Ağlayan Dağ, Susan Nehir romanı Ayşegül Devecioğlu'nun 2007 yılında yayınlanan ikinci romanıdır. Romanda bir yazar evlerinde yardımcı olarak çalışan Naciye adında çingene bir kadının izini sürmekte ve yaşamını anlatmaktadır. Bu yaşamın bazı bölümlerine çocukluğundan beri tanıktır. Ancak onun anlattıklarında fark ettiği yalanların peşine düşerken, doğru ile gerçeği, söylenenlerle yaşananları geniş bir zaman dilimi ve coğrafyada irdelemektedir. Bunu yaparken somut olaylarla birlikte çeşitli insanların anlattığı masallar da önemli bir yer tutmaktadır. Romanın herhangi bir başlığı olmayan beş sayfalık bir 'Giriş' bölümü vardır. Bunun dışında numaralandırılmış dört bölümü olan romanın her bölümünde farklı başlıkları olan 22 alt bölüm(kısım) yer almaktadır.

Birinci bölümde yer alan altı alt bölüm ya da kısmın ilki "Yalancı" başlığını taşımaktadır ve burada romanın kahramanı Naciye Abla okura romanın içinde yer alan anlatıcı yazarın ağzından anlatılmaktadır. Ardından gelen "Malihulya" bölümü Naciye Ablanın anlattığı öykülerden birisidir. Ancak bu bölüm içinde Edirne'de ve genel olarak Trakya bölgesinde yaşayan Yahudi'lerden ve onların uğradığı kıyımlardan söz edilir. Daha sonra gelen "Sairfilmenam" da yine Naciye abla tarafından bir uyurgezer kızın öyküsü anlatılır. Bu bölümde ayrıca masal ve gerçek ilişkisi sorgulanır. Masalların karşılık geldiği gerçekler araştırılır ya da tahmin edilmeye çalışılır. Bölümün "Çil Fazıl" adını taşıyan dördüncü kısmında, yine Naciye abla anlatılır ve bölüme adını veren bir kremi kullanması ve bunun nedeni ortaya konulur. "Fenerler" başlıklı bölümde Naciye abla'nın yaşadığı Edirne'nin çingene mahallesi anlatılmaya başlanır. Mahalleyle ve çingenelerle ilgili kimi bilgiler paylaşılır. Bunun ardından gelen "Kurbağalar" başlıklı kısım ilk bölümün sonudur. Burada da bir önceki kısımda anlatılan mahallenin ayrıntıları ve burada yaşayan, Naciye ablanın yakınları ve çevresindeki kişiler okura tanıtılır.

İkinci bölümde ise beş alt bölüm vardır. Bunlardan ilki romanın adıyla aynıdır ve bu bölümde romanın yazarının gittiği bir dağla, kenarından akan bir nehrin bulunduğu, yine asıl olarak çingenelerin yaşadığı bir balkan kasabası anlatılır. Dağ ve nehirin hem gerçeklik, hem de metaforik karşılıkları dile getirilir. Burada yazar, Naciye abla ve Birleşmiş Milletler'in bir görevlisinin yaşamlarının nasıl kesiştiğine değinilir. Çingenelere yönelik uygulamalarla çingenelerinin anlatılarındaki yalanların işlevleri dile getirilir. Ardından gelen "Kankurutan" başlıklı kısmın başında Naciye abla ve çevresindekilerin gündelik yaşamları ve ilişkileri dile getirilir. Bu sırada Naciye abla bir hikaye daha anlatır. Bu hikâye bölümün başlığının lâkap olarak takıldığı asıl adı Basri olan bir müzisyenin hikâyesi anlatılır. Bu müzisyenin aşık olduğu Gülşen'den ve onun sır olan gerçek isminden, bunun olasılıklarından söz edilir. Basri aslında Naciye'nin evlendiği ilk kocasıdır. Bölümün sonunda Basri ile Naciye'nin sevişmeleri anlatılır. Sonra gelen "Mayabozan" başlıklı bölüm de bir başka masaldır. Naciye ablanın anlattığı bu son masalda Pembe adlı bir kız ve onun yılanlardan korkusu üzerinedir. Bu kısımda ayrıca Basri'nin çocukları olmadığı için Naciye'yi bırakıp Bursa'ya gittiği anlatılır. Ayrıca Naciye'nin sonraki kocası Mehmet amca'nın hastalığı, çektikleri ve ölümünden söz edilir. Bölümün bir sonraki kısmının başlığı "Dindar"dır ve bu bölümde Naciye ablanın dinle ilişkisi ve geçmişindeki müslüman olmayan aile bireyleri, hristiyan adı taşıyan annesinin ninesinden söz edilir. "Güneş Tanrısı Ra ve Çay Risalesi" başlıklı kısımda Naciye ablanın ona bakmak kaydıyla hibe ettiği evi konusunda açılan bir davadan, yazarın bu dava sürecindeki yaptıklarından ve Naciye ablayla sağlığındaki son görüşmelerinden söz edilir. Ayrıca bölümde Almanya'da basılmış, Hacı İzzettin Efendi'nin Çay Risalesi anlatılır.

Önceki gibi yine beş ayrı kısımdan oluşan üçüncü bölümün ilk kısmının başlığı "İşaretler" adını taşımaktadır. Bu bölümde yazar yine daha önce dile getirdiği o balkan kasabasına döner, bu sırada da İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler'in Yahudilere yönelik soykırımının benzerinin çingenelere de yapıldığı, ancak kimsenin bundan söz etmediği etkili ve duyarlı bir şekilde ileri sürülür. Bu sırada ifade edilen "Patrin" kavramının bunun izi ve kanıtı olduğu, ancak onu bilen ve anlayanlarca fark edilebileceği dile getirilir. "Minik Pembe Dinozor" başlıklı kısımda Naciye ablanın ölümünden ve yazarın ondan nasıl haberdar olduğundan söz edilir. Cenaze ve ardından okunan mevlide giden yazarın annesinin anlattıkları aktarıldıktan iki yıl sonrasına gidilir ve yazarın çingenelerle ilgili bir çalışma yapan bir arkadaşıyla buluşmak için gittiği Ortaköy'de bir falcı çingene kadının falına bakması ve söyledikleri anlatılır. Bunun ardından gelen "Nasipsiz Tilkinin Hikâyesi" başlıklı bölümde ise buluştuğı arkadaşı Ekin'in üstlendiği bir proje için Edirne'ye gitmeleri ve bu sırada yapılan bir toplantı, o toplantıda karşılaştığı Bulgar çingenesi bir arkadaşıyla konuşmaları anlatılır. Kısmın sonunda yazar Naciye ablanın mezarına ve evine gitmek için ortak bir tanışlarını ziyarete gider. "Kakava" başlıklı kısımda ise bütün ayrıntılarıyla bir kakava şenliği, çıkışı, anlamı, nelerin yapıldığı anlatılır. Bölümün bir sonraki kısmının başlığı ise "Küçük Erik Ağacı"dır ve Naciye ablanın artık yıkılmış olan eski evine ziyaret ve onun kesildiği yerde kalan "yumru"dan ve o sırada torunu evlenen Sümbül'den ve düğünden söz edilir. Yazar bu sırada Naciye ablanın sonrasının izini sürmekte, onun anlattığı hikâyelerin gerçeklikle bağlarını araştırmaktadır.

Kitabın dördüncü ve son bölümünde de altı kısım vardır. Bunlardan ilkinin başlığı "Kelimeler"dir ve bu bölümde Naciye ablanın ilk eşi Basri'nin Bursa'dan Almanya'ya oradan da K.Maraş'a uzanan maceralarına bir giriş yapılır. Basri'nin hikâyesinin ayrıntıları "Darbukacı Ördek ve Bisiklet Hırsızları" başlıklı kısımda sürer. Basri Bursa'dayken bir düğünde gördüğü Hayriye isminde bir kızla evlenir, kızın abisi ve babasıyla birlikte çalışmak üzere Almanya'ya gider. Keman çalan arkadaşı Salih de onlara katılır ve orada çalışırlar. Basri İtalyan yönetmen Visconti'nin "Bisiklet Hırsızları" filmini gördükten sonra sinemaya merak sarmış, Almanya'dan Türkiye'ye geri dönmüş ve Balat'a yerleşmiş, burada sinema dünyasıyla ilgili solan Recep Ağabey ile tanışmış, onun aracılığıyla da bir filmde de oynamıştır. Sonraki kızım olan "Hintli Ganster ve Sofya" başlıklı kısımda yine sinemayla ilişkisi ve geçmişinden söz edilir. Bu sırada Basri bir bohçacı kadının kızına aşık olur ve onunla evlenir. Tam ihtilâlin olduğu yılda bir oğlu olur. Ancak karısı bir yıl sonra ölür. Oğlanı dayıları yanlarına alır ve Maraş'a götürürler. Basri çocuğunu İstanbul'a getirmeye karar verir ve Maraş'a giderler. Sonraki kısımda ("Şirket") Salih'le Basri'nin K.Maraş'a gitmeleri orada tanıdıkları "Şirket" adlı bir çingene aracılığıyla oğlu Güney'i kurtarmaları anlatılır. Bu bölümde Kahramanmaraş'ta 1978'de yaşanan olaylar çingene mahallesi ve çevresinde olanların anlatılmasıyla sergilenir. "Güney" başlıklı sonraki kısımda ise geriye dönülür ve Basri'nin oğlu Güney'in annesi ölünce Basri tarafından Naciye'ye verilmesi, ancak onun reddetmesi anlatılır. Bu bölümde Basri'nin Maraş'tan getirdiği oğlu Güney'i kardeşi Mesut'un karısının yanına bıraktığını, ancak Güney'in daha çok Naciye'nin yanında kaldığını sonra da yurt dışına kaçtığını öğreniriz. Kitabın "Dikişçi Kızın Hikâyesi" başlıklı son kısmında ise Güney'in ve Basri'nin Almanya'daki eşi Hayriye'den doğan ablası "Sömgangare"nin öyküsü sonraki yaşamları anlatılır.

Bir belgesel gibi çingenelerin yaşamını anlatan romanda, Devecioğlu aynı zamanda yalan ile gerçek, kurgu ile gerçek, yapıtla yaşanan arasındaki ilişkiyi ve bunun içindeki "yalan"ın payını farklı boyutları ve değişik metaforik unsurlarla tartışmaktadır. Akıcı bir dili olan romanda arka plana dair anlatılanların da aslında bir dönemsel panorama oluşturduğu söylenebilir. Romanın içinde yer alan çok sayıda hikâye de romana farklı bir boyut katmakta ve anlatıı çeşitlendirmektedir. Yine olayların takibini kolaylaştıran çeşitli düğümler bir polisiye ya da macera romanı havasında okumayı kolaylaştıran unsurlar olarak romanda kendisini göstermektedir. Hem gerçek, hem de roman kahramanı olarak anlatıcının kadın olması, dil ve olaylara bakış ve yaklaşımdaki dişil ifadeyi öne çıkarmaktadır. Gerek metaforların seçimi, gerekse benzetmelerde yeğlenen unsurlar aynı niteliktedir ve anlatılan kesimin alabildiğince eril kodlarla yaşayan ve böyle davranan bir toplum olmasına, ayrıca içerdiği çok sayıda çatışma olmasına karşınyapıtın dilini eril bir söylemden kurtarmaktadır. Romanın asıl karaktesi Naciye olmasına karşın, onun tüm yanları ve görünür yaşamdaki "yalan"ları, bir karakter olarak "flu" olarak çizilmesine yol amıştır. Dolayısıyla onun bu özelliği, bir karakterolarak gerçekliğini bu biçimsel özelliği nedeniyle de çoğaltan bir unsur olarak kullanılmıştır. Naciye hem gerçektir, hem de aynı zamanda yalanları yüzünden "bir çok belirsizliği" olan bir kadındır. Güney'le Basri'nin Almanya'daki eşinden olan kızının son durumları eğer bir başka romanın öncülü değilse biraz havada kalan ve öykünün aslında merak edilmeyen, çünkü bilinmeyen bir eklentisi gibi kalmaktadır. Romanın adını taşıyan iki kavram "dağ" ile "nehir"in onlara atfedilen "ağlamak ve susmak" gibi insani boyutlara karşın çok işlenmediği, az işlense de Naciye'nin evinin bahçesindeki "erik ağacı"nın değişiminin de yine çok söz edilmesine karşın yeterince derinleştirilmediği söylenbilir. Romanın bölüm ve kısımlarının sonlarında hissedilen tamamlanmamışlık hâli de okurun yaratıcılığına bırakılmış boşluklar olarak düşünüldüğünde, yapıtın aktif-düşünen okurlar açısından yaratıcılığı tetikleyen dolayısıyla metnin çoğaltılmasına imkân veren bir yapıda olduğu da söylenebilir.

Biyografisi:
1956 yılında Ankara’da doğan Ayşegül Devecioğlu, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde eğitim gördü ancak eğitimini tamamlamadan ayrıldı. Üniversite yıllarında Devrimci Yol hareketine katılan Devecioğlu 1976 yılında Behçet Dinlerer ile evlendi ve Ali Fuat adına bir oğulları oldu. 23 Kasım 1980’de yakalanan Behçet Dinlerer 13 Aralık 1980’de gördüğü işkenceler dolayısıyla yaşamını kaybetti. 1986 yılından sonra gazete, dergi ve televizyonlarda çalışan, çeşitli dergilerde makaleleri, denemeleri yayımlanan Devecioğlu’nun ilk romanı Kuş Diline Öykünen, 2004 yılında yayımlandı. 2007'de yayımlanan ikinci romanı Ağlayan Dağ Susan Nehir ile Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazandı. İstanbul'da yaşayan Devecioğlu, Barış ve Demokrasi Partisi’nin Parti Meclisi üyesi olarak politik faaliyetlerini sürdürmekte ve Birikim dergisi ile Bianet ve Özgür Gündem gibi yayın organlarında yazılarını yayımlamaya devam etmektedir.

Yapıtları: (Yazılma sırasıyla)
Kuş Diline Öykünen (2004), Ağlayan Dağ Susan Nehir (2007), Kış Uykusu (2009), Başka Aşklar (2011)

Yazılar:

Kitaba dair bazı yazılar:
"Ayşegül Devecioğlu'nun Ağlayan Dağ Susan Nehir Romanında Yapı, Tema, Dil ve Anlatım" Meral Demiryürek, Lefke Ün., MOdern Türklük Araştırmaları Dergisi, Akademik Makale, 2010
"Söylenemeyeni Söyleyebilme Erdemi" Hande Öğüt, Mesele, Haziran 2007.
"Ayşegül Devecioğlu: Ağlayan Dağ Susan Nehir" Ayça Örer, Taraf, 25 Mayıs 2008
"Çingenelerin dili şifalı zehir" Ufuk Matara, Akşam Kitap Eki, 29 Haziran 2008