Fosforlu Cevriye
Fosforlu Cevriye, Suat Derviş'in 1944-1945'te Son Telgraf gazetesinde tefrika edilen, ilk
defa 1968 yılında May Yayınları tarafında yayımlanan romanıdır. Roman 1930'larda İstanbul’da
geçer. Galata semtinde yaşayan sokak kızı Cevriye’nin polisten kaçan bir adama aşkını konu alır.
Bir seks işçisi olan Cevriye, eline tutuşturulan eroinler yüzünden kodese girip sürgüne yollanmış
ancak sevdiği adama kavuşabilmek için sürgünden kaçmıştır. Polis tarafından yakalandığında tekrar
sürgüne gönderileceği endişesiyle karakola gitmeye korkar. Durumu anlattığı arkadaşı Top Melahat,
ona destek olur ve kendisi için düşündüğü kaçış planını Cevriye’ye anlatır. Müdürlüğe götürülmek
üzere karakoldan çıkacakları sırada bir başka seks işçisinin ölümü ile derinden etkilenirler.
Yine de karakoldan çıkarken ceviz çerçeveli aynanın önünde bir an durup süslenmekten kendilerini
alıkoyamazlar. Cevriye, müdürlüğe giderken Melahat sayesinde kaçar ve yeniden kodese girmekten
kurtulur. Cevriye’nin bileklerinde kelepçe dövmesi vardır. Dövmesine bakarak geçmişi hatırlar.
Kalacak yeri ve parası olmadığı için denize gidip bağlı kayıklardan birinde uykuya daldığı gün,
kayığın sahibi onu ateşler içinde yatar halde bulup evine götürmüş ve bir hafta boyunca ona bakıp
iyileştirmiştir. Cevriye’nin ismini bilmediği bu adam, gizemli bir kişidir. Pencereleri kalın
perdelerle sımsıkı kapalı tutar, eve her gün ne olduğu anlaşılmayan bir şeyleri sessizce taşır.
İyileştikten sonra evden ayrılacağı vakit Cevriye, tekrar gelmek için izin ister ama adamdan
“ne gerek var?” yanıtını alır. Oysaki gizemli adamı görmek Cevriye için büyük bir ihtiyaç halini
alır. Kodese girip çıktıktan sonra adamı bir daha bulamaz; çünkü adam bilinmeyen bir sebeple
hapse girmiştir. Koluna kelepçe dövmesi yaptırarak acısını hafifletmeye çalışır. Cevriye sürekli
onun evine gider. Kendini sürekli bir coşkunluk hali içinde hisseder. Zamanla kalbinde Allah’a
ayırdığı yerin, gizemli adam tarafından işgal edilmeye başladığını hisseder. Adamı hayatında hiç
yeri olmayan anne, baba, kardeş sevgisinin ve kendisine hiç kısmet olmayacak kocasının yerine
koyar. Adamın idama mahkûm olduğunu öğrenir. Bir akşam eline tutuşturulan eroin paketleri
tutuklanmasına neden olur. Paketleri eline tutuşturanın ismini vermez. Top Melahat sayesinde
kurtulduğunda tekrar adamın evine gider. Adamın arkadaşı Kerim ile karşılaşır. Adamı kurtarması
için ona yalvarır. Adama duyduğu aşkı, itiraf eder. Kerim’le gece buluşup mahkûmun bazı eşyalarını
gizlice denize atmayı planlarlar. Gece, bir bekçi Cevriye’yi fark edip hareketlerinden şüphelenir.
Kendisini kovalayan bekçiden kaçıp sandala atlayan Cevriye, dengesini yitirip düşer ve başını
sandala çarparak bayıldığı için boğularak yaşamını yitirir.
Sade bir dille yazılmış, ancak kahramanlarının jargonunu bire bir yansıtan yapıtta toplumun
farklı sınıflarından insanlara yer verilir. “Karakolda Ayna Var”, “Kız Kolunda Damga Var”,
“Gözlerinden Bellidir Cevriyem” ve “Sende Kara Sevda Var” olmak üzere dört bölümden oluşur.
1959’da "Fosforlu Cevriye" (Yön: Aydın Arakon), 1969’da "Fosforlu Cevriyem" (Yön.: Nejat Saydam)
adıyla filme alındı. Yazar, romanını 1972'de senaryolaştırıp oyuncu Gülriz Sururi’ye ithaf etti.
Eser, 2008’de müzikale dönüştürülüp ve Gülriz Sururi yönetiminde Ankara Devlet Tiyatroları
tarafından sahnelenmiştir.
Behire'nin Talipleri
1923 yılında İstanbul'da Orhaniye Matbaasında basılan kitabın içinde ilki kitaba adına adını
veren "Behire'nin Talipleri" olmak üzere "Doğruluk Yüzünden", "Saniha Sayfiyede",
"İstanbul Hanımları Niçin Dedikoduya Sebep Olurlar" ve "Saf Bir Delikanlının Hikâyesi",
olmak üzere beş farklı hikaye bulunmaktadır. Bu hikâyelerde yirmili, otuzlu yılların istanbul'unun
gündelik yaşamı ve bu yaşamda öne çıkan, evlilik, aşk, kişisel ilişkiler, yer yer gülmeceye varan,
esprili bir dille hicvedilmekte ve özellikle kadınlık hâlleri ortaya konularak tartışılmaktadır.
Biyografisi:
Suat Derviş
1903 yılında İstanbul'un Moda semtinde dünyaya geldi. Babası, Darülfünûn’un kurucularından
kimyager Müşir Derviş Paşa’nın oğlu tıp profesörü İsmail Derviş Bey, annesi Abdülmecid’in
mabeyncilerinden Kamil Bey’in kızı Hesna Hanım’dır. Osmanlı'da Telefon İdaresi'nde çalışmaya
başlayan ilk kadınlardan Hamiyet Hanım’ın kardeşidir. Varlıklı bir aileye mensuptu. Ailesi ona
Hatice Suat adını koydu ancak Suat erkek ismi olduğundan kayıtlara Hatice Saadet olarak geçti.
Çocukluk çağında evde özel eğitim görüp Fransızca ve Almanca öğrendi. Eğitimine Kadıköy Numune
Rüştüyesi’ne, ardından Darülfünun’a devam etti. Çocukluğundan itibaren yazmaya ilgi duydu.
"Hezeyan" başlıklı mensur şiirini, çocukluk arkadaşı Nâzım Hikmet 1918’de Alemdar gazetesinin
edebiyat ekine göndererek yayımlatmıştır. Bu, onun yayımlanan ilk eseridir. Henüz çocuk yaşta
olan Suat Derviş edebiyat dünyasına Mehmet Rauf tarafından “hassas bir ruha sahip ve olgun bir
müellifin habercisi" olarak tanıtılmıştır. Bu yıllarda Nâzım Hikmet ile arkadaşlığının şairin
ona duyduğu tek taraflı bir aşka dönüştüğü iddia edilir. Şair Nazım Hikmet, 1920’de Gölgesi adlı
şiirini Suat Derviş’e ithafen yazmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde gazeteciliğe başlayan Suat Derviş Hanım, ülkenin
öncü gazetecilerinden biri ve döneminin en üretken yazarlarından birisi olmuştur. Suat Derviş’in
ilk romanı olan Kara Kitap 1921 yılında basılmıştır. Edebiyat dünyasında hayret ve
şaşkınlıkla karşılanan bu eserde ölüme mahkûm güzel ve hassas bir genç kızın son nefesine
kadarki yaşama arzusunu belirten iç seslerini ve duyguları anlatılır. 1923'te yazdığı "Hiç
Biri romanını, Ne Ses Ne bir Nefes (1923), Bir Buhran Gecesi (1924), Fatma'nın
Günahı (1924), Gönül Gibi (1928) ve Latin harfleri ile yazdığı ilk eser olan Emine
(1931) romanları izlemiştir. Bu romanlarında İstanbul’un üst düzey yaşamından kesitler sundu;
ilişkileri anlattı; kadının toplumsal konumunu özgürlük talebini irdeledi.[ 1925’te ilk
hikâyeleri Almanca’ya çevrilmiştir.
Derviş, ilk romanı yayımlandığı sırada Alemdar gazetesinde çalışmaktaydı. 1922'de Ankara
hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul'a gelen Refet Bey’le ilk röportajı Alemdar gazetesi için
yapmıştır. Bir süre sonra Alemdar’dan ayrılıp İkdam’a geçti ve gazetede bir kadın sayfası
hazırlayacak bu konuda öncü oldu.
1927’da konservatuvar eğitimi için kardeşi Hamiyet Hanım ile birlikte Almanya'ya gönderildi;
Berlin’de Sternisches Konservatuvarı’nda piyano dersleri aldı. Bir süre sonra ailesinden habersiz
Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu.[ Faşizmin yükselmesine tanıklık
ettiği Almanya’da öğrenciliği sırasında gazete ve dergilerde çalıştı. Yazıları çeşitli edebiyat
ve sanat dergilerinden siyasi gazetelere kadar pek çok yayın organında yayımlandı. 1932’de
babasının ölümü üzerine fakülteden mezun olmadan Türkiye'ye döndü. Yurda döndükten sonra
Babıali’nin başarılı muhabirleri arasına girdi; İstanbul, İzmir, Adana ve Ankara’da çıkan pek
çok gazetede yazılar yayımladı. Bir yandan da roman tefrika etmeyi sürdürdü. Onu Bekliyorum
(1934), Onları Ben Öldürdüm (1935), Baba Oğul (1936) romanları çeşitli gazetelerde tefrika
edildi. Resimli Ay’da çalışmaya başlaması ile sol basın dünyasına adım atmasına neden oldu. 1936
yılında Son Posta gazetesinde çalışırken Montreeux Konferansı'nı izlemeye gitmesi ona yurtdışına
giden ilk kadın gazeteci unvanını getirdi. 1936 yılından itibaren çalışmaya başladığı Tan
gazetesinde kadın sorunlarına değindi ve dış siyaset olayları ile ilgili haberler yaptı. Bu
gazetede çalıştığı dönemde Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezi, düşünce dünyasını etkiledi.
Dönüşünde yayımladığı röportaj dizisi, "kıpkızıl komünist" olarak damgalanmasına ve gazeteden
ayrılmak zorunda kalmasına neden oldu. Gezinin yapıldığı 1937’de tefrika edilen Bu Roman Olan
Şeylerin Romanı görüşlerindeki değişimi yansıtır. Gazetelerde nazizme, faşizmin yükselişine
ve adaletsizliğe karşı yazılar yayımlarken romanlarında köşklerde yaşanan aşkları, yemek
ziyafetleri ve davetleri yazmayı reddeden yazar, artık toplumcu- gerçekçi bir edebiyat anlayışına
yönelmiştir. 1938’de Bir İstanbul Gecesi tefrika edildi, 1939’da Hiç romanı
yayımlandı.
Suat Derviş’in sol görüşleri, kısa süren ilk üç evliliğinin (Seyfi Cenap Berksoy, Selami
İzzet Sedes, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile) ardından 1941 yılında Türkiye Komünist Partisi
(TKP) genel sekreteri Reşat Fuat Baraner ile yaptığı evlilik ile pekişti. Baraner ve Derviş’i bir
araya getiren, partinin talebi doğrultusunda çıkarttıkları "Yeni Edebiyat Dergisi" olmuştu.
Çift, Türkiye'de toplumsal gerçekçi akımın ilk yayın organlarından sayılan dergiyi 15 Ekim 1940-
15 Kasım 1941 arasında yirmialtı sayı yayımladı. Derviş, dergide kısa öyküler, fıkra ve
eleştiriler yazdı. Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Hasan İzzettin Dinamo gibi genç yazar ve şairlerin
tanınmasına yardımcı oldu. 1944’te Zeynep İçin romanını yazdı. Aynı yıl Biz Üç Kardeşiz,
Fosforlu Cevriye, Çılgın Gibi” romanları gazetelerde tefrika edildi. "Niçin Sovyetler
Birliğinin Dostuyum?" adlı incelemesinin 1944’te yayımlanmasından sonra gazeteci kimliği ile
hiçbir yerde iş bulamayan Suat Derviş, gerçek ismi olan “Hatice Saadet Baraner” yerine takma
adla yazılar yazmaya başladı. Aynı yıl TKP Soruşturmaları ve tutuklamaları çerçevesinde eşi
Reşat Fuat Baraner ile birlikte tutuklandı. Sorgu sırasında çocuğunu düşüren yazar, Reşat Fuat
Baraner'i sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi'ne katıldığı gerekçesiyle yargılandı,
8 ay tutuklu kaldı. Hapisten çıktıktan sonra büyük sıkıntı çekti.. Geçimini sağlamak için Almanca,
İngilizce ve İtalyanca çeviriler ve editörlük yaptı. Tiyatro piyesleri ve radyo skeçleri yazdı.
1947’de "Büyük Ateş", 1950’de "Yaprak Kıpırdamasın" romanları tefrika edildi.
1951’de tekrar tutuklanan eşinin 1953'te yargılanmaya başlaması üzerine kendisinin de tekrar
tutuklanma olasılığına karşılık ülkeden ayrıldı; İsveç'teki ablasının yanına yerleşti. Avrupa’da
çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yayımladı; kendisini yurtdışında tanıtacak kitapları kaleme
aldı. Zeynep İçin romanını Ankara Mahpusu adıyla yeniden yazdı. Romanı, ablası
Hamiyet Hanım Fransızca'ya çevirdi. 1957’de Le Prisonnier d’Ankara adıyla yayımlanan eser on
sekiz dile çevrildi ve o kadar beğenildi ki eleştirmenler tarafından Ivo Andriç’in Drina
Köprüsü’nden bile daha iyi bulundu. Daha önce yayınlatamadığı Çılgın Gibi eserini
Fransızca’ya çevirdi. Eser, Les Ombres du Yali (Yalının Gölgesi) adıyla 1958’de
yayımlandı. Reşat Fuat Baraner’in hapisten çıkmasının ardından 1963 yılında Türkiye’ye döndü.
Bu dönemde takma isimler roman ve hikâyeler, çocuk masalları yazdı, tercümeler yaptı. Bu sırada
kullandığı bazı adlar şunlardı: Emine Hatip, Saadet Baraner, Hatice Hatip, Süveyda H., Sujet Doli.
Aksaray’dan Bir Perihan adlı romanı 1963’te Gece Postası’nda tefrika edildi. Fosforlu
Cevriye, öğrenci ayaklanmaları ve sert isyanların zirveye ulaştığı 1968'de May Yayıncılık
tarafından Ankara Mahpusu ile birlikte yayımlandı.
1968 yılında eşini, 1970 yılında ise ablasını kaybetmesi onu derinden etkiledi. İki gözünde
de ciddi sağlık sorunları çıkana kadar yazmaya devam etti. Moskova’da geçirdiği ameliyat
sonrası gözlerinden birinin belli oranda düzelmesinin ardından arkadaşı Neriman Hikmet ile
birlikte Devrimci Kadınlar Birliği'nin kuruluşunda görev aldı. Derneğin kapatılması üzerine
yeniden yazarlığa ağırlık verdi. Sürekli göz altında tutulan Şişli’deki evini devrimci gençlere
açıp onları gizledi. 1971’de evi basıldı, birçok solcu genci evinde sakladığı ortaya çıkınca
tutuklandı. Ertesi sene Fosforlu Cevriye 'yi Gülriz Sururi için senaryoya dönüştürdükten kısa
süre sonra şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribat sonucu hastaneye kaldırıldı.
23 Temmuz 1972'de Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi'nde hayatını kaybetti.
Otuza yakın roman, pek çok hikâye, makale, eleştiri ve çeviriler yayımlanan Suat Derviş’in
en bilinen eseri Fosforlu Cevriye’dir. Eserleri yabancı dillere çevrilen ilk Türk yazarlardandır.
Adı, toplumcu gerçekçilik ile birlikte anılır. Avrupa’ya muhabir olarak giden ilk kadın gazeteci,
ilk basın sendikasının beş kurucusundan biri ve ilk başkanı, Devrimci Kadınlar Birliği'nin
kurucusudur. Kadın hakları, demokrası alanlarında mücadele etmiş bir aktivisttir. Yapıtları İthaki
Yayınları tarafından toplu olarak yayınlanmaktadır.
Yapıtları:
1. “Kara Kitap", Karabet Matbaası, İstanbul 1920; Kara Kitap, Oğlak Yayınları, İstanbul, 1996.
2. “Hiçbiri", Yeni Şark, İstanbul, 1921; Hiçbiri, Kitaphane-yi Suudi, İstanbul, 1923; Hiçbiri, Doğan Yay., İstanbul, 2004.
3. “Ne Bir Ses… Ne Bir Nefes…", Orhaniye Matbaası, İstanbul, 1923; Ne Bir Ses Ne Bir Nefes, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1946.
4. “Buhran Gecesi", İstanbul: Suhulet Kütüphanesi, 1924.
5. “Beni mi?", İstanbul: Suhulet Kütüphanesi, 1926.
6. “Gönül Gibi", İstanbul: Suhulet Kütüphanesi, 1928.
7. “Emine", İstanbul: Resimli Ay, 1931.
8. “Sultanın Karıları” Tempo (Almanya), 1931-32; “Bir Haremağasının Hatıraları” Son Posta, 193334; “Sultanın Karıları”, Hürses, 1952.
9. “Dirilen Mumya”, Son Posta 1934 (“Suat Suzan” müstear adıyla).
10. “Bu Başı Ne Yapalım", Son Posta 1934 (“Suat Suzan” müstear adıyla).
11. “Onu Bekliyorum", Cumhuriyet, 1935.
12. “Onları Ben Öldürdüm", Son Posta, 1933.
13. “Baba-Oğul", Son Posta, 1936-37.
14. “Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır", Tan, 1937.
15. “İstanbul’un Bir Gecesi", Haber, 1939.
16. “Hiç", İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1939.
17. “Sınır", 1943 – 1944, Son Telgraf.
18. “Biz Üç Kızkardeştik", Son Telgraf, 1944-45.
19. “Ankara Mahpusu” [Zeynep İçin], Haber, 194445; Le Prisioner d’Ankara, Paris,1957; Ankara Mahpusu, May Yayınları, İstanbul,1968; Ankara Mahpusu, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2000.
20. “Fosforlu Cevriye", Gece Postası, 1945; “Fosforlu Cevriye”, May Yayınları, İstanbul,1968; “Fosforlu Cevriye” Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2001.
21. “Çılgın Gibi” [Yalının Gölgeleri] Yeni Sabah, 1945; Les Ombres Du Yalı, Paris: Les Editeurs Français Reunis, 1957; “Çılgın Gibi”, Hasat Yayınları, İstanbul, 1998; “Çılgın Gibi”, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2001.
22. “Kendine Tapan Kadın", Son Telgraf, 1944-45.
23. “İki Kadın ve İki Aşk", Son Telgraf 1946.
24. “Yaprak Kımıldamasın”, Hürses, 1945-1946.
25. “Yeniden Yaşayabilseydik” (Suat Derviş, bu eserinin 1950-1951 yılları arasında tefrika edildiğini söylemiştir. Ancak gazete ismi belirtmemiştir).
26. “Aksaray’dan Bir Perihan” Gece Postası, 17 Aralık 1962 - 22 Şubat 1963; “Aksaray’dan Bir Perihan”, Oğlak Yayınları, İstanbul, 1997.
27. “Şoför Mustafa”, 1963 – 1964, Gece Postası (Aktürk 2012: 17-19)
İnceleme ve diğer yazıları:
Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum? (1944, İstanbul, Arkadaş Matbaası,64 sayfa)
Hakkında yazılan kitaplar:
“Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi” (Liz Behmoaras, Otobiyografi);
“Yıldızları Seyreden Kadın, Suat Derviş Edebiyatı” (Günseli Sönmez İşçi, Deneme, İnceleme)
“İpek Sabahlık” (Osman Balcıgil, otobiyografik roman)
Yazar ve kitapla ilgili yazılar:
*
"Toplumcu Gerçekçi Türk Edebiyatında Suat Derviş’in Yeri"
Çimen Günay Erkol, Bilkent Ün. Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Master Tezi, 2001
*
"İki Söylem Arasında Bir yazar: Suat Derviş"
Fatmagül Berktay, Defter Dergisi, 1997.
*
"Suat Derviş Romanlarında Kadın Karakterler"
Şehriban Kaya, Uluslararası Kıbrıs Ün Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2018
*
"Toplumcu Gerçekçi Yönüyle Suat Derviş'in Romanlarına Bakış"
Şenol Aktürk, The Journal of Academic Social Science Studies, 2012
*
"Sokakta bir gazeteci: Suat Derviş"
Feryal Saygılıgil,Fe Dergi: Feminist Eleştiri Cilt 6, Sayı 1, 2014,
*
"Unutturulan kadın Suat Derviş"
Burak Albayrak, Duvar edebiyat, 23.07.2017,
*"Yanımızdan Geçiyorlar"
Cansu Yılmazçelik, K dergisi, Sayı: 187, sayfa: 20-15; 07.05.2010
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>
|