnız bir kadın olarak doğurmaya karar veriyor. Neden bu kız böyle? Güney Afrika'dan Hollanda'ya
gitmiyor sorularına yanıt ararken Türkiye'de karantina günleri başlıyor.
İnce bir kitap okuyayım diye Carlos Maria Dominquez'ın "Kağıt Ev" romanını okuyorum. O kitaptan
zihnimi şu sonuca ulaştırıyorum: Kız kendisini köpek gibi hissettiği için böyle bir yerde yaşamayı
tercih ediyor. Kişiye kendisini kumun içine kaçan böcekten bir milimetre daha büyük hissettirme kapasitesine
sahip bir mekan... Vahşi!..
Irkçılık aleyhine direkt bir söz ve de eylemden söz edilmemiş. Irkçılık yasası yürürlükten kaldırılmış
olsa da bu yasayı içselleştirmiş olan David'in siyahlara karşı bakış açısını değiştirmemiş olduğunu
hissediyoruz. Aslında gittiği bu vahşi ortamdaki hiç kimseye sempati duyamıyor. Mecbur olduğu için
mutsuz olarak yaşamını sürdürüyor. Oysaki orada yaşayan kızı ve diğerleri vahşi ortamın şartları ile uyumlu
ve mutlu olabilen kişiler.
Kitapta bır tek David'in Melanie'nin babası ile yaşadıkları gerçekçi gelmedi bana. Bir kız babası nasıl
bu kadar esnek olabilir diye düşündüm. Onun dışında çok kolay anlaşılan, sonrasında da çok sorgulatan bir
kitap. Kitabın yazılış amacı varolan ve devam eden hayvan, kadın, insan sorunları açısından okuyucuya
kendisini sorgulama fırsatı vermek. "Irkçı değilim diyorsun ama acaba öyle misin ey okuyucu" demek...
Bu kitap yazarın diğer kitaplarını da okutturacak güzellikte .
İleride diğer kitaplarında da buluşmak dileğiyle.
SEMA DEMİRSOY
* "J. M. Coetzeé’nin Düşman ve Utanç Adlı Romanlarında Sessizlik, Aidiyet Eksikliği ve Toplumsal Cinsiyet"
Egemen Kepekçi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2014.
* "Heteronormatif Olmayan Bağlılıklar: J.M. Coetzee Özkurmacasında Melankoli ve Yakınlık
Esra Sarıoğlu, Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, Fe Dergi, 2018
* "Coetzee'nin Bütün Romanlarına Genelgeçer Bir Prolegomena"
Kutlu Tuncel, Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, Fe Dergi, 2018
* "J.M.Coetzee ve Fikir Romanı Geleneği"
Kubilay Geçikli, Atatürk Ün. Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 12, Sayı 49, Aralık 2012,
* "Haysiyet ve Coetzee'nin romanı Utanç"
Nalan Arman, K 24 Edebiyat Portalı, 10.04.2020
*"Utanmak ya da Utanmamak"
Cansu Yılmazçelik, K dergisi, Sayı: 159, sayfa: 12-17; 16.10.2009
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>
Bağlantılar:
"J M Coetzeé"
Yazarın Yapıtlarıyla İlgili Sayfası (ingilizce)
"Disgrace"
"Utanç" filmini altyazılı izleyebileceğiniz bağlantı