Ingeborg Bachmann - Malina Ingeborg Bachmann - Malina Ingeborg Bachmann - Malina Avusturyalı yazar I. Bachmann'ın bir üçlemenin son romanı olarak kurguladığı Malina ilk kez 1971 yılında Almanca olarak yayınlanmıştır. Türkçe'ye Ahmet Cemal tarafından çevrilen kitap ilk kez BFS yayınları tarafından 1985 yılında yayınlanmıştır. Daha sonra 1999 yılında yine Ahmet Cemal'in çevirisi olarak Can Yayınları ve 2004 yılında da YKY tarafından yayınlanmış ve 2019 yılına kadar 11 baskı yapmıştır. Romanda "ben" adıyla tanımlanan ve bir kadın olduğu anlaşılan bir yazarın adları İvan ve Malina olan iki kişiyle olan ilişkisi ve anlatıcı "ben"in geçmişi ve bu gününden kesitler, düşleri, çeşitli gezileri anlatılmaktadır.

* "Malina"
       Yapı Kredi Yayınevi'nin sitesinde yer alan kitaptan tadımlık bir bölüm okuyabilirsiniz.

Ingeborg Bachmann Biyografisi:
Ingeborg Bachmann
1926 25 Temmuz günü Avusturya'nın Klagenfurt kentinde doğdu. 1932-1944 Klagenfurt'da ilk ve orta öğrenimini tamamladı. 1945-1950 Innsbruck, Graz ve Viyana Üniversitelerinde öğrenim gördü. Önce hukuk ve felsefe, ardından yalnızca felsefe dallarında öğrenim yaptı. 1946 "Sal" adlı ilk öyküsü bir dergide yayımlandı. 1948-1949 Başka öykülerle birlikte ilk şiirleri çıktı. 1949 Viyana yakınlarındaki Steinhof Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi'nde psikoloji stajı gördü. 1950 Viyana Üniversitesi'nde, "Martin Heidegger'in Varoluşçuluk Felsefesinin Eleştirel irdelenmesi" başlıklı teziyle doktorasını verdi. 1950-1951 Paris ve Londra yolculukları. 1951 Şubat'ında Londra'daki Anglo -Austrian Societ)/de okuma günü düzenleyen Bachmann, Viyana'ya dönüşünün ardından, Amerikan İşgal Yönetimimde sekreter, daha sonra da "RotA/Veib/Rot" Radyo Yayın Grubunda senaryo yazarı ve redaktör olarak çalıştı 1952 "Bir Düş Alışverişi" (Ein Geschäft mit Träumen) adlı radyo oyunu Avusturya ve Alman radyolarında yayımlandı Bachmann aynı yıl İngilizceden tiyatro ve radyo oyunları çevirdi. Stadt ohne Namen (Adsız Kent) adlı ilk romanı büyük yayınevlerince kabul edilmedi. Çağrı üzerine, "Gruppe 47"nin 10. toplantısına Paul Celan ve İlse Aichinger'le birlikte katılarak şiirlerini okudu. Aynı toplantıda besteci Hans Werner Henze ile tanıştı. Eylül ayında ilk İtalya yolculuğunu yaptı. 1953 Şiirlerine "Gruppe 47" ödülü verildi. 1953-57 yılları arasında sık sık İtalya'da kaldı. Ludwig Wittgenstein üzerine yazdığı denemesi ve Die gestundete Zeit (Ertelenmiş Zaman) başlıklı ilk şiir kitabı çıktı. 1954 Robert Musil üzerine bir deneme yazdı. Alman Federal Endüstri Birliği'nin "EdebiyatıTeşvik" ödülünü kazandı. 1955 "Roma'da Gördüklerim ve Duyduklarım" ve "Kör Yolcular" adlı denemeleri yayınlandı. 25 Mart günü ikinci radyo oyunu olan "Ağustos Böcekleri" (Die Zikaden), Almanya'da, Kuzeybatı Alman Radyosu'nda. Hans Werner Henze'nin müziğiyle yayımlandı. Harvard Üniversitesi'nin daveti üzerine Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti, Henry Kissinger'ın yönettiği uluslararası sanat, bilim ve eğitim seminerine katıldı. 1956 Anrufung des Grossen Bären (Büyük Ayı'ya Çağrı) adlı ikinci şiir kitabı Almanya'da yayımlandı. Bu eserinden ötürü "Bremen Edebiyat Ödülü nü kazandı. Müzik üzerine iki deneme yazdı. 1957 Darmstadt'daki Alman Dil ve Edebiyat Akademisi'nin üyeliğine kabul edildi. Hans Werner Henze, Bachmann'ın bazı şiirlerini seslendirdi. 1957-1958 Bachmann, Münih'te, Bavyera Televizyonu’nda dramaturg olarak çalıştı. 1958 Alman ordusunda atom silahlarının bulunmasına karşı çıkan komitenin üyesi oldu. "Manhattan'ın İyi Tanrısı" (Der gute Gott von Manhattan) adlı radyo oyunu, Almanya'da yayımlandı. Bu oyun nedeniyle yazara savaşta gözlerini yitirenler için konulan ödül verildi. Bachmann, 17 Mart 1959 günü Bonn'daki Parlamento Binası’nda düzenlenen ödül töreni sırasında "İnsanoğlu Gerçeği Taşıyabilecek Güçtedir" (Die Wahrheit ist dem Menschenzumutbar) başlıklı ünlü söylevini verdi. 1958-1962 Roma'da ve Zürih'te yaşadı. 1959 İtalya'da çıkan "Botteghe Oscure" adlı uluslararası edebiyat dergisinde, "Bir Avusturya Kentinde Gençlik" (Jugend in einer österreichischen Stadt) başlıklı öykünün özgün metni yayımlandı. Bu öykü daha sonra, 1961'de yayımlanan Das dreissigste Jahr (Otuzuncu Yaş) adlı öykü kitabında da yer aldı. "Müzik ve Edebiyat" başlıklı deneme yayımlandı. Frankfurt/Main Üniversitesi’nde, yeni kurulan poetika kürsüsünde doçent olan Bachmann, 1959-1960 kış yarıyılında "Çağdaş Edebiyatın Sorunları" başlıklı derslerini verdi. 1960 Hans Werner Henze'nin "Budala" adlı bale pandomimi Bachmann'ın librettosuyla "Berlin Balesi" tarafından temsil edildi. Bachmann, Hans Werner Henze'nin "Hamburg Prensi" operası için yazdığı librettoyu ve buna ilişkin olarak kaleme aldığı "Bir Librettonun Oluşumu" başlıklı denemeyi yayımladı. Sonbaharda "Her Şey" (Alles) adlı öyküsü Almanya'da yayımlandı. 1961 Haziran ayında Otuzuncu Yaş adlı ilk öykü kitabı Almanya'da çıktı. Bu eseri için yazara Alman Eleştirmenler Birliği Edebiyat Ödülü verildi. Bachmann 20 Kasım'da Berlin Sanatlar Akademisi üyeliğine seçildi. Guiseppe Ungaretti'den yaptığı şiir çevirileri yayımlandı. 1963 Ford Vakfı tarafından bir yıl kalması için Berlin'e davet edildi. 1964 Prag, Mısır ve Sudan'a gitti. 17 Ekim'de yazara Alman Dil ve Edebiyat Akademisi tarafından "Georg Büchner Ödülü" verildi. Bachmann, ödül töreninde "Rastlantılar İçin Bir Mekân" (Ein Ort für Zufälle) başlıklı konuşmasını yaptı. 1965 22 Ocak tarihinde Berlin'den Simon Wiesenthal'e yazdığı mektupta, Nazilerin savaş suçları için öngörülen zamanaşımı süresinin uzatılmasından yana olduğunu belirtti. Hans Werner Henze'nin komik operası "Genç Lord" için kaleme almış olduğu librettoyu yayımladı. "Vietnam Savaşına karşı Bildiri"yi imzalayan yazar, sonbaharda Hans Magnus Enzensberger'le birlikte COMES (Avrupa Yazarlar Birliği) yönetim kuruluna seçildi. Yıl sonunda ölümüne kadar yaşayacağı Roma'ya yerleşti. 1966 Zürih. Hamburg, Hannover Berlin ve Lübeck'de, yazmakta olduğu Todesarten (Ölüm Türleri) başlıklı romanından parçalar okudu. 1968 "Avusturya Büyük Devlet Ödülü"ne layık görüldü. 1971 Malina adlı romanı, "Ölüm Türleri"nin ilk kitabı olarak Frankfurt'da yayımlandı. Avusturya Sanayiciler Birliği, yazara "Anton Wildgans Ödülü"nü verdi. 1972 Simultan adlı ikinci öykü kitabı çıktı. 1973 Varşova'daki Avusturya Kültür Enstitüsü'nün daveti üzerine Mayıs ayında Polonya'ya giden Bachmann, Varşova ile Krakav, Breslau, Thorn ve Posen Üniversitelerinde eserlerinden okudu. Auschwitz ve Birkenau toplama kamplarını gezdi. 26 Eylül akşamı Roma'daki evinde çıkan bir yangında ağır yaralanan Ingeborg Bachmann. 17 Ekim günü öldü. 25 Ekimde Klagenfurt-Annabichl mezarlığında toprağa verildi.

Yapıtları:
Romanları: Malina (1971), Ölümünden sonra yayınlanan tamamlanmamış yapıtları: "Der Franza Fall / Franza Case / The Book of Franza" (1979); " Requiem Für Fanny Goldmann/ Requiem For Fanny Goldmann"(1983)

Öyküleri ve diğer yazıları: Das dreißigste Jahr (1961; Otuzuncu Yaş, YKY, 2004).

Denemeleri: Frankfurter Vorlesungen (1960; Frankfurt Dersleri, Bağlam Yay., 1989), Bu Tufandan Sonra / Ingeborg Bachmann’dan Seçme Yazılar (Metis Yayıncılık, 1998)

Şiirleri: Die gestundete Zeit (1953; Ertelenmiş Zaman, Toplu Şiirler, YKY, 2004), Anrufung des Großen Bären (1956; Büyük Ayı'ya Çağrı, Toplu Şiirler, YKY, 2004).

Yazarla ilgili önemli yapıtlar: Understanding Ingeborg Bachmann, Karen R. Achberger, 1994-December, Un. of South Carolina Press

Yazar ve kitapla ilgili yazılar:

* "MALINA"
                     Dilek Kutzli

Duygu Asena "kadının adı yok" demişti, Julia Kristeva "Konuşamayan kadın" diyordu. Bachmann'da Kadın dilinin olmadığı bir dünyadan söz ediyor. Wittgenstein ve Heidegger incelemeleri, kitabında bariz olarak görülüyor. Kurgusu adeta bu felsefecilerin düşünceleri üzerine bina edilmiş. Kitap boyunca rüyalarında geçen simgesel baba figürü ve ayna bölümleri Lacan'ı ve ayna evresini anımsatıyor, Lacan öznellik inşasında simgeselin yapısının dilin yapısına uyduğunu söyler,ona göre "bilinç dışı bir dil gibi yapılanmıştır", Bachmann zaten filolojinin yanı sıra psikoloji ve felsefe de okumuş. Büyük bir olasılıkla Lacan teorilerine aşinaydı.
Wittgenstein dil incelemelerinde "Ben"in nerede konumlandırıldığını sorar. (Das Ich). Özne "Ben"in içinde mi, dışında mı? Buna cevabı : Özne'nin benin içinde değil, sınırda olduğudur. Özne dünyanın içinde değildir. Ona göre, “dünya benim dünyamdır” Ben dünyanın sınırıyım. “dünya bana verilidir”. Schopenhaur gibi. Schopenhauer’a göre “dünya benim tasarımımdır”, dünya benim dünyamdır. Bilgime konu olan her şey, yani bu dünyanın bütünü, "özne"ye yani bakana bağlı olarak nesnedir. Bu anlamda “her şeyi bilen bütün nesneleştirmeleri yapan ve hiç kimse tarafından bilinmeyen kendisi nesne olmayan şey öznedir”. (Bknz. Arthur Schopenhauer, İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, Biblos, Çev. Levent Özşar
Bachmann'da Romandaki kadın "ben"i iki erkeğin ortasında konumlandırmış, kendini iki erkeğe göre tanımlıyor. Ivan'la olan ilişkisinde, "ben" geleneksel kadın rolünde, sevdiği adamı mutlu etmek için yaşayan bir kadın. Malina'nın ise kadın "ben"in ikizi, dublörü ya da kendisi olduğuna dair açık ipuçları vermiş:
"Malina, hamleleri düşünüyor ve hesaplıyor. Siyahla oynadığımı nereden biliyor, çünkü siyah, onun hesabına göre sonunda kaybedecekti. Malina, elini benim viski kadehime uzatıyor, Ivan'ın benimki gibi yarısı dolu olarak bıraktığı kadehin değil de, bu kadehin benim olduğunu nereden biliyor; Malina asla Ivan'ın kadehinden içmez, biraz önce Ivan'ın dokunmuş ya da kullanmış olduğu hiçbir şeye elini uzatmıyor, ne bir zeytin tabağına, ne de tuzlu badem tabağına. Sigarasını benim tablamda söndürüyor, bu akşam Ivan'ın kullandığı öteki tablada değil." sh. 116
Ayrıca "Malina" ad olarak dişil takı almış, Maliner, Malin, Malius ya da Malino gibi eril takı yok isimde. Doğrusu ben kitabı elime aldığımda "Malina"nın kadın olduğunu düşünmüştüm.
Gelgelelim her iki erkekle de mutsuz, çünkü "ben" erkeğin diliyle sınırlandırıldığı bir dünyada yaşıyor. Bu anlatıcının bir adı yok , sadece kadın olduğunu anlıyoruz. Ad koymayarak durumu genele, yani bütün kadınlara yaymış. "ben" bu iki adam arasındaki konumuyla, birini diğerine dönüştürerek kendini temsil ediyor. Ayrıca roman "ben"in başka bir öyküsünü de veriyor. Rüyalar ve masallarla baba ve anneyle olan ilişkisini. Her satırı sembolik neredeyse. Babası için, hepimizin sahip olduğu katil diyor. Erkeğin ya da ataerkil düzenin dilini kendi yok oluşu olarak deneyimliyor. Yani kadının yok oluşunun. O ölüm dili Malina'nın sesinde, babasının ve Ivan'ın sesinde. Hatta bu dünyada kendi varlığını fark edememiş diğer kadınların sesinde.
"Babam, şimdi annemin yüzünü de taşıyor. Dev, silik ve yaşlı bir yüz bu, ama gözler, babamın timsah gözleri, ağız ise yaşlı bir kadının ağzına benziyor denebilir ve ben, acaba babam mı annem, yoksa annem mi babam, bilemiyorum" sh.209
Bu dönüşüm, kendi kadın sesinin, yok edilmesini kabul eden, bunu fark edemeyen kendisi olamamış kadının temsili. Anne de aile yapısı içinde, bir özne değil, kocasının uzantısı. Baba erkini yeniden ve yeniden üretiyor.
Bachmann konuşmalarından birinde, "iki kişi arasındadır faşizm" , "İki kişinin İlişkisinde ortaya çıkar" diyor. İki kişi arasındaki şey dildir. Aslına ilk kez Bachmann söylemiyor bunu. Pek çok felsefeci değişik yy.da söylemiş bu lafı, bütün sorunların kaynağı dilin yanlış kullanımı diye. Fakat Bachmann'ın söylediği halkla daha çok buluştuğu için çok etkili. Onun kadın "ben"i bu faşizmin içinde yaşıyor ve bence, Wittgenstein'ın dilin sınırları problemini bu faşizmi kırmak için bir olanak olarak görmüş.
Ayrıca Heidegger 'in düşüncelerinden de beslenmiş. “Dil Varlık’ın evidir.” der Heidegger. Ama kadın dili var mıdır o evde? Heidegger’e göre, insan belli bir zaman aralığında dünyaya atılmıştır. Ona "Dasein" der. Oradaki varlık. Orası dünyadır. Dasein'ın orada olduğu dünya somut, gerçek, günlük dünyadır. Dasein kendi varlığını yığınlar içinde bilinçsizce ayakta tutmaya çalışırsa sahiciliğini kaybeder. Ona göre insan olmanın iki temel hali var: sahicilik ve sahici olmama hali. Bu hallerden birini seçme şansına sahibiz. Bu seçim kendi olma ya da kendi olmama, kendi kendinin yaratıcısı olma ya da olmama seçimidir. “kim ise o olmak”.
"Ivan'ın karşısında hiçbir şey başaramıyorum. Çok göründüğün gibisin, diyor lvan, insan her an seni nasılsan öyle görebiliyor, oynasana, rol yap bana!"sh.80
Kadın "ben" soruyor, "kendimsizlik" , nasıl kendimsiz olabilirim? Ivan ondan "kendi olmama" halini istiyor. Son derece arkaik bir erkek tavrı. Bütün kadınlar bunu yaşamıştır, farkında olarak ya da farkına varmadan.
İşkenceci erkek erki. Kadının konuşmasına, kendi olmasına izin vermeyen erk. Bachman roman boyunca kadın yıkıcı, arkaik erkin karşısına son derece duygusal, neşeli ve ütopik özgürlük pasajları koymuş. "Bir gün özgür olacağız..." iyimser bir tablo çiziyor. Sonunda yok olsa da, gelecek için umut taşıyor. Yeni bir dil umudu.
                     14.12.2019

* Malina, Ingeborg Bachmann
                     Thomas Kutzli

Erkek ve aşk arasında bir kadın, erkek ve kadın arasında bir dünya,
erkek ve dünya arasında bir duvar" Jacques Lacan

Malina ve Ivan arasında bir kadın... (Ama bence, Malina, Ivan ve "Ben" bir ve aynı kişinin üç görünüşü/yüzü/ tarafı/ üç yansıması.) Birini sadece onun sınırlarıyla anlayabilirsiniz diyor Wittgenstein. Heidegger herkesin sahici olma ya da sahici olmama seçimi olduğuna işaret eder. Ancak sahici olmak, kendi kendini yaratmak ve dünyanın üzerinde söz sahibi olmasına izin vermemek anlamına gelir. Kitap bu temalar etrafında yol bir izlemekte . (Bachmann Wittgenstein ve Heidegger üzerinde çalışmış sanırım.)
Başlangıçta çoğu kişi Malina'nın kadın olduğunu düşündü, öyle değil mi? Ben "Malina"yı okuma konusunda uzun bir süre tereddüt yaşadıysam da bir çok feminist arkadaşım bu kitabın önemi ve ağırlığından söz etti. Okurken; erkeklerin (özellikle babaların) kadınlara zorbalığının, gerçekten cinayet boyutunda/öldürücü olmasına rağmen, kitabın anlatımını oldukça kolay, son derece yararlı ve zengin buldum. Bachmann bir içgözlem ustası, duygular ve rüyalar, ana karakterin travması yumuşak bir şekilde formüle edilmiş, bütün kitap çoğunlukla şiir, masal ya da rüya.
Eğer Viyana hakkında bir tur rehberi edinip, Ivan'ın gözleriyle bir şeyler öğreneceğini düşünen varsa, Rennweg, Café Central, Sacher, Macar sokağı ya da Burg tiyatrosundan söz edilmiş olsa bile, hüsrana uğrayıp hayal kırıklığı yaşayacaktır. Ingeborg Bachmann evi-no:9
No.9'un karşısında, " Macar sokağını (Ungargasse) nasıl bulabilirim, söyleyebilir misiniz lütfen" diye sorar ana karakter, içedönük düşünceler nesnelere yansımıştır, fakat dış dünyayla çakışarak: ("Telefon özveriyle çalar")
Bugünlerde Peter Handke Nobel Edebiyat ödülüne layık görüldü. O da içgözlem ustasıdır. (Zekanın küçük dokunuşlarıyla birlikte )
İlginç olan: Her ikisi de Klangenfurt civarında, Carinthia'da doğmuş, her ikisinin de aile kökleri Slovenya'dan. Bachmann oldukça genç bir yaşta ölmüş (47), Handke ise şu anda yaşlı bir adam.
Bachmann dikkatli karmaşık ve Handke ise mantıklı duygusal, bunu söyleyebilir miyiz?
Her halükârda Bachmann kadınsı, Handke erkeksi.
Başka bir karşıtlık: Ingeborg Bachmann ve Paul Celan (Celan, "Malina"nın sayfalarında sanki bir gölge gibi dolaşıyor. Bu kez birbirlerinden uzak yerlerde doğmuşlar - Celan, Czernowitz/ Bukowina'da. (Aşağı Tuna). Paris'te tanışmışlar - ve birbirlerini sevmeye çalışmışlar. Bachmann ateşte ölmüş - Celan suda. Şimdi "Malina"da ateş ve su arayalım! En azından Paris'ten söz ediliyor. Kitapta Fransız şarkısı bile var. Söyleyeyim mi?
“Auprës de ma blonde, qu’il fait bon, fait bon, fait bon…”(*)
Sanırım Bachmann sarışındı.
(*) Çevirisi: "Sarışın kızın yanında ben çok iyiyim, iyiyim, iyiyim."

* "Hep küçük bir kız olarak düşünüyorum onu" (*)
                     Mustafa Ziyalan

Ingeborg Bachmann adını ilk kez 1973 yılında ozanın ölümüyle duydum: 'Üç hafta önce Roma'daki evinde çıkan bir yangında yaralanan Ingeborg Bachmann öldü"'. Şöyle sürüyordu: "Heinrich Böll 'Kimse Ingeborg Bachmann'ın korkunç ölümüyle, tasarladığı roman dizisi 'Ölüm Biçimleri' arasında bir ilişki kurmaya koşturmamalı, yapıtlarında ateşle ölüme göndermeler, öylesi bir ölüme ilişkin anıştırmalar aramamalıdır' demişti, ama yine de sarsıla sarsıla düşünmeden edemedim: Ne acılar çekti, nasıl çekti? Nasıl oldu da bir "tunica molesta"ya dönüşüverdi geceliği?
Aldırmıyor muydu, yoksa dedikleri gibi bedenini yakan sigaraların acısını duyamayacağı bir yerlerde miydi artık? Gerçekten o kutular dolusu haplarına mı vurmuştu kendini son demlerinde? Son anlarında yazdığı bir şiir gibi duran, o adı çok uygun "Bilmecemsi" iirini ölümünden altı-yedi yıl önce yazmış olması -hep- kafamı kurcaladı, ürpertti beni.
Yazılanlara bakılırsa Ingeborg Bachmann gecelerden bir gece yanık bir sigarayla uyuyakaldı-naylon geceliği tutuştu- 26 Eylül 1976'da bedeninin yüzde otuzaltısını kaplayan ikinci ve üçüncü derece yanıklarla Roma Sant Eugenio Hastanesi'ne kaldırıldı. 17 Ekim 1973 sabahı saat altıda öldü.
Ozanın aralarında müzisyen Hans Wemer Henze'nin de bulunduğu dostları işin içinde dışardan birinin ya da birilerinin parmağı olabileceği kuşkusuyla Roma Savcılığı'na başvurdular.
Savcılık yedi ay boyunca soruşturma yapmasına karşın bu cinayet varsayımını destekleyecek hiçbir kanıt bulamadı. Bachmann'ın ölümüne ilişkin başka bir varsayım da, ozanın Seresta adlı yatıştırıcıya olan, iyi bilinen bağımlılığı çevresinde oluşturuldu.
Söylenenlere bakılırsa ozan bu ilacın reçetelerini 1967'den beri Isviçreli doktor çift Auer'lerden sağlıyordu. Bachmann'ın yapıtlarını yayına hazırlayan Christine Koschel ve Inge von Weidenbaum'a göre, hastaneye kaldırılan ozanda ortaya çıkan yoksunluk belirtileri bu ilaca bağımlılığından kaynaklanıyordu. Auer'ler Roma resmi makamlarıyla doktorlara bu olasılıktan ölümün bir gün öncesine değin sözetmediler; Bachmann yanıklarının ölümcül olmasından değil, yoksunluğun bedenini güçsüzleştirmesi sonucu öldü.
Yayıncılar böylece Bachmann'ın ağır yatıştırıcılara, uyarıcılara bağımlı olduğu, yaşamının son yıllarında kendisine bu maddeleri sağlayan insanlara da bağım!ı hale geldiği, ölümünün de bu karmaşık ilişkilerin bir sonucu olduğu varsayımına karşı çıkmış oluyorlardı.
Bachmann'ın ailesinin bir tıp hatasının sonucu olarak gördüğü, yıllardır süren madde bağımlılığı konusunda anlaşılan ozanın yakın dostu Alfred G.'nin kişisel gözlemleri de oldu.
Bachmann'la Ağustos 1973'te son kez görüşmelerine ilişkin bu kişi şöyle diyor: "Hap bağımlılığının boyutları beni çok korkuttu. Günde yüz taneden çok olsa gerekti, çöp kovası boş ilaç kutularıyla dolup taşıyordu. Kötü görünüyordu, mum gibiydi. Bedeni lekelerle doluydu. Anlayamadım, ne olabilir diye önce düşündüm bir şüre, sonra içtiği Gauloise'ın elinden kayıp kolunda söndüğünü görünce, anladım: Düşen sigaraların bıraktığı yanık izleriydi o lekeler. Haplar bedenini acıya duyarsız kılmıştı. ilk kez yürek indirip konuyu kendisiyle konuştum. Doktorlar tedavinin denenebileceğini söylemişler; iki yıl sürüyormuş, başarı olasılığı yüzde beşmiş. "O zaman nesine?" demişti."
Ama Bachman hiç de yaşam yorgunu değilmiş, "Yüreğim beygir gibi" diyormuş.
Zamanla Bachmann'ın da Hölderlin, Saint Exupery, Camus, Celan gibi yaşamının sonundan -karanlıktan, çiçek dürbünün tersinden- bakılabilecek, kimbilir belki de görülebilecek kişiler arasında olduğunu düşünür oldum. Tedirgın kişiliğini biçimlendiren, yapıtlarına büyük ölçüde yansıyan sorunsallar ilgimi çekmeye başladı.
Bu sorunsallar öncelikle Bachmann'ın bir insan, sonra da batılı -özellikle de Avusturyalı- bir aydın oluşundan kaynaklanıyordu bence. (Ülkesinin Bachmann'da bıraktığı izleri sürmek için "Otuz Yaş"taki "Bir Avusturya Kentinde Gençlik" adlı öyküsüne - çeviren Kamuran Şipal, Yankı Yayınları, 1969- bir de Uwe Johnson'un "Klagenfurt'a Bir Yolculuk" adlı kitabına bakılabilir.)
İnsandan yanaydı Bachınann -çok yakın, çok yaralanabilir kılıyordu bu onu- insanın yeryüzündeki yersiz yurtsuzluğunu, yerleşememişliğini, tekilerle arasındaki iletişimsizliği, tarih karşısındaki tedirgin konumunu, tüm bunların neden olduğu acıları didikliyordu. (Heidegger'e duyduğu ilgi bundandı belki de.) Kendisinin de acılarıydı bunlar, kendisi de kuşkuyla, kaygıyla yüklüydü. Tedirginliğini dışa vurarak insana, kendine bir yer, bir zaman arayıp duruyor, ararken de, sözcüklere dökerken de kendisiyle, "başkaları"yla, tarihle - özellikle yakın tarihle-, kültürle -özellikle antik ve Hristiyan kültürle- hesaplaşıyordu.
Bachmann'ın şiirini bütünüyle bir hesaplaşma şiiri olarak görüp, biraz da bunun için sevdim. Benim için canlılığı, kapsamlılığı, devingenliğiyle de sevilesi bir şiirdi onunki. (Şiirlerindeki beni çeken tüm bu özelliklerin, bu sorma, sorgulama, hesaplaşma havasının en yoğun biçimde sezildiği şiirin "Duyuru" olduğunu düşündüm, ilk olarak o şiiri çevirdim, nasıl çevirdiğime ilişkin notlarımı bir yazıya dönüştürerek yayınladım; "Hesaplaşmanın ozanı, hesaplaşmanın şiiri ya da bir çevirinin hesabı", Yazko Çeviri, Kasım-Aralık 1987.)
Batı kültürünün uğraklarından biriydi Bachmann. Her türlü sınıra, kırıcılığa, iletişimsizliğe kendisi pahasına karşı duruyordu. "Insanların gözünü açmak" gerektiğine inanıyordu. Bir yanıyla siyasaldı. Yine de sonunda Wittgenstein'ın Tractatus'unu andıran biçimde, kendini oraya çıkaran merdiveni, -sonuncusu 1956'da yayınlanan- ilk iki kitabından sonra şiiri, sözleri, dahası kendini bırakıp gitmesine şaşmamak gerek. Peter Beicken'in dediği gibi, "büyülemek ve büyülenmek için herkesin ödemek zorunda olduğu pahayı gözardı etmek olası değil."
Diyorlar ki l 964'ün sonunda Taormina'da, Anna Ahmatova'nın ödül töreninde Bachmann da varmış. Ahmatova konuşmasını bitirdikten sonra, Bachmann ansızın ayağa kalkmış, "Sahiden" başlıklı bir şiir okumuş. Kusursuzmuş diyorlar Bachmann'ın sahneye çıkışı, tıpkı o eski, o pırıl pırıl günlerindeki gibi; kendisi güzelmiş, sesi sıkı.
Kimilerine göre kendi kendini yıkımı öyle bir yerlere varmıştı ki, ya bir kazanın olması ya da dönüşsüz bir yıkımla sonunun gelmesi ancak zaman sorunuydu. Sonuçta " İntihar mı ettiler, yoksa düpedüz öldürdüler mi onu?" gibi bir sorunun artık pek bir anlamı yokmuş gibi geliyor bana.
Böll aynı yazısının sonunda "Acıyla düşünüyorum onu, sevecenlikle, dostlukla, o kırkyedi yaşıı:ıdaki kadını küçük bir kız olarak düşünüyorum hep, kolayca söyleniveren birşeye de direniyorum: Ölüm kurtardı onu. Hayır, böylesi bir kurtuluş ardında değildi o; yanılıp yanılmadığımı kendisine sormayı ne kadar isterdim" diyor.
Ben de Eva Demski'nin sesine katılıyorum: Almanca'da Bachmann'dı ilk ozanım. Hiç ölmedi, hiç gitmedi, aslında hep kaldı Undine.
                     New York, Mart 1998
(*) Ingeborg Bachmann - Dar Zaman (Artshop) Önsözü

* "Malina Değerlendirmem"        Mustafa Sütlaş, 23.12.2019

* "Bachmann'ın asık suratı suratı"        Yıldırım Türker, Radikal Gazetesi, 06.09.2008

* "Malina"        Dipnot Kitap Kulübü Sayfası

* "İ.Celan ile Bachmann"        Haydar Ergülen, Artfulliving Sitesi, 03.09.2013

* "I.Bachmann`ın “Malina” Adlı Eserinin Arketipsel Sembolizm Açısından Yorumlanması"
       İnci Aras, Uluslararası Avrasya Sosyal Bilimler Dergisi, Mart 2014, C: 5, S: 14, (43-64)

* "İngeborg Bachmann’ın “Malina” Adlı Eserinin Feminist Açıdan İncelenmesi "
       İnci Karabacak, Yalova Sosyal Bilimler Dergisi Sayı:5 / 10.2012-03.2013

Ingeborg Bachmann * "Malina" (Film, 1991)
       Yönetmen: Werner Schroeter, (Almanca, İng. ve Fr. altyazılı)

*"Sır Olan Şeysin"        İngeborg Bachmann, K dergisi, Sayı: 177, sayfa: 26-27; 26.02.2010
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>

Yazar ve yapıtla ilgili bazı yayın ve dokümanlar facebook grubumuzun dosyalar bölümünde de yer almaktadır.