Görünmez Kentler: Marco Polo-Kubilay Han ilişkisi çerçevesinde arzu, bellek, yaşam, ölüm gibi temaları büyük bir incelik ve şiirsellikle işlediği Görünmez Kentler’de; Marko Polo'nun Kubilay Han'a gidip gördüğü ve hepsine kadın adları verilmiş 55 kentin özelliklerini anlattığı bir metindir. Yazar bu kitabıyla ilgili kitabın başında da yer alan, 29 Mart 1983'te, New York Columbia Üniversitesi Writing Division yüksek lisans öğrencilerine verdiği ingilizce konferansta şunları söylemiştir.

     

Görünmez Kentler Üzerine (*)
Italo Calvino

Görünmez Kentler bildik kentler değil; kurmaca kentlerdir. Hepsine birer kadın adı verdim; kitap kısa kısa bölümlerden oluşuyor. Bu bölümlerden her biri, her kent için ya da genel anlamda kent kavramı için geçerli olan bir ipucu sunmalı.
Tıpkı kâğıt parçalarına yazdığım şiirlerim gibi, bu kitap da geniş bir zaman dilimi içinde, birbirinden farklı esinlenmelerimden yararlanarak, parça parça oluştu. Ben yazarken bir sıra izliyorum: Kafamda dönüp duran fikirlerden yola çıkarak yazdıklarımı ya da yalnızca yazmayı istediğim şeylerin notlarını içine koyduğum birçok dosyam var. Eşya için bir dosyam var, hayvanlar için bir dosyam var; kişiler için, tarihi kahramanlar için, mitoloji kahramanları için, dört mevsim için, beş duyu için birer dosyam var. Bir dosyada yaşamımın kentleri ve kır manzaralarıyla ilgili sayfaları topluyorum, bir diğerinde zamandan ve mekândan bağımsız hayali kentleri. Bu dosyalardan biri kâğıtlarla tıka basa dolduğu zaman, ondan nasıl bir kitap çıkarabilirim diye düşünmeye başlıyorum.
Böylece son yıllarda, farklı evrelerden geçerek, bu kentler kitabının peşinden gitmeye başladım; arada sırada, her seferinde minik bir parça yazarak. Kimi zaman yalnızca üzgün kentleri, kimi zaman yalnızca mutlu kentleri düşünmek geliyordu içimden; bir dönem kentleri yıldızlı gökyüzüne benzettim, başka bir dönemse kentin dışında günden güne yayılan çöplükten konuştum. Sanki kişiliğimden ve düşüncelerimden kaynaklanan bir günlük olmuştu bu; her şey kent imgelerine dönüşüyordu: Okuduğum kitaplar, gezip gördüğüm sergiler, arkadaşlarımla yaptığım tartışmalar.
Ama bütün bu sayfalar hâlâ bir kitabı oluşturmaya yetmiyordu; bir kitap (bana göre) başı ve sonu olan bir şey (dar anlamda bir roman olmasa da). Kitap bir alan; okur içine girmeli, dolanmalı, belki kendini kaybetmeli, ama belli bir noktada bir çıkış hatta birçok çıkış bulmalı. Kitap, dışarı çıkabilmek için bir yola koyulma olanağı. Aranızdan biri bu tanımın şiir kitapları, deneme kitapları ya da büyük olasılıkla öykü kitapları gibi okunan, bunun gibi bir kitap için değil de, olay örgülü bir roman için geçerli olduğunu söyleyebilir. Asıl söylemek istediğim; bunun gibi bir kitap da, kitap olabilmek için, bir kurguya sahip olmalı, yani bir olay örgüsü, bir gezi tasviri ve bir sonucu olmalı.
Hiç şiir kitabım olmadı, ama birçok öykü kitabı yazdım ve metinleri belirli bir sıraya koymakta hep zorlandım: Bu iş sıkıntılı bir sürece dönüşebiliyor. Bu sefer daha en baştan her sayfaya bir dizge ismi vermeyi kafaya koymuştum: "Kentler ve anı", "Kentler ve arzu", "Kentler ve göstergeler", dördüncü bir alt başlığa "Kentler ve biçim" demiştim; ama bu başlık sonra bana fazla belirsiz göründü ve o da öteki ulamlara dağıldı. Kentleri yazmayı sürdürürken, bir süre, alt başlıkları çoğaltmak veya azaltmak (ki bence ilk iki dizge tartışmasız gerekliydi) ya da hepsini ortadan kaldırmak konusunda kararsız kaldım. Birçok metni nasıl sınıflandıracağımı bilemediğim için yeni tanımlar aramaya koyuldum. Biraz soyut, hafif olan kentlerden bir grup oluşturabilirdim; daha sonra bu "İnce kentler" başlığı altında toplandı. Bazılarını "İkili kentler" adı altında toplayabilirdim, ama sonra onları öteki guruplar arasında dağıttım. Öteki dizgeleri öngörememiştim: Son anda, başka türlü sınıflandırdığım metinleri, özellikle "anı" ve "arzu", yeniden dağıttığım zaman, ortaya çıktılar. Örneğin, (kendini görsel özellikleriyle belli eden) "Kentler ve gözler" ve kendini değiş-tokuş ile belli eden "Kentler ve takas": Anı değiştokuşu, arzu değiş-tokuşu, geçmiş değiş-tokuşu, kader değiş- tokuşu. Oysa, "Sürekli ve gizli kentler", kitaba vermeyi düşündüğüm biçim ve anlamı kavramaya başladığım zaman, özellikle, yani kesin bir amaçla, yazdığım iki dizge. Üzerinde uğraştığım en iyi yapıyı, biriktirmiş olduğum malzemenin temelinde kurdum; çünkü bu dizgelerin sırayla birbirlerini izlemelerini, kendi içlerinde kesişmelerini ve bu arada da kitabın işleyişinin, 0 metinleri yazdığım kronolojik düzenden kopmamasını istiyordum. Sonunda her biri beş metinden oluşan on bir dizgede karar kıldım; belirli bir ortak iklime sahip olan farklı dizgelere ait metinlerden oluşan bölümler... Her ne kadar bunu açıklamaya çalışan çok olduysa da; dizgeleri birbirine bağlayan yöntem mümkün olanın en basitidir.
Daha önceden söylemem gereken şeyi henüz söylemedim: "Görünmez Kentler", Marco Polo'nun Tatar İmparatoru Kubilay Han'a sunduğu bir dizi gezi notu. (Tarihi gerçek şöyle der; Kubilay, Moğol İmparatoru Cengiz Han'ın soyundan gelir, ama Marco Polo kitabında ondan "büyük Tatar Hanı" diye söz eder ve bu da yazılı gelenekte böyle kalmıştır.) Benden, 13. yüzyılda Çin'e kadar ulaşan ve orada Büyük Han'ın elçisi olarak Uzak Doğu'yu köşe bucak dolaşan şanslı Venedikli tacirin gezi notlarını izlemem istenmedi. Doğu, artık uzmanlara bırakılmış bir konu ve ben bu konuda uzman değilim. Ama yüzyıllar boyunca, fantastik ve egzotik bir sahne düzeni olarak Milione'yi (1) esin almış yazar ve şairler var: Coleridge ünlü bir şiirinde, Kafka imparatorun Haberi'nde, Buzzati Tatar Çölü'nde. Oysa yalnızca Binbir Gece Masalları bu tip bir yazgıyla övünebilir: Öteki edebi eserlerin içlerinde yer bulduğu hayali kıtalara -"başka yerlerin" kıtaları, ki bugün "başka yer" diye bir yer yok denebilir, sanki bütün dünya tek bir şekle bürünüyor- dönüşen kitaplar.
Ütopik gezgin, dünya yıkıma uğradığı için uçsuz bucaksız gücünün değerini kaybetmekte olduğunu anlayan bu melankolik imparatora imkânsız kentleri anlatıyor, örneğin; yayıldıkça yayılan ve sürekli genişleyerek aynı merkezli birçok kente dönüşen mikroskopik bir kent, sonra boşluğa asılı örümcek ağı kent ya da Mariana gibi iki boyutlu bir kent.
Kitabın her bölümü Marco Polo ve Kubilay Han'ın düşünüp yorum yaptıkları italik harflerle dizilmiş bir kısımla sürüp gidiyor. İlkönce, Marco Polo ve Kubilay Han'ın ilk metinlerini yazmıştım, ama daha sonra, kentleri yazmayı sürdürürken, başkalarını da yazmak geldi aklıma. Doğrusunu söylemek gerekirse, ilk metin üzerinde çok çalıştım ve elimde çok malzeme oluştu; bir noktadan sonra elimde kalanlarla çeşitlemeler yarattım (elçilerin dili, Marco'nun jestleri) ve böylece farklı söylevler oluştu. Kentleri yazmayı sürdürdükçe yazdıklarım hakkında, Marco Polo ve Kubilay Han'ın görüşleri olabilecek düşünceler doğuyordu ve bu düşüncelerin her biri dikkati kendi üzerinde topluyordu; ve ben de her söylevi kendi haline bırakmak istiyordum. Böylece elimde başka bir grup malzeme daha oluştu. Bunu da, geri kalanıyla paralel sürdürmeye çalıştım ve ona birkaç montaj yaptım; öyle ki, bazı diyaloglar birden kesiliyor ve sonra tekrar devam ediyor, kısacası kitap oluşurken kendini tartışıyor ve sorguluyor.
Bunun, kitabın yaşama geçirdiği düşüncenin, yalnızca çağını aşan bir düşünce olmadığına inanıyorum; ama size sunulan, kimi zaman belirli, kimi zaman belirsiz, gelişen modern kent üzerine bir tartışma. Kentli birkaç arkadaşımdan, kitabın onların sorunlarının farklı noktalarına işaret ettiğini öğreniyorum ve kökenlerimizin aynı olması da rastlantı değil. Kitabımda, big numbers'larm metropolleri yalnızca sonlarda ortaya çıkmıyor; arkaik bir kentin yaşama geçirilmesi, yalnızca göz önündeki bugünün kentleriyle yazıldığı ve düşünüldüğünde anlam kazanır.
Bugün kent kavramı bizim için ne anlama geliyor? Onları kent olarak yaşamanın gittikçe zorlaştığı şu günlerde, kentlere, son bir aşk şiiri gibi bir şey yazdığımı düşünüyorum. Belki de kent yaşamının kriz noktasına yaklaşmaktayız ve Görünmez Kentler, yaşanmaz hale gelen kentlerin kalbinden doğan bir rüya. Metropollerin tamamını bloke ederek zincirleme zararlar doğurabilecek büyük teknolojik sistemlerin çekiciliğinden konuşulduğu kadar, doğal ortamın yıkımından da aynı süreklilikte konuşuluyor. Çok büyük kentlerin yaşadığı kriz doğanın yaşadığı krizin diğer yüzüdür. "Megapol"lerin imgesi, dünyayı kaplayan tek, sürekli kent benim kitabıma da hükmediyor. Dünyanın sonunu ve felaketleri önceden bildiren kitaplardan yeterince var; onlardan bir tane daha yazmak gereksiz olurdu, her şeyin ötesinde benim doğama aykırı bu. Benim Marco Polo'mun kalbinde yatan, insanları kentlerde yaşatan gizli nedenleri, krizlerin ötesinde değerleri olan nedenleri keşfetmek. Kentler birçok şeyin bir araya gelmesidir: Anıların, arzuların, bir dilin işaretlerinin. Kentler takas yerleridir, tıpkı bütün ekonomi tarihi kitaplarında anlatıldığı gibi, ama bu değiş-tokuşlar yalnızca ticari takaslar değil; kelime, arzu ve anı değiş-tokuşlarıdır. Kitabım, mutsuz kentlerin içine gizlenmiş, sürekli biçim alıp, yitip giden mutlu kentler imgesi üstüne açılıp kapanıyor.
Neredeyse bütün eleştirmenler kitabın son cümlesine takıldılar: "Cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek."(2) Son satırlar olduğu için, herkes onu bir sonuç, masaldan edinilen bir ders olarak gördü. Ama bu kitap çok yüzeyli ve sonuçları da her yerde, bütün köşelerine uzun uzun yazılmış ve hiçbiri bu sonuncusundan daha az epigramatik ya da epigrafik değil. Eğer bu cümle en sondaysa elbette bu bir tesadüf değil. Şunu söyleyerek başlayalım; şu son bölümcük iki finale sahip, ki bu her ikisine de gereksinim var: Ütopik kent üzerine olan (her ne kadar onu ayırt edemesek de onu aramaktan vazgeçemeyiz) ve cehennem kent üzerine olan. Bir şey daha var: Büyük Han'ın atlaslarından söz eden bu son "italik" kısım, geri kalanı eleştirmenler tarafından pek önemsenmemiş, ilk metinden son metne kadar bütün kitaba olası değişik "finaller" önermekten başka bir şey yapmıyor. Ama simetrik bir kitabın anlamını ortalarda arayan başka bir yol daha var: Tıpkı hafızanın ilk örneklerine geri dönüşü gibi, Marco Polo'nun Venedik anılarında kitabın derin köklerini bulan psikoanalitik eleştirmenler var; oysa yapısal göstergebilimciler onu kitabın tam orta noktasında aramak gerektiğini söylediler: Ve bir eksiklik imgesini, Bauci adlı kenti buldular.(3) Burada yazarın yargısının oldukça fazla olduğu açık: Kitap, açıkladığım gibi, biraz kendiliğinden oluştu ve yalnızca olduğu gibi metin, bu ya da şu okumayı onaylar ya da dışarıda bırakabilir. Diğerlerinin arasına karışmış okur olarak şöyle diyebilirim; beşinci bölümde, tuhaf bir şekilde kent temasına bağlı bir hafiflik teması kitabın tam kalbinde gelişiyor, hayali açıklık olarak çok iyi bulduğum bazı metinler var ve belki bu tel tel biçimler ("İnce kentler" ya da ötekiler) kitabın en parlak bölümü. Söyleyecek başka sözüm yok.

İtalyancadan çeviren: Tanay Burcu Ural
(*) (Bu metin daha sonra 1983 yılında Amerikan edebiyat dergisi Columbia tarafından
"Italo Calvino on Invisible Cities" adı altında yayımlanmıştır: Sayı 8,1983, s.37-42).

Dipnotlar:
(1) Milione, Marco Polo'nun Venedik'ten Çin'e yaptığı gezi notlarının özgün adıdır.(ç.n.)
(2) Işıl Saatçıoğlu çevirisi, Italo Calvino, Görünmez Kentler, Yapı Kredi Yayınları.
(3) Calvino burada, psikoanalitik eleştiri için, G. Bonura'mn eleştirisine;
göstergebilimsel olan içinse, Paolo Fabbri'nin bir incelemesine gönderme yapıyor.


Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu: Calvino'nun ilk kez 1979 yılında yayınlanan bu kitabı yazma ve okuma etkinliğini konu alan bir kitaptır. Olası bir okur ya da okurların anlatı sanatıyla karmaşık ilişkisi ve metne dahil olması, çokca ironi, biraz da gülmecenin destek ve katkısıyla, adeta bir bulmaca biçiminde bir edebi metin hâline getirilmiştir.
Kitap, kitaplar peşinde koşan baş kahraman "Okuyucu" ile başlar. Okuyucu kitabın bir basım hatası ve eksik olduğunun farkına varınca, öyküyü beğendiği için eksik ve hatalı basılan kitabın peşinden gitmeye başlar. İlk kitabı aldığı kitabevine gittiğinde bir de "kadın okuyucu" ile karşılaşır ve onun da sorununun benzer olduğunu anlar. Aramaya o da katılır. Ancak bu arayış sırasında bulunan her kitap ilk kitaptan ve bir öncekinden farklı bir kitap olur ve kitabın peşinden gidiş sürer. Bir süre sonra kadın ve erkek okurlar da aradıkları romanları yazanların birer karakteri hâline gelirler. Süreç içinde birbirlerine "âşık olan "kadın ve erkek okur" birbirleriyle evlenirler ve ilk aradıkları kitap ise tüm bu süreci anlatan romanın kendisi olur.
Yapıt Calvino'nun okurlarla oynadığı, sesini ona yoğun biçimde duyurmaya çalıştığı, farklı bir kurguda yazılmış, postmodern romanın hemen tüm unsurlarını içinde barındıran bir kitaptır. Yazar yazma ve okuma süreçlerine, bozma ve yeniden kurma biçiminde ve okuru da tanık ve kahraman olarak katmak suretiyle yapıtını oluşturur. Bu bir tür "yazarın kendi mutfağına okurları da dahil etme, onlara gösterme biçimi" ve bu anlamda deneysel bir kitaptır.

Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü: 1998'de Can Yayınları tarafından "Gözlemci" adıyla yayınlanmış, daha sonra YKY tarafından bu adla yeniden basılmıştır. Italo Calvino bu uzun öyküde sıradan bir seçim gününde öykünün kahramanı Komünist Partili Amerigo Ormea tarafından hem kendisine, hem politik düşüncelerine, hem de seçime ve seçim sırasında olan bitenlere dair bir farklı bakış getiriyor ve o bir tek günde açığa çıkan sorunları irdeliyor. Onun baktığı yerde islediği temalar arasında idealler, siyaset, bürokrasi, erdem, insan ruhu ve doğası, aşk gibi gündelik olandan temel olana kadar pek çok konu yer alıyor. Amerigo bunların çerçevesinde olan biteni bir sorgulamaya tabi tutarken bir yandan da aslında kendisine bir ayna tutmuş oluyor. Seçime mekân olarak seçilen Cottolengo'daki düşkünler yurdunun atmosferi ise içerisi/dışarısı ikilemini ortadan kaldıran ve çarpıcı soruları beraberinde getiren bir yer olarak irdeleniyor ve "Gerçek dünya hangisi?", "Düşkün olan kim?" vb. sorulara yanıt arıyor. Calvino bu kitapla ilgili olarak "Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü kitabımda sözünü ettiğim doğanın mutsuzluğu, ıstırap, üreme sorumluluğu gibi konulara bugüne kadar dokunmaya cesaret edememiştim. Bugün de ancak şöyle bir değinmekten ileri gitmiş değil ama var olduklarını kabul etmek ve göz önünde tutulmaları gerektiğini bilmek bile çok şeyi değiştirir." diyor.

 Biyografisi:
Italo Calvino, 15 Ekim 1923’de Küba’nın Santiago de las Vegas kentinde doğdu. Babası botanikçi ve ziraatçı Mario Calvino, annesi ise botanik profesörü Evelina Mameli'dir.
Aile 1925 yılında, baba Mario Calvino'nun botanik bahçelerini düzenlemek üzere İtalyan Rivierası'ndaki San Remo'da iş bulması üzerine İtalya'ya gelir. 1927'de, sonradan jeolog ve akademisyen olan kardeşi Floriano doğdu. Calvino, çocukluğunu, Egzotik Alpleri'nin ormanlarında ve İtalyan Rivierası'nın kayalıklarında egzotik ağaçlar ve bitkilerle dolu bir arazide geçirdi. Çocukken, ebeveynleri ona iyi bir eğitim almasını önerirken o roman ve şiir okumayı yeğledi. Yirmi yaşına kadar San Remo'da yaşadı. 1940'ta Genç Faşistlerin zorunlu bir üyesi olan Calvino, Fransız Rivierası'nın İtalyanlar tarafından işgaline katıldı. 1941'de babasının öğretim üyesi olduğu Torino Üniversitesi'nde tarım eğitimi aldı. 1943'te Alman işgali sırasında ise Calvino, Garibaldi Tugayları'nın bir üyesi olarak Ligurya Dağlarındaki Almanlara karşı verilen İtalyan Direniş ve Savaşlarına katılır. Calvino, bu süre zarfında, partizanların kamp ateşi çevresinde, birbirlerine anlattıkları en son maceralarından esinlenerek hikâyeler yazdı. 1944'te İtalyan Komünist Partisinin (Partido Comunista Italiano, PCI) bir üyesi oldu. 1945'te savaşın bitmesinden sonra, üniversitede bu kez edebiyat okumak üzere Torino'ya yerleşti. 1947'de Joseph Conrad üzerine yazdığı bir tez ile Üniversite eğitimini tamamladı.
Calvino, kurmaca yazarlığının yanısıra, Komünist Parti Üyeliği, Einaudi Yayınevi için çalışan antifaşist entelektüellerle, özellikle de Cesare Pavese ile ilişki kurdu. Daha sonra 1945 yılında, Aretusa isimli dergide onun ilk öykülerinden birini yayımlatan Pavese olmuştur. Sonrasında Elio Vittorini tarafından yönetilen Il Politecnico ve L'unita gazetelerinde çalıştı. 1946 yılının Aralık ayında yirmi gün içinde "Sentiero dei nidi di ragno" (Örümcekler Yuvasına Giden Yol, sonradan 'Savaşa Giriş' adıyla yayınlanmıştır.) adlı kitabını yazdı. Bu kitabın daha sonra yapılan baskılarında bazı yerleri değiştirildi. 1948'de Einaudi'yi bıraktı ve komünist haftalık yayın organı Rinascita'da çalışmaya başladı. 1949'da "Ultimo viene il corvo" öyküsü (1984'de yeniden 'Zor Aşklar' içinde basıldı) yayınlandı. 1950 Ocak ayında Einaudi'ye bu kez editör olarak yeniden katıldı. 1950'lerde İtalya'nın her yerinden gelen halk hikayelerini toplamaya başladı. Propp'un Folklorun Morfolojisini inceleyerek, hikayenin şekli ve işlevleri ile konusuyla ilgilenmeye başladı. 1951'de birkaç yıl sonra Officina dergisinde yayınlayacak olan gerçekçi bir hikaye olan "Giovanni del Po"yu, aynı yılın yaz aylarında da "Il Visconte Dimezzato"yu tamamladı. Bu yıl içinde Sovyetler Birliği'ni ziyaret etti. 1952'de "Il Visconte Dimezzato" (İkiye Bölünen Vikont, 1962) çok beğenilerek yayınlandı. Calvino, bu kitapla masal ve fantastik arasında duran yeni bir edebi tarzı başlatmış oldu.Aynı yıl Botteghe Oscure'de (Giorgio Bassani tarafından düzenlenen yeni bir edebiyat dergisi) "La Formica Argentina" (Arjantin Karıncası) hikayesi yayınlandı. Bu yılın son aylarında ise sonradan Marcovaldo'yu oluşturacak ilk hikayeleri okurla buluştu. 1954'te haftalık marksist dergi "Il Contemporaneo"da çalışmaya başladı. 1956'de Fiabe Italiane, (İtalyan Halk Hikâyeleri, 1962) yayınlandı ve yine çok iyi karşılandı. 1976'da "Görünmez Kentler" yayınlandı. Aynı yıl "Ağaca Tüneyen Baron" onun daha çok bilinmesini sağlayan ve Ulusal Avrupa Edebiyat Ödülü'nü almasını sağladı. Amerika Birleşik Devletleri'ne giden Calvino, çeşitli şehirlerinde edebiyat üzerine dersler verdi. 1979'da "Si una notte d'inverno un Viaggiatore" (Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, 1983) yayınlandı. Aynı yıl La Repubblica gazetesinde hikayeleri, yazıları, kitap eleştirileri yayınlanmaya başladı. 1981'de XXIX Venedik Film Festivali jürisinde görev yaptı. 1983'te Palomar (1985) yayınlandı.
Yazarlığın yanı sıra gazetecilik yapan, editör olarak çalışan Calvino, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarıyla II. Dünya Savaşı sonrası İtalyan kültürünün en önemli adlarından biri oldu. İlk yapıtlarından başlayarak İtalya'nin en önemli yazarları arasına giren Calvino, İtalya'da birçok edebiyat ödülü kazanmış ve 1960 yılında yayımlanan "I nostri antenati" (Atalarımız) adlı kitabında yer alan fantastik öyküleriyle uluslararası bir ün kazanmıştır. 1950'lerde fantezi ve alegoriye yönelen Calvino, yazdığı üç anlatıyla dünya çapında adını duyurdu: İkiye Bölünen Vikont, Ağaca Tüneyen Baron ve Varolmayan Şövalye.
Calvino’nun, bilinç akışı yöntemiyle yazdığı ve evrenle insanların yaratılışını konu alan Kozmokomik Öyküler'den, İtalyan masallarını derlediği ve kendisi açısından bir tür anlatıda ekonomiklik alıştırması olan Fi-abe Italiane’ye (İtalyan Masalları) birçok yapıtı içeren yazarlık yaşamının son ürünü Amerika Dersleri’dir. Calvino, 19 Eylül 1985’de, geçirdiği beyin kanaması sonucu Siena’da ölmüştür.
Yapıtları
Yayınlanma sırasıyla: Savaşa Giriş(1946), Zor Sevdalar(1949),Arjantin Karıncası(1952),Ağaca Tüneyen Baron(1957), Varolmayan Şövalye(1959), Sandık Müşahidi(sandık Gözlemcisinin Uzun Günü)(1961), İkiye Bölünen Vikont(1962), Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler (1963), Kozmokomik Öyküler(1965), Görünmez Kentler (1972), Kesişen Yazgılar Şatosu (1973),Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu (1979),Palomar (1983), Amerika Ders Notları (1988) Ayrıca farklı zamanlarda yazdığı, öykülerden oluşan ve farklı adlarla yayınlanan kitapları arasında Emlak Vurgunu, Kirli Hava Bulutu, Sıfır Zaman, Paris’te Münzevi, Jaguar Güneş Altında, Karga Sona Kaldı, Sen “Alo” Demeden Önce adlı yapıtları bulunmaktadır.

Yazılar:
Üyelerimizin yazıları:

Gözlemci'ye dair
            Mustafa Sütlaş
Kanımca yapıtı iki düzlemde değerlendirmek gerekiyor:
1. Anlatı Düzlemi: Örgütlü ama yaptıklarına ve olanlara dair düşünen bir insanın, demokrasiye, seçimlere, partilerin iddia ve yaptıklarına dair algıları, düşünceleri ve tartışmalarının kendi öznelinde değerlendirmesi.
2. Metaforik düzlem: Bu düzlemde kitapta yer verilen 'düşkünler yurdu' bana göre o dönemin "İtalyan Komünist Partisi"ni yansıtmak ve bunu tartışmak üzere yapıta eklenmiştir. Gerek düşkünler yurdunun yapısal, mekânsal, kurumsal yanları, gerekse onun içindeki insanların tutum ve davranışları üzerinden bir eleştirel değerlendirme yapıldığı kanısındayım.
Bu noktada her iki okuma biçiminde de doğru olabilecek kimi değerlendirme ve saptamalar var. dahası bunlara dair değerlendirmeler bir ölçüde nesnel/objektif ve iyi niyetli bir şekilde yapılan bir değerlendirme olarak kabul edilebilir.

Kitaplara dair bazı yazılar:
* "Italo Calvino – Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu",
Cavanşir Gadimov, Özel Blog Yazısı, 17 Mayıs 2016
* "Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu",
Bilal Can, Kitap Haber, 7 Mayıs 2012

*"Ben Italo Calvino"        Hazal Yılmaz, K dergisi, Sayı: 14, sayfa: 2-7; 5 Ocak 2007
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>

Diğer Bağlantılar:
* "Italo Calvino için düzenlenmiş orjinal site", (İngilizce)
* "YKY'nın sitesinde Italo Calvino için düzenlenmiş bölüm", (Türkçe)