Romanların Özeti:

Çocukluğun Soğuk Geceleri: (1980)
Öykünün kahramanı bir kız başından geçenleri adeta bir günlüğe yazar gibi yazarak anlatıyor. Kızın ailesi altı kişiden oluşuyor: Baba, anne, nine, bir erkek çocuk(abi) ve iki kız kardeş. Bir de Bunni nine vardır evde. Her işe koşan namazında niyazında bir kadındır. Babası eski bir beden eğitimi öğretmenidir. Öğretmenliği sırasında kullandığı düdüğünü saklamıştır. Sabahlan onu öttürerek çocuklarını kaldırr. Evde askerî bir disiplin uygular. Evleri Fatih’te, bir çıkmaz sokakta ve eski bir yangın yerinde yapılmıştır. Arkasındaki küçük bahçede üç çam ağacı vardır. Bunni sabahları erkenden kalkar, sobanın küllerini temizleyip yakar. Kahvaltıyı hazırlar. Kız küçük kız kardeşi Süm’le aynı somyayı paylaşırlar. Ağabeylerinin odası ayrıdır. Arasıra oraya girerek, onun kitaplarını alıp gizlice okur. Fırsat buldukça sinemaya gidiyor. Annesiyle babası bitişik odada yatıyorlar. Aralarında bir sıcaklık, sevgi yok. Odalarla mutfak hole açılıyor. Baba orada bir Atatürk köşesi yapıyor. Bayramlarda İstiklâl Marşı söyletiyor. Kız gördüğü baskılardan, uyduğu kurallardan, törelerden sıkılıyor. Bir türlü gönlünce davranamıyor. Bu yüzden bazan kendini öldürmeyi düşünüyor. Nitekim bir gece geç saatte kalkıyor, avuç dolusu ilâcı içiyor. Kusmamak için de reçelli ekmek yiyor. Sessizce yatağa uzanıyor. Sonrasında bir psikiyatri kliniğine yatırılıyor. Orada şok tedavisi uyguluyorlar. Çıktığında hiçbir şey anımsamıyor. Pazar günleri evde dayanılmaz bir curcuna yaşanıyor. Müfettiş baba pijamasıyla rapor yazıp bağırarak okuyor. Öğretmen anne sınav kâğıtlarını inceliyor. Bunni banyoyu yakıyor. Sırayla herkes yıkanıyor. Akşamları çoğunlukla kavga çıkıyor. Bunni evin en çileli kişisi. Yemek, bulaşık, çamaşır onun üstünde. Öyleyken hiç yakınmıyor. Bir gün hastalanıyor ve Taksim Hastanesi’ne yatırılıyor. Acılar çekerek orada can veriyor. Altın küpelerini Süm, bakır mangalını da kız alıyor. Tabut çukura indirilirken ağlamaya çalışıyor, ama olmuyor. Kız Karaköy’deki bir yabancı liseye gidiyor. Okulun kapısında duran şişman rahibe öğrencilerin kara giysilerini denetliyor. Sınıflarda sönük ampuller yanıyor. Derslere lacivert başörtülü rahibeler geliyor. Üç yıl boyunca Almanca derslerini aynı rahibe okutuyor. Kız okulda Günk dediği bir kızla (onun da annesi öğretmen) arkadaş oluyor. Soluk yüzlü, kara saçlı, duygulu bir çocuk bu. Zola’nın romanlarını okuyor. Sonra ikisi de Dostoyevski’nin romanlanna dalıyorlar. Yavaş yavaş büyüyorlar. Cinselliğe merak salıyorlar. Kısa çoraplan çıkarıp naylon çoraplar giyiyorlar. Sinemaya gidiyorlar. Dansetmeyi öğreniyorlar. Oğlanlarla arkadaş oluyorlar. Doyumsuz coşkular yaşıyorlar. Günk burs kazanıyor, bir Avrupa ülkesine gidiyor. Onu Sirkeci’den trenle uğurluyorlar. Kız bu sırada Hayalet Oğuz’la(Oğuz Haluk Alplaçin) tanışıyor. Oğuz ona Beyoğlu’nu gezdiriyor. Öpüşmeyi öğretiyor. Okulun, ailenin, toplumun töreleri, yasalan, kurallan kızı tedirgin ediyor. Özgür olmak, dilediğince yaşamak istiyor. Bir süre sonra Almanya’ya bir yolculuk yapıyor. Berlin’de bir şairin yüksek tavanlı, büyük kapılı evinde kalıyor. Yalnızlık çekiyor. Türkiye’ye dönünce hastalanıyor. Bir sinir hastanesine yatırılıyor. Uyku, korku ve acıyla yoğrulmuş günler geçiriyor. Ne olduğunu anlamadan ve sevmeden evleniyor. Kocası çok tutumlu, hatta cimri. Paris’e tutkun. Geceleri geç vakit tiyatrodan dönüyor. Leo Ferre’nin plaklarını çalıyor. İçkisini yudumluyor, kahvesini içiyor. Saatlerce sevişmek istiyor. Uyuşamıyorlar, aynlıyorlar. Birkaç yıl sonra ölüyor. Boşanınca Ankara’dan İstanbul’a taşınıyor. Yalnızlığı artıyor. Eski dostlarını arıyor. Bir bodrum katında Oğuz'u buluyor. Beyoğlu’nu dolaşıyorlar. Yirmi beş yaşında yeniden hastaneye düşüyor. Hem de bir bahar günü. Kolundan iğne yapıp bayıltıyorlar. Ayıldığında bir şey anımsamıyor. Epey sürüyor bu. Hastaneden çıkınca dengesi bozuluyor. Tekrar yatıyor. Doktorlar pek ilgilenmiyorlar. İğneleri hademeler yapıyor. Kızarlarsa deli gömleği giydirip hastaları dövüyorlar. Süm baharda onunla ağabeyini Akdeniz kıyısında bir köye götürüyor. Birlikte uzun yürüyüşler yapıyorlar. İstanbul’a döndüklerinde ağabeyleri tutuklanıyor. O dönemde 12 Mart’ın baskılı günleri yaşanmaktadır. Etkisi uzun süren iki iğne yaptırdıktan sonra köye gidiyor. Güneş altında sarı kumsalda dolaşıyor. Bir gençle yatıyor. Bunu çekinmeden Süm’e söylüyor. O da öfkeyle "Sen delisin!" diye bağırıyor. Bu arada kocası çıkageliyor. Sert bir adam. Kadın iyice çıldırıyor. İstanbul’a götürülüyor. Demir parmaklıklar ardına kilitleniyor. Oysa, kocasıyla bir daha bu duruma düşmesin diye evlenmiştir. Evde ilâç alıp derin bir uykuya dalıyor. Ardından elektroşok tedavisi oluyor. Annesi, eşi ve ağabeyi yanında duruyorlar. Komaya giriyor. Ayılınca evden kaçmaya kalkışıyor. Bunun üzerine üniversite kliniğine kapatılıyor. Gazete, kitap, müzik, bahçe, yürüme yok. Yalnızca sigara. Tedavi boyunca ölüme gidip gelmiş gibi oluyor. Taburcu edilince pek seviniyor. Güneye doğru geziye çıkıyor. Güneşin doğuşunu, ağaçları, kumsalı seyrediyor. İstanbul’a döndüğünde kenti ısınmış buluyor. Evde kocasının öksürüğünü işitiyor. Akşam üstleri Boğaz’da sahilde yürüyor. 12 Mart dönemi sona ermiştir. Cafe Boulevard’da ilerici arkadaşlarıyla buluşuyor, yurt sorunlarını konuşuyor. Arnavutköy yöresinde O’nunla dolaşıyor, meyhanede oturuyor, söyleşiyor, yatıyor. Sevişmenin güzelliğini, bir insanla birleşmenin kutsallığını anlıyor, yaşamanın doyulmaz tadına varıyor. Denizle, kumsalla, rüzgârla, yeryüzü ve gökyüzüyle birlikte varoluşu derinden duyuyor.

Yaşamın Ucuna Yolculuk:
Yazar bu kitabını "Auf dem Spur eines Selbsmords”(Bir İntiharın İzinde) adıyla Almanca kaleme almıştır. 1983'te Marburg Yazın Ödülü'nü almıştır. 1984 yılında Türkçeye çevrilmiş ve Ada Yayınları tarafından basılmıştır. 1987'de yine aynı yayınevince ikinci baskısı yapılan roman halen YKY tarafından yayınlanmaktadır.
Özlü, yaşamın anlamını arayan ve bu arayışı hayranlık duyduğu üç yazarın (Italo Svevo, Franz Kafka ve Cesare Pavese) izlerini ve izleklerini sürerek yaptığı bir yolculuğun notlarıdır. Bu yolculuk sırasında yaşadıklarını, yazarların mekânlarında yaşadıklarını zaman zaman yazarla ilgi ve ilişkisine, yazarların yaşamlarındaki kimi olaylara değinerek anlatmaktadır. Anlatı aslında bir varoluş-yokoluş tartışmasıdır. Birbirlerinden çok farklı niteliklere sahip bu yazarların yaşamlarından yola çıkıp kendi yaşamındaki kimi olaylarla koşutluk duyarak ama aslında herşeyi yaşadığı ve yaşarken yazdığı ana indirgeyerek dile getirmektedir.
İki kitap da birbirinin devamı gibidir, tematik koşutluklar yaşamdaki kimi benzerliklerle dile getirilmektedir. Bu bakımdan da özgündürler. Her ikisinde de kitaplar değil adeta yaşamın doğrudan kurgulanması söz konusudur. Bu bakımdan ileriye doğru da planlanan, otobiyografik yönleri çok fazla olan deneme-anı-anlatı-roman olarak nitelendirilebilir. Deneme boyutuyla irdelenecek olursa ikisi de yaşamın anlamını sorgulayan "özgür" bir insanın düşünceleri olarak okunabilir. Bir önemli boyut da yapıtlarda söz edilen kişilerin gerçeklikleridir. Doğrudan isimleri zikredilerek ya da bilinir kimlikler doğrudan ifade edilmeden, yine edebiyat çevresinin bildik kişileri de yapıtların kahramanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunda yazarın yalnızca yoğun ve çok okuması değil, edebi çevrelerle bir arada olması da önemli bir rol oynamaktadır. Yazarın "ölüm" teması ve hâliyle içiçeliği yapıtlarda temel bir izlek olarak yer almaktadır, dolayısıyla ölümle yaşamın beraber ve içiçedir. Bu da yapıtların başka bir gerçeklik dzleminde çoğalmasını sağlamaktadır. Son olarak yapıtlara dair söz edilmesi gereken bir unsur da sinematografik unsurların yoğunluğudur. Duygu ve düşünceler birer görüntü olarak tüm canlılığıyla dile getirilmekte, okur adetâ bir film izlercesine anlatılana tanık olmakta, yazarın tartışmasına koşut olarak kendi içinde tartışmaya başlamaktadır. Kuşkusuz bunun nedeni yazarın sinemacı, radyocu yanlarının olması ve dili oluştururken bu yeti ve olanaklarından yararlanmış olmasıdır.

Tezer Özlü Yazarın biyografisi:
Tezer Özlü
Tezer Özlü (d. 10 Eylül 1943, Simav, Kütahya (ö. 18 Şubat 1986, Zürih, İsviçre), Türk yazar. Başta Çocukluğun Soğuk Geceleri ve Yaşamın Ucuna Yolculuk olmak üzere az sayıda kitabıyla tanınır. Yazar Demir Özlü ve yazar-çevirmen Sezer Duru'nun kardeşidir.
Simav'da doğdu. Çocukluğu anne babasının görev yaptığı Simav, Ödemiş ve Gerede'de geçti. İstanbul'a on yaşındayken geldi. Avusturya Kız Lisesi'ne gitti; ancak mezun olmadı. 1961'de yurt dışına çıktı. 1962 - 1963 yıllarında otostopla Avrupa'yı gezdi. Paris'te tanıştığı tiyatrocu ve yazar Güner Sümer'le 1964 yılında evlendi. Birlikte Ankara'ya yerleştiler. Sümer'in AST'ta çalıştığı bu dönemde Özlü, Almanca çevirmenlik yaptı. AST'ta 1963-64 sezonunda Sümer'in yönettiği Brendan Behan'ın Gizli Ordu oyununda oynadı. Sümer'den ayrılarak İstanbul'a yerleşti. Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kesintili olarak 1967 - 1972 yılları arasında İstanbul'da farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kaldı. Çocukluğundan başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu dönemleri Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabında yazdı.
1968 yılında yönetmen Erden Kıral'la evlendi. Bu evlilikten 1973'te kızı Deniz doğdu. Bir burs alarak 1981'de Berlin'e gitti. Bu arada Kıral'dan ayrıldı. Kanada'da yaşayan İsviçre asıllı sanatçı Hans Peter Marti ile tanıştı ve 1984'te Marti'yle evlenerek Zürih'e yerleşti. Göğüs kanseri nedeniyle 18 Şubat 1986'da burada vefat etti. Mezarı Aşiyan Mezarlığı'ndadır.

Yapıtları:

İlk kitabı 1963'ten itibaren dergilerde yayımlanan öykülerinden oluşan Eski Bahçe'dir. Kitap ilk kez 1978'de basıldı. 1980'de ilk romanı olan Çocukluğun Soğuk Geceleri yayımlandı.
Kendisini derinden etkilemiş üç yazar olan Svevo, Kafka ve Pavese'nin izinden giderek yazdığı ikinci romanı 1983'te Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde) adıyla yayımlandı. 1983 Marburg Yazın Ödülü'nü kazanan kitap, yazar tarafından Yaşamın Ucuna Yolculuk adıyla Türkçe olarak bir anlamda yeniden yazıldı ve bu hâliyle 1984'te basıldı.
İlk öykü kitabı Eski Bahçe yazarın ölümünün ardından, daha sonra yazdığı öykülerle birlikte Eski Bahçe - Eski Sevgi adıyla 1987'de okurla buluştu.
Gergedan Dergisi 13. sayısında yazar anısına bir "fotobiyografi" yayımladı. Günce ve anlatılarından bazı parçalar ise Kalanlar (1990) adlı küçük bir kitapçıkta bir araya getirildi. Bu kitapta yer alan çoğu Almanca yazılmış metinler, Sezer Duru tarafından Türkçeye çevrildi.
Özlü'nün yayımlanmamış senaryosu Zaman Dışı Yaşam da yazarın tüm yapıtlarını yayımlayan Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından 1993'te basıldı.
Bu seride, yazarın dostu Leyla Erbil'e yazdığı mektuplardan oluşan Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar (1995) da bulunmaktadır.
Ayrıca Özlü'nün yazar arkadaşı Ferit Edgü'yle mektuplaşmalarından oluşan Her Şeyin Sonundayım adlı kitabı da 2010'da SEL Yayıncılık etiketiyle basılmıştır.
Wolfgang Hildesheimer'in "Bay Walser'in Kargaları" adlı eserini Türkçe'ye çevirmiştir ve radyoya uyarlamıştır.

Romanları: Çocukluğun Soğuk Geceleri (1980), Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde) (1983), Yaşamın Ucuna Yolculuk (1984),
Öyküleri: Eski Bahçe (1978), Eski Bahçe - Eski Sevgi (1987),
Diğerleri: Kalanlar (1995), deneme; Zaman Dışı Yaşam (2000), senaryo; Bir Usta Bir Dünya (1996) anılar, mektuplar, el yazıları; Her şeyin Sonundayım, 2010, Ferit Edgü ile mektuplaşmaları; Leyla Erbil'e Mektuplar, 1995, mektupları; Yeryüzüne Dayanabilmek İçin, 2014, Yazılar;
Ona Dair Kitap: Tezer Özlü'ye Armağan, Hazırlayan: Sezer Duru, 1997, Biyografisi ve ona dair yazılanlar,

Bazı kaynaklar:
"Tezer Özlü'nün Yaşamı, Yazınsal Kişiliği, Yapıtları ve Kurmaca Metinlerinde Cezare Pavese Etkisi" ; Nermin Şerif Yiğit; Selçuk Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı Konya, 2010, Tez,

Filmler:
Özlü, eski eşi Erden Kıral'ın Yol filminin çekimi döneminde yaşananları anlattığı filmi Yolda'da Yelda Reynaud tarafından canlandırıldı.

1983 Marburg Yazın Ödül töreninde jüri başkanı başkanı Hans Jürgen Fröhlich'in törende yaphğı konuşmadan bir bölüm:
"Yarışmaya katılanlar arasında Tezer Kıral'ın Bir İntiharın İzinde (Cesare Pavese Üzerine Çeşitlemeler) adlı çalışması çok şaşırtıcı oldu. Tezer Kıral bir Anadolu kentinde doğmuş. Türk vatandaşı ve halen DAAD bursu ile Berlin'de bulunuyor. Almanca'dan Türkçe'ye çevirileri yanı sıra Türkiye' de yayımladığı iki kitabı var: Öyküler ve bir roman. Bize gönderdiği. Almanca olarak yazdığı ilk büyük şiirsel çalışması. Yazar, Cesare ve Italo Svevo'nun yaşam izlerinden gitmeyi deniyor. Torino'ya, S. Stefano Belbo'ya, Trieste'ye gidiyor, yazarların tanıdıklarını, arkadaşlarını arıyor, Svevo' nun ailesinden yaşayanlarla konuşuyor. Konuşmalarını aktarıyor, bu yazarların yaşadıkları ve çalıştıkları çevreyi anlatıyor. Sonuç bir röportaj değil, aksine atmosfer yaratılan, çok yoğun ve şiirsel bir araştırma. Bu çalışmada olduğu gibi otobiyografik bir anlatımla, kişinin yaşam ve düşüncesinin okura bu denli yaklaştırıldığı ve bunun başarıya ulaştığı çok az yazınsal örnek biliyorum. Oysa Tezer Kıral otobiyografi yazmıyor, roman da yazmıyor. Kendine özgü bir biçim bulmuş, romansı, otobiyografiye yakın ve bu biçeme, içine, anılannı, içgüdülerinin izdüşümlerini yansıtıyor. Görüldüğü gibi, edebiyat ve yaşam arasındaki sınırları kaldırmamış. Yabancı bir dilde, bu dili başarıyla kullanması açısından bu ödül kendisine oybirliği ile verilmiştir."

Yazılar:

Kitaba dair bazı yazılar:

"Çocukluğun gecelerini soğutan bugünde sesini arayan bir kadın: Tezer Özlü"Nihan Bozok, Meral Akbaş; Fe Dergi: Feminist Eleştiri 5, Sayı 2; 22 Aralık 2013
"Tezer Özlü'nün Eserlerinde Otobiyografik Anlatım" Nurcan Ankay; Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Yeni Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8 Fall 2009

*"'Nostaljik Prenses'in Çığlığı"        Pakize Barışta,
       K dergisi, Sayı: 15, sayfa: 34-35; 12.01.2007

*"hiç kimseyle yaşlanmak istemiyorum"        Begüm Başoğlu,
       K dergisi, Sayı: 155, sayfa: 8-11; 18.09.2009
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>

Yazar ve yapıtla ilgili bazı yayın ve dokümanlar facebook grubumuzun dosyalar bölümünde de yer almaktadır.