Kuyucaklı Yusuf:
Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali'nin ilk romanıdır. S. Ali 1931'de Aydın Hapistanesi'nde romanın baş kişisi olan Yusuf'la tanışmış, onun başından geçen hikâyeyi dinlemiş ve 1931'in yaz döneminde başlayarak yaklaşık bir yılda yazmıştır. Cevdet Kudret'in bildirdiğine göre, Sabahattin Ali aslında bu hikâyeyle başlayan ve üç ayrı dönemi anlatan bir roman tasarlamıştır. Buna göre Kuyucaklı Yusuf bunların ilkidir. İkinci de ise ilk romanda adı geçen 'Çineli Kübra'nın ve dağa çıkan Yusufun eşkiyalık günleri anlatılacağı, üçüncüsünde ise Yusuf'un dağdan inerek göçebe yörükler arasında geçirdiği yaşam dan söz edileceği yazar tarafından ifade edilmiştir.
Kuyucaklı Yusuf, ilkin Konya'da 1932 yılında M. Hayrettin'in çıkardığı Yeni Anadolu gazetesinde on beş sayı kadar tefrika edilmiştir. Ücret konusunda doğan anlaşmazlık yüzünden tefrika yarıda kesilmiştir. Daha sonra, 1936'da Projektör dergisinin Mart sayısında çıkmaya başlamış, fakat derginin kapanması üzerine yine yarım kalmıştlr. Ardından Varlık dergisinde (1.11.1936) bir parçası basılmış, en sonunda, romanın bütünü 9 Kasım 1936'dan 21 Ocak 1937'ye kadar Tan gazetesinde yayımlanmıştır. Yapıtın kitap halinde birinci basımı 1937'de Yeni Kitapçı, ikincisi 1943'te Akba Kitabevi, üçüncüsünü de 1965'te Varlık Yayınları tarafından yapılmıştır. Kitap daha sonra sırasıyla Bilgi, Cem yayınevleri ve son olarak da YKY arasında yayınlanmıştır. Yapıt aynı adla 1985 yılında Feyzi Tuna tarafından yazılıp yönetilen bir filme de konu olmuştur.

Romanın 1903-1914 yılları arasında yaşanan öyküsüne gelince Yusuf Kuyucak’ta doğmuştur. Bir gün, köylerini haydutlar basmış, bütün ailesini öldürmüştür. Yusuf bu olaydan sonra çocuk yaşında kimsesiz kalmış ve olayı incelemeye gelen kaymakam Selahattin bey tarafından evlat edinilmiştir. Kaymakamın Yusuf'tan birkaç yaş küçük Muazzez adında bir kızı vardır. İki çocuk kardeş gibi büyürler. İkisi aynı okula giderler, Yusuf zeki bir çocuk olmasına karşın okuyamaz. Ailenin bağında çeşitli işler görür. Kaymakamın eşi Şahende Hanım ise onu hiç sevmemekte, fırsat buldukça onu hırpalamaktadır. Yusuf büyüdükçe Muazzez’e karşı farklı duygular hisseder, Muazzez'i sürekli olarak korur ve kollar. Şahende Hanım’a yönelik duyguları ise onunki gibi olumsuzdur. Muazzez bir gün bayram yerinde kasabanın külhanbeyi, hovardalığıyla ün salmış Şakir tarafından taciz edilir. Bunun üzerine Yusuf onu döver. Şakir, bunu unutmaz ve Muazzez’i elde ermeyi kafasına koyar. Bir arkadaşınınn yardımıyla bir düzen kurarlar ve kaymakamla kumara oturur, onu ödemeyeceği miktarda borçlandırırlar. Sonrasında bu borca karşılık Muazzez’i resmi olarak isterler. Muazzez'i beğenen ve babası bakkallık yapan Yusuf'un çocukluk arkadaşı Ali'den aynı karşılıkla kaymakamın borcu olan parayı ister, Ali bunu kabul eder ve büyükannesinden bu parayı alır Yusuf'a verir Yusuf da Kaymakamın Şakir’e olan borcunu öder. Muazzez, bu sefer de Ali'yle evlenmek zorundadır. Düğün günü, Muazzez’i elde etmeyi kafasına koymuş olan Şakir, kaza süsü vererek Ali'yi öldürür. Jandarma komutanı ve babasının ilişkileri ile olay kaza gerekçesiyle kapatılır. Şakir Muazzez’in ailesine şantaj, baskı yoluyla Muazzez’i kendisine vermelerini söyler. Oysa Yusuf ile Muazzez'in duyguları karşılıklıdır ve birbirlerini sevmektedirler. Şahende Hanım ise Yusuf'u sevmediği için bunu istememektedir. Bir gün, Muazzez, Yusuf’a açılır. Onu çok sevdiğini itiraf eder. Yusuf çok şaşırır. Asla ümit edemeyeceği hayali gerçek olmuştur. Şahende Hanım, bu durumu öğrenir. O, Yusuf’la evlendirmektense kızını zengin Şakir’le evlendirmeyi tercih etmektedir. Kızını Şakir’le buluşmaya zorlar. Bunun üzerine Yusuf, Muazzez'i Şakir'lerin evinden kaçırır ve yakın köylerden birine gidip orada nikahlanırlar. Şahende Hanım, bunu hiç affedemez, Kaymakam ise tersine çok memnundur. Kendi elinde büyüyen Yusuf'un kızına iyi bakacağından emindir. Kaymakam, onlara yardım da eder. Damadına iş verir, evlerinin kurulmasına yardım eder. Ancak bir gün, kalp krizi sonucu ölür. Yusuf’la Muazzez’in çok mutlu giden evlilikleri bunun üzerine gölgelenir. Onlara kol kanat geren kaymakam ölünce, yerine gelen ve Şakir'le birlik olan yeni kaymakam Yusuf’a gezici köy tahsildarlığı görevi verir. Sık sık evden uzaklaşmak zorunda kalan Yusuf'un evde olmadığı sırada Şahinde hanım gece alemleri düzenlemekte, bunlara yeni kaymakam, Şakir ve arkadaşları katılmakta, şakir, kaymakam, jandarma komutanı ve diğerleri Muazzez'e sarkıntılık etmektedirler. Olay Yusuf’un da kulağına gelince bir gece aniden köye döner. Durumu kendi gözleriyle görür, karısı kötü emellere alet olmaktadır. Şahende’yi, Şakir’i ve Kaymakam’ı öldürür. Karısı da ağır yaralanır. Karısını alıp şehrin dışına gider fakat bir mola yerinde Muazzez de ölür. Onu oraya gömer ve ortadan kaybolur.

Roman Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde geçmektedir. Aslında burada anlatılan yeni bir kurtuluş olasılığıdır. Bu yönüyle romanı içerdiği ekonomik, politik, sosyolojik, unsurlarla bir dönem hikâyesi gibi yorumlamak da mümkündür. Ne var ki kurtuluşu sağlayacak olan kişi olan Yusuf kararsız ve olayların akışına tabi bir birey olarak sunulmaktadır. Romanın ikinci ve üçüncü bölümlerinin yazılmış olmaması, S. Ali'nin sonraki romanlarındaki asıl kahramanlara bu yönüyle benzemesi aslında bu kararsızlık ve ikircikli hâlin yazarın duygu ve düşün dünyasında konunun sürdüğüne bir işaret olarak değerlendirilebilir.
Edebi olarak da doğal gerçekçiliğe uygun bir dil ve uslûp yeğlenmiştir. Ayrıntıların, özellikle duygu ve düşüncelerin çok iyi betimlenmiş olması ve kahramanının bir aydın değil kırsal kesimden birisi olması Türkiye edebiyatında bir dönüm noktası olarak nitelendirilmesine yol açmıştır.

İçimizdeki Şeytan:
Sabahattin Ali'nin ikinci romanı olan İçimizdeki Şeytan ilkin Ulus gazetesinde 3.4.1939-29.6.1939 tarihleri arasında tefrika edilmiş daha sonra, 1940 yılında Remzi Kitabevi tarafından ilk kez kitap haline getirilmiştir.

Roman yayınlandığı dönemde yer verdiği kişilerin kimi benzerlikleri nedeniyle söz konusu dönemde faşistleri, ırkçı ve Turancıları çok kızdırmış, dolayısıyla roman olarak edebi niteliğinden daha çok politik ortamda neden olduğu tartışmalar yüzünden bilinen bir kitap olmuştur.
Romandaki asıl karakter olan Ömer bir anlamda Kuyucaklı Yusuf'taki Yusuf'un bir benzeridir. Yazarın daha sonra yazacağı Kürk Mantolu Madonna'da da "Raif efendi" bir ölçüde de "yazar" olarak karşımıza çıkacaktır. Bu karakter iki arada bir derede kalmış bir küçük burjuva aydındır(?). Ne olacağına ve ne yapacağına karar verememiş bir zayıf karakterli, fikren ve ruhen gelişmesi bir gençtir.

28 bölümlük romanda yazar önce iki yakın arkadaş olan üniversite öğrencileri Nihat ve Ömer'i anlatır. Ömer bir yandan okumakta, bir yandan da postanede aday memurluk yapmaktadır. Gelirleri çok azdır ve çevrelerindeki okur-yazar arkadaş ve büyüklerinin yanında onlarla birlikte zaman geçirmekte, meyhanelerde edebiyat ve siyasetten konuşmaktadırlar. Ömer, Nihat'la beraber bir vapurda karşılaştıkları Ömer'in akrabası olan Emine Teyze'nin yanında olan Macide'ye ilk görüşte aşık olur. Macide İstanbul'da konservatuarda eğitim görmektedir. İlkokuldayken sesinin güzelliği ve müziğe olan yeteneğiyle çevresinin ve öğretmenlerinin dikkâtini çekmiştir. Okulda müzik öğretmeni olan Bedri de o sıralarda onunla ilgilenmiş, aralarında duygusal bir yakınlaşma olmuştur. Bir süre sonra Bedri başka yere atanmıştır. Okulu bitince Emine Hanım'ın önerisiyle onun yanına gelmiş ve konservatuara girmiştir. Daha sonra Ömer'le Macide arasında bir duygusal yakınlık gelişir, sonrasında aşık olurlar. Arkadaşlaıklarının hızlı gelişmesi sonucu bir akşam kayıkla mehtap gezisine çıkarlar. Macide eve gelmekte gecikir, bu nedenle teyzesinden azar işitir. Annesinden birkaç aydır para gelmediği için, amcası da memnuniyetsizliğini açığa vurur. Macide artık bu evde kalamayacağını anlar. Bavulunu alarak evden ayrılır. Dışarı çıktığında Ömer'le karşılaşır ve Ömer durumu anlayınca onu alır ve kendi kaldığı pansiyona götürür. İlk kez orada beraber olurlar ve resmen evlenmemekle birlikte karı-koca hayatı yaşamaya başlarlar. En önemli sorunları parasızlıktır. Ömer Macide ile birlikte olduğu sırada da önceki yaşamını sürdürür. Bu sırada karşılaştıkları insanlar arasında Bedri de vardır ve Bedri ile Ömer daha önceden tanışmaktadırlar. Ancak Bedri Ömer'in çevresindeki kişileri, düşüncelerini ve yaptıklarını beğenmez ve eleştirir. Ömer'i onların etkisinden kurtarmak isterler. Bu kişilerden bazıları beraber oldukları sırada Macide'ye sarkıntılık ederler. Macide ile Bedri'nin ilişkisinin yakınlığı Ömer'i kuşkulandırır. Her ikisi de ayrı ayrı bu ilişkiyi sürdüremeyeceklerini düşünürler. Ömer arkadaşlarının önerisine uyup çalıştığı postanenin veznedarının yaptığı bir usulsüzlüğü gündeme getirerek tehditle ondan para alır ve Nihat'a verir. O sırada Nihat ve çevresindeki kişilerin karıştığı bir başka olay nedeniyle Ömer de tutuklanır. Tahliye olacağı gün ziyaretine gelen Macide'yi kabul etmez ve Bedri'ye ondan ayrılacağını ve kendisini aramamasını söyler. Macide de onun tutuklandığı gün, Beyoğlu'nda onu bir başka kadınla birlikte giden bir adama benzetir ve beraber olamayacaklarını ifade eden uzun bir mektup yazar. Mektubu Ömer'e ulaştıramasa da onun bu son tutumu nedeniyle o da Bedri'ye yaklaşır ve roman burada biter.

Yer yer Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza"sındaki "Raskolnikov" ile Gonçarov'un "Oblomov" romanındaki baş karaktere benzer yanları olan Ömer'in ruhsal/düşünsel dünyasına ve yaşadıkları kimi olaylardaki ayrıntılı betimelemelerle oldukça gerçekçi bir anlatıma sahip roman, belki de anlatılan tipin yaygınlığı, hemen herkesin kendisinden bir parça, bir olumsuz yan bulması nedeniyle çok benimsenmemiştir. Ancak Kuyucaklı Yusuf'tan daha ileri bir anlatıma sahip, dolayısıyla ikisinden de çok daha iyi bir roman olan Kürk Mantolu Madonna göz önünde alındığında S. Ali'nin yalnız bir öykücü değil aynı zamanda bir romancı olarak gelişimini gösteren önemli bir romandır.

Kürk Mantolu Madonna:
Sabahattin Ali'nin ilk kez 1943 yılında yayınlanan romanıdır. İki bölümlü bir romandır. Roman "Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır" cümlesiyle başlar ve romanın ilk bölümünde, romanın asıl kahramanı Raif Efendi ile olan dostluğunun tarihçesini anlatır, sonra bir gün onun, ölüm döşeğindeyken verdiği, siyah kaplı defteri okumaya koyulur. Romanın ikinci bölümü bu defterde kaydedilenlerden oluşur. İlk sayfada 20 Haziran 1933 tarihi, Raif Efendi, hayatının romanını bu deftere yazmıştır. Raif, dönüşte babasının fabrikasında çalışmak üzere sabunculuk öğrenimi için gittiği Berlin’de bir sergide Kürk Mantolu Madonna tablosunda kendi portresini yapmış ressam Maria Puder’i sever. Babasının ölümü üzerine de yurduna döner. Sonradan getirteceğini söylediği sevgilisiyle, engeller yüzünden haberleşmeleri kesilir ve Raif olayların akışına bırakır kendini. Aradan on sene geçmiş, zamanla hayaller dünyasından gerçeklere dönmüş, Maria’yı unutarak Türkiye’de evlenmiştir. Günün birinde Ankara’da karşılaştığı ve Berlin yıllarında pansiyon komşusu olmuş bir Alman kadından, Berlin’den ayrılmasından kısa bir zaman sonra Maria’nın ölmüş olduğunu öğrenir: Maria, Raif ten olma kızını doğurmuş, bir hafta sonra da ölmüştür. Ankara garında kalkmak üzere olan trende, vagon penceresinde uzak akrabası bu Alman kadınını bekleyen, sekiz dokuz yaşlarındaki, babasından habersiz kız, Raifin kendi kızıdır. Tren hareket eder, Raif düşünceler içinde donuk, garda kalakalır. Kitabın son sayfaları, o sıralarda otuzbeş yaşlarındaki Raifin duyduğu, karışık suç ve utanç duygularının yorumu ve yitmiş gitmiş bir aşka yakılan ağıtlardan oluşur.

KÜRK MANTOLU MADONNA
Kürk Mantolu Madonna 1940'ta Hakikat gazetesinde tefrika edilmiş. Kitap olarak yayınlandığında, yazık ki, dar bir edebiyat çevresi dışında, hak ettiği ilgiyi devşirememiş. Sabahattin Ali bu eşsiz romanında, sürüklenip durduğumuz toplumsal koşulların baskısında bir aşkı, artık anılarda kalmış kırıklıklarıyla açımlar. Bir yanda aşkın kişiye özgü bağımsızlığı, bir yanda topluma karşı sorunların çeşit çeşit egemenliği sürekli çatışıp durur.
Kürk Mantolu Madonna her şey yitirilmişken başlar, derin iç sızılarıyla yüklü bu sona ermişliği, geriye dönüşlerle, en ince ayrıntısına kadar deşer. Romanın apayrı bir ortamda, bir anlatıcının gözlemleriyle yüklü ilk bölümü, kendi içinde bir bütündür ve o günlerin toplumsal dünyasını yansıtmak açısından, ancak Dostoyevski'ye yaraşır bir hava estirir. ..
Herkesten 'bey' diye söz açıldığı yeni dönemlerde bile, kendisine "Raif Efendi" diye seslenilen Raif, silik, toplum hayatının dışında kalmış, içe kapanık, bezgin, çevresindekilerin neredeyse küçümsediği bir insandır. Raif Efendi kendisini sık sık sık ziyaret eden anlatıcıya, ölüm döşeğindeyken bir defter emanet eder. Hayatının bütün ezginliği ve gönül sırrı bu defterdedir: -Belki Sabahattin Ali'nin yaşamından izler de taşıyan- Raif varlıklı bir ailenin çocuğudur. Berlin'de yükseköğrenim görmektedir. Öğrenimden sonra yurda dönecek, babasının fabrikasında sabunculukla uğraşacaktır.
Raif yurtdışındayken, bir sergide gördüğü "Kürk Mantolu Madonna" tablosuna hayran kalmıştır. Ressam Maria Puder bu tabloyu gerçekleştirirken kendinden esinlenmiştir. Tablonun, iç görünümü, fıgürün iç dünyasını da yansıtan bir gizemi vardır. Raifle Maria arasında fırtınalı, iniş çıkışlarla boğunçlu, karmaşık, yoğun aşk ilişkisi başlar. Düşünce ve duyuşta birbirine karşıt bu iki insan, aşkı bir hayat öğretisi gibi yaşarlar. Dahası, aralarındaki karşıtlık zaman zaman erir ve Maria, Raife, Raif, Maria'ya dönüşür gibi olur. Her ikisi de dünyanın, varoluşun anlamı üzerine yeniden düşünür.
Ne var ki, Raifin babası ölecek, genç adam Türkiye'ye dönmek zorunda kalacaktır . . .
Maria'yla mektuplaşmaları giderek azalan Raif, eski yaşayışına denk bir hayat kurmak zorunda kalır. Evlenir, tekdüze günler birbirini kovalar. Yıllar sonra Ankara' da karşılaştığı, tanıştığı bir Alman kadın, Maria'nın uzaktan akrabasıdır ve ressamın trajik serüvenini anlatır.
Maria, Raiften sakladığı çocuğunu doğurmuş, kısa bir süre sonra da ölmüştür ... Şimdi, Ankara'da, garda bir vagon penceresinden dışarıya bakınan dokuz yaşlarındaki çocuk, Raifin hiç bilmediği, hiçbir zaman babası olduğunu söyleyemeyeceği kızıdır. Raif için o günden sonra yaşamak vicdan sorgulamasına dönüşmüştür...
İç dünyasının küskünlüklerini, gençlik yıllarında, Berlin' de, sanat ortamında ve sanatın zenginliğinde bir ölçek durdurabilen Raif, roman boyunca madde dünyasının sıkıntısını çeker. Yaşadığı aşk ise o madde dünyasının pençesine düşmüş, dağılıp gitmiştir. Kürk Mantolu Madonna'nın -bence- en güzel sahnesi, Maria Puder'in aşkın imkansızlığını Raif e anlatmaya çalıştığı sahne, aynı zamanda Raif'in de söylemidir.
"Dün akşam, hele buraya geldikten sonra, bir an neler ümit etmemiştim ... Sihirli bir el tarafından tamamen değiştirileceğimi, ruhumda, küçük kız çocukları gibi masum, fakat aynı zamanda, bütün hayatımı kavrayacak kadar kuvvetli heyecanlar duyacağımı, bu sabah uykudan, başka bir dünyaya doğar gibi uyanacağımı sanmıştım. Fakat hakikat ne kadar başka ... Hava her zamanki gibi kapalı; odam soğuk.. Yanımda her şeye rağmen bana yabancı, bütün yakınlığına rağmen benden ayrı, benden başka bir insan ..."

Kaynak: Selim İleri - Edebiyatımızdan Sevdiğim Romanlar Kılavuzu
s:305

Yazılar:
Üyelerimizin yazıları:
"İçimizdeki Şeytan"; Edebiyathaber, 04.03.2015

Kitaba dair bazı yazılar:
"İçimizdeki Şeytanlar" Nihal Atsız, Özel Yayınlanmış Broşür, 19.07.1940.

*"Yazarı Öldürmek"        Cansu Yılmazçelik, K dergisi, Sayı: 6, Sayfa: 6-11; 10 Kasım 2006
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>

*"Kürk Mantolu Madonna"        Cana Yalçın, K dergisi, Sayı: 26, sayfa: 20-23; 30 Mart 2007
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>