Peygamberin Son Beş Günü
(Tahsin) Yücel’in Marksçıları eleştirdiği gerekçesiyle çok tartışılan, 1992 yılında yayımladığı
Peygamberin Son Beş Günü adlı dördüncü romanı, 1993 Orhan Kemal Roman Ödülünü
kazanmıştır. Romanın ilk bölümü, öykü başkişisi Rahmi Sönmez’in özyaşamını öykülerken,
daha geniş olan ikinci bölümü romana da adını veren Peygamberin son beş gününü
anlatmaktadır. Roman bir sobacının oğlu olan anlatı başkişisi Rahmi Sönmez ile onun ikizi
olarak anılan çocukluk ve okul arkadaşı Fehmi Gülmez’in üniversite yıllarını ve sonrasını
kapsayan dönemdeki yaşadıkları üzerine kurgulanmıştır. Toplantılarda sürekli devrim
nutukları atmasından dolayı kendisine bir arkadaşının “Peygamber” takma adını verdiği
devrimci ozan Rahmi Sönmez ve yakın arkadaşı iş hayatında hızla yükselmiş Fehmi
Gülmez’in eşsüremli öyküleri, aşkları, uzaklıkları, yeniden buluşmaları gibi izleklarla süren
roman; bir kuşağın acıklı yaşamöyküsünü gözler önüne sermiştir. Rahmi Ozan, çocuğunu
doğurduktan sonra, kendisine bu düşünceyi aşılayan Marksçı eşi Feride’yi kaybetmiş, geride
bir bebek ve anılar kalmıştır. Bu süreçte Ozan, sürekli hayali bir devrim peşinde koşmakta,
devrimci olması nedeniyle tutuklanarak tabutluklarda yatmayı devrimciliğin bir göstergesi
olarak görmekte, ancak birçok içsel çelişkiyi de aynı anda yaşamaktadır. O dönemde, ülkenin
en büyük ozanlarından ve en ateşli devrimcilerinden birisi olmasına karşın, polisler tarafından
tutuklanmaması, Yücel’in kurgulamayı denediği ironik yabancılaşma durumunu
imlemektedir. Kuşkusuz, devrimci ilkelerle yetiştirmeye çalıştığı, hem eşinin adını verdiği
kızı Feride’nin, hem de torunu Nazım’ın tam tersine anamalcı düzeni benimsemeleri onda
büyük düş kırıklığı yaratmıştır. Bu olumsuz deneyimler, onun devrimcilik düşlerini
sorgulamasına ve bu kavrama da yabancılaşmasına yol açmıştır. Öykünün sonu, Rahmi Ozan
için tam bir karmaşadır. Devrimciliğe yaşamını adamış olan Ozan, neyin doğru neyin yanlış
olduğunu anlamaksızın büyük bir iç çatışma ve çelişkiye düşmüştür.
Kitaba dair bazı yazılar:
* "Anlatı Biliminde Yazar Kavramı: Peygamberin Son Beş Günü" * "Şairin Son Beş Günü" * "Tahsin Yücel"in Romanlarında Mekân" * "Peygamberin Son Beş Günü Değerlendirmesi" * "Önyargım Önyargıma Karşı" Gökdelen
Romanın birinci bölümünde ünlü bir avukat olan baş karakter Can Tezcan’ın kendini, hepsi birbirine
benzeyen siyah takımlı adamlar tarafından kuşatılmış ve günün tarihini sorguladıkları kabus anlatılır, aynı
konuyu eşiyle konuşur, sonra arkadaşı Varol Korkmaz'ın da aralarında bulunduğu bir grup iş insanının
yargılandığı bir davanın duruşması anlatılır. Duruşma çıkışıda yargıdan memnuniyetsizliğini dile getirir ve
romanın bütününde temel bir izlek olacak olan, eski arkadaşı Tufan isimli kişiden söz edilir. Yargının elinde
Tufan'a ateş ederek öldüren kişinin fotoğrafı olmasına rağmen tek başına kanıt oluşturamayacağı yönünde karar
verilmiştir. Gerek Varol Korkmaz duruşması gerekse akla gelen bu olay üzerine Can Tezcan "Her şeyi
özelleştirdiklerine göre, yargıyı da özelleştirseler bari, bundan daha iyi olur, daha kötü olmaz.” der.(S:26)
Bu öneri daha sonra romanın bir diğer temel izleği hâline gelir. Bu sırada eski solcu arkadaşlarından kaçak
yaşayan Rıza Koç birden ortaya çıkar ve onunla neler yaptığı üzerine konuşur.
İkinci bölümde Can Tezcan’ın geçmişine dair bilgiler verilir. Can Tezcan aslında eski bir Marksist
olarak bilinmekte öğrencilik hayatında kapiztalizm karşıtı eylemlerde yer almaktadır. Ancak iş hayatına
atıldıktan sonra tutum ve davranışları çok farklıdır. Meslek hayaının ilk yıllarında zengin kentli
çocuklarının sol eylemlere katılması sonucu yargılandıkları duruşmalarda avukatlık yapmıştır. Daha sonra da
içlerinde Temel Diker gibi ünlü para babalarının olduğu iş adamlarını savunmaya başlamış, çok ünlü olup, büyük
bir avukatlık şirketi kurmuş ve çok para kazanmıştır. Can Tezcan’ın bu çelişkili yaşamından söz eden eşi Gül
Tezcan’a bunun bir “siyasal tutum sorunu değil, uğraş sorunu” olduğunu söz ederek kendisini savunmaktadır.
Bu bölümde İstanbul’u Newyork’a benzetme amacı güden ve her yere eşit yükseklikte birbirine benzeyen gökdelenler
diken Temel Diker adlı müteahhit ve onun en önemli sorununa dair de bilgiler verilir. Tarihsel binaları dahi
yaptığı bir örnek gökdelenler için yıktırabilen Temel Diker Cihangir'deki bahçeli küçük bir evi sahibinden
izin çıkmadığı için satın alamamakta ve buraya kendisinin de oturacağı bir gökdelen yaptıramamaktadır. Burası
Sarayburnu'na yaptıracağı, New York’takinden üç kat daha büyük bir Özgürlük Anıtı'nın en iyi göründüğü yerdir.
Temel Diker böylelikle, annesi Nokta Hanım'ın yüzünü taşıyan bu yeni özgürlük anıtı keyifle izleyebilecektir.
Can Tezcan’ın ise bu evin sahine dair bir sempatisi vardır. Temel Diker’in evi yıktırma gerekçesi ise
şöyledir: "...Yaşam hakkı. Daha önce de kim bilir kaç kez anlatmışımdır sana: yer düzeyinde pislikten, mikroptan, virüsten
geçilmez oldu, bunlar çoğaldıkça nice kuşların, nice böceklerin, nice bitkilerin soyu hızla tükeniyor, insan
sayısı da hızla azalmakta. Öyleyse çözüm yeryüzü düzeyinden elden geldiğince uzaklaşıp gökdelenlerin temiz
ortamında yaşamak gerek.” (S: 43) Mevcut düzende aynı zamanda her şey satılabilmektedir. 2073’te tüm ülke
özelleştirilmiş durumdadır. Can Tezcan bu konuda şunları söyler: "Başımızdaki herifler bunca yıldır bu ulusun
nesi varsa, hepsini özelleştirdiler, maden, orman, ırmak, liman, fabrika, hastane, üniversite, ilkokul, her
şeyi, her şeyi sattılar…” (S: 44)
Her şeyin satılmış olduğu bu ülkede Can Tezcan yine aynı öneride bulunur. Çözüm yargının özelleştirilmesidir ve
eğer Temel Diker destek olursa kendi şirketi hukuku ele geçirecebilecek, dolayısıyla sorunlu arsa da dahil
her isteklerini yerine getirmeleri mümkün olabilecektir. Can Tezcan bunun tarihsel bir olayın başlangıç
noktası olacağı kanısındadır.
Yargının özelleştirilmesi doğrultusunda yapılanların anlatıldığı Üçüncü bölümde Can Tezcan ilkin bu
konuyu medya aracılığıyla topluma tartıştırmak için harekete geçer ve Cüneyt Ender adlı gazeteci arkadaşının
desteğini istemek üzere Küre adlı büyük yayın kuruluşuna gider. Cüneyt Ender, Can Tezcan'la yaptığı uzun
görüşme sonrasında yargının özelleşmesine dair bir köşe yazısı yazmaya karar verir. Eve dönüşünde aynı konuyu
karısıyla da tartışır bu yaptığı ile kapitalizmin yıkılması arasında ilişki kurarak kendisini savunur. Bu sırada
Nokta Hanım'ın fotoğrafını eşine de gösterir ve o da çok beğenir. Sonra çift odalarına çekilerek sevişirler.
Dördüncü bölümde ise romanın başlangıcından sonraki 10. güne gelinmiştir ve Cüneyt Ender'in yargının
özelleştirilmesine dair yazdığı "Uyarıyorum" başlıklı yazı 27 Şubat 2073 tarihinde Küre gazetesinde yayınlanır.
Bundan sonra bölümde bu düşüncenin tartışması ve taraflarının düşüncelerine dair konular anlatılır. Bu arada
medya yönetici ve devlet bürokratlarının da görüşlerini sormakta, düşüncenin teorik arka planı da bu sırada
tartışılmaktadır. Yaklaşık iki ay sonra Adalet Bakanı Veli Dökmeci, Başbakan Mevlüt Doğan'ın da onayıyla konu
hakkında görüşmek üzere Can Tezcan'ı Ankara'ya çağırır. Planlanan görüşme sırasında Can Tezcan düşüncesini
nedenleri ve gerekçeleri ile birlikte Adalet Bakanı'na anlatır. Veli Dökmeci ise görüşmenin sonunda Can Tezcan'la
bir pazarlığa oturur. İki saat sonra Adalet Bakanı televizyonda yargıyı özelleştirebilecek güçte olduklarını
söyler. Bunun üzerine özelleştirmenin nasıl yapılacağı konusu tartışmaya açılır. Bölümün sonunda
ise Can Tezcan'ın sekreteri kendisine Başbakan Mevlut Doğan'ın Can Tezcan'la görüşmek üzere verdiği randevuyu
bildirir.
Romanın Beşinci bölümünde evine erken gelen Can Tezcan'ın arkadaşı Rıza Koç'la karşılaşması ve onunla
memleketin hâline ve genel gidişe dair konuşmaları yer alır. Bu sırada Can Tezcan o güne kadar görmediği bir
gerçekle yüz yüze gelir. Rıza Koç ona 'yılkı adamlar" olarak nitelendirilen insanlardan söz eder.
Rıza Koç onları şöyle anlatır: "Bunda anlaşılmayacak bir şey yok,dostum… Siz meyveyi, sebzeyi, hatta ekmeklik
buğdayı bile seralarda yetiştirirken, ta mısır’dan kalkıp gelen leyleri makineli tüfeklerle vurdurturken
insanlarımızın büyük çoğunluğu dağda, bayırda, aç, çıplak dolaşmaya, ağaç kabuğu, ot, solucan, çekirge ne
bulursa yiyerek, içilebilecek ne bulursa içerek oradan oraya sürüklenip duruyor." (S: 110) Yılkı adamların
gökdelenlerden, mekik adı verilen uçaklarla evden işe işten eve gidildiğinden dolayı görülemediklerini
söyler bu ise Can Tezcan’a pek inandırıcı gelmez.
Altıncı bölümde Can Tezcan’ın ülkenin başbakanı Mevlüt Doğan’la görüşmesi anlatılır. Mevlüt Doğan
böyle bir teklifin gündeme getirildiğinden dolayı gayet memnundur. Can Tezcan’a bu teklifin gerçekleşebileceğini
söyleyen Başbakan ve Can Tezcan'la pazarlık yapar ve gizli bir anlaşma önerir.Bu arada Can Tezcan Başbakana
yılkı adamların varlığını sorar. O da doğrular, gizlenmelerinin sebebini ise ulusal ve uluslar arası boyutta
“sessiz bir anlaşma”ya dayandırır. Görüşme sonrası eve döndüğünde olanları eşi Gül'e anlatır ve başbakanı
Dostoyevski'nin 'Karamazof Kardeşler' romanındaki Smerdiakof'a benzettiğinden söz eder. O sırada Rıza Koç da
onlardadır ve uyanır, onunla da konuşur ve onunla yine kuramsal bir tartışmaya girişir.
Romanın sonraki Yedinci bölümünde ise Mevlut Tezcan'ın sözünde durarak Varol Korkmaz'ın tahliye
edilmesini sağladığı öğrenilir. Can Tezcan ofisinde yardımcısı Sabri Serin ile özelleştirme konusunu konuşur.
Sonra eşinin araması üzerine Varol Korkmaz'ın evine gider. Arkadaşı tek başına kurtulmuş olmasından dolayı
üzüntü içindedir ve protesto olsun diye kendisini evinin bir odasına kilitlemiş, kimseyi kabul etmemektedir.
Can Tezcan'la kısa süreli görüşmek ve konuşmak için kapıyı açar, tepkisini ve nedenlerini anlatır, sonra yeniden
içeri girer ve kapıyı kilitler.
Sekizinci bölümde yargının özelleştirilme sürecinin ayrıntıları anlatılır. Yasa taslağının hazırlanması
meclis süreci, yasanın 27 Mayıs 2073 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanması, özel yargıyı yürütecek olan kurumu
Can Tezcan ve arkadaşlarının kurmak üzere anlaşmaları, TTHO yani 'Türkiye Temel Hukuk Ortaklığı AŞ'nın oluşumu
ve bileşimi, bu kurumun yapılan ihâle sonucu yargı görevini üstlenmesi, kamoyundaki tepkiler ve Temel Diker'in
buna dair düşünce ve beklentileri ortaya konulur.
Yeni hukuk kurumunda işleri nasıl düzenleyeceklerine dair yardımcısı Sabri Serin'le Can Tezcan arasındaki
diyalogla başlayan Dokuzuncu bölümde yeni kurumun nasıl örgütleneceği konusunda kimi ayrıntılar ortaya
konulur. Eski İstanbul ve yeni İstanbul arasındaki fark,şehrin gördüğü hasar, yılkı adamların yaşam kavgaları,
yargının özelleştirilmesinin ülkeye ne gibi felaketler getireceği tartışılır. Bölümün sonunda özelleştirilmiş
yargıyı yürütecek kurumun güvenlik görevlilerinin teftişi anlatılır.
Romanın Onuncu bölümünde Temel Diker yargının özelleştirilmesine karşın bir türlü satın alamadığı
bahçeli bir evin sahibi olan Hikmet Beyle görüşmek için onun evine gitmesi, birbirlerini sevmeleri ama Hikmet
Beyin birçok anısını barındıran evini satmamakta kararlı olduğu anlatılır. Bölümün devamında başbakanın da
katıldığı TTHO'nun açılış töreni ve verilen kokteylden söz edilir. Gül Tezcan da başbakanı Smerdiakof'a benzetir.
Kokteylde hakim Halis Yurdatapan'la Temel Diker görüşür ve hakim onun sorununun çözülmek üzere olduğunu anlatır.
Gerçekten de Hikmet Beyin evinin belediyece kamulaştırma kararının bildirildiği sırada gelen güvenlik görevlilerine
silâhla karşı koyan Himet bey orada öldürülür ve olayın üzerinden 24 saat geçmeden ev ve oradaki her şey dümdüz
edilir.
Onbirinci bölümde Temel Diker'le görüşen Can Tezcan onun daveti üzerine Özgürlük Abidesi'nin inşaatını
görmek üzere Sarayburnu'na gider, giderken de Cihangir'den geçerler ve Hikmet beyin evinin olduğu yerin
yerle bir olduğunu görürler. Bölümün devamında Başbakan Mevlüt Doğan, Can Tezcan'ı arar ve üç ilin mahkeme
yetkisini kendi elinde bulundurmak istediğini söyler. Ancak Can Tezcan’ın bunu kabul etmez. Can Tezcan, Mevlut
Doğan'la yaptığı sözleşmeye güvenmektedir. Sabri Serin'den kasada saklı sözleşmeyi ister, sözleşmeyi açınca
bunun
üzerinde hiç bir yazı olmayan boş bir kâğıt olduğunu görür. Ortada bir dümen olduğunu anlar. Gece evine gittiği
sırada ve yine Rıza Koç oradadır ve onun yazdığı kitap ve gelişmeler üzerine onunla konuşurlar.
Romanın Onikinci bölümünde Can Tezcan ofisindeyken önce Varol Korkmaz'ın davasına bakan hakim Cahit
Güven'le sonra da onu ziyarete gelen, Hikmet Şirin'in Amerika'da yaşayan ve Amerikan vatandaşı olarak John Smith
adını alan, aynı zamanda da Can Tezcan'ın gençken öldürülen Arkadaşı Tufan Şirin'in kardeşi olan oğluyla görüşür.
Akşam evinde eşine ve yine orada olan Rıza Koç'a bunlardan söz ederken polisler evi basarlar ve Rıza koç'u
tutuklarlar. Ertesi gün gazetelere manşet olan bu haber üzerine Can Tezcan ne yapacağını düşünürken başbakan
arar ve geçmiş olsun der. Sonra da pazarlığı sürdürür. Can Tezcan yine reddeder.
Onüçüncü bölüm Can Tezcan'ın TTHO İdare Meclisinin kararıyla kurum başkanlığından alındığını öğrendiği
yazı hakkında Sabri Serin'le yaptığı konuşmayla başlar. Buna rağmen illerdeki yargı kurumlarına yapacakları
atamalar hakkında konuşurlar. Ne var ki aldıkları kararları uygulayamazlar, çünkü kurum yönetimi atamaların yeni
başkan seçildikten sonra yapılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine Can Tezcan Temel Diker'le görüşmeye gider.
Temel Diker nesnel davranmaktadır ve işin gereği neyse onu yaptığını söyler. Ancak bireysel olarak hâlâ Can
Tezcan'ın yanındadır. Genel Kurul yapılır ve Cahit Güven kurumun yeni başkanı olur. Sonra yargıç atamaları
yapılır. Atama listesi Can Tezcan'la, Sabri Serin'in belirlediği listedir. Ancak bu listedeki yargıçların büyük
bölümü atamayı kabul etmeyerek istifa ederler. Yeni durum üzerine Sabri Serin'le tartışırlar ve Can Tezcan'a
yönelik bir operasyon olacağı düşüncesi netleşir. Mevlüt Doğan’ın Özgürlük Anıtı’nın açılışının yapılacağı gün
kendisinin tutuklanacağını öğrenir. Temel Diker’in yardımıyla yurt dışına kaçmaya karar verir.
Romanın son bölümü olan Ondördüncü bölümünde büyük gün gelmiştir. Büyük Özgürlük Anıtı’nın açılışı
Mevlüt Doğan’ın konuşmasıyla gerçekleştirilir. Bu sırada Temel Diker'in özel bir uçağı ile ve yanında eşi Gül
Tezcan olduğu hâlde İtalya'ya kaçmak üzere olan Can Tezcan, tören yerinin üzerinden uçarlarken, yılkı
insanlarından oluşan dev bir topluluğun Anıt’a doğru yaklaşmakta olduğunu görürler. Bunun üzerine yeniden
umutlanan Can Tezcan kaçmaktan vaz geçer ve dönmeye karar verir. Roman burada biter.
Biyografisi:
Tahsin Yücel, çalışmalarına öykücülükle başladı. İlk öyküsü olan ¨Dert Çok, Hemdert Yok!¨, bir derlemede (Yeni Hikâyeler 1950) yayımlandı. Daha sonraları Varlık, Seçilmiş Hikâyeler, Yeryüzü, Beraber ve Mavi gibi dergilerde öyküleri yayımlanmaya devam etti. Bu dönemlerde; kullandığı yalın dil, kullandığı modern sözcükler, Anadolu insanına yaklaşımındaki tutarlılık ve anlatımındaki ustalık dikkat çekti. Behçet Necatigil gibi isimlerden yorumlar aldı. Uçan Daireler, Haney Yaşamalı ve Düşlerin Ölümü adlı öykü kitaplarını yayımlayarak kariyerine devam eden Yücel, bu kitaplarda kendi geçmişinden bazı öğeler kullandı. Bunları ele alırken oldukça karamsardı; ancak daha sonraları bunu dönemin akımlarından etkilenerek yaptığını belirtmiştir. Bu kitaplarla daha çok tanınmaya başladı. 1970'li yıllara gelindiğinde, öncellikle Yaşadıktan Sonra ve Dönüşüm kitaplarıyla, daha sonra da Vatandaş ve Ben ve Öteki kitaplarıyla tarzında bir değişiklik gözlemlendi; daha derin kişilikler yaratıp, ¨çevreyle¨ daha az ilgilenmeye başladı. Bu kitaplarıyla karışık yorumlar alan Yücel, kariyerine Komşular adlı kitabıyla devam etti. Bu kitabın konusu, diğerlerinden farklı olarak, insanların politika hakkındaki görüşlerinin eleştirisiydi Fethi Naci, bu kitabındaki bir öyküsünü bir başyapıt olarak değerlendirdi.
Tahsin Yücel aynı zamanda bir romancıdır. Romanları (Peygamberin Son Beş Günü, Mutfak Çıkmazı, Bıyık Söylencesi) genel anlamda, halka karşı ironik eleştiriler barındırır. Bunlardan Peygamberin Son Beş Günü fazla solcu bulunduğundan dolayı politik anlamda da eleştiriler almıştır.
Öykü ve roman dışındaki eserlerine bakıldığında, Yazın, Gene Yazın ve Tartışmalar adlarında iki deneme kitabı görülür. Bunlardan ilki, genellikle kendi hayatından alıntılar içerirken, ikincisi, dilsel konuları alan polemikleri konu alır. Aynı zamanda, Türkiye'ye göstergebilimi tanıttığı çalışmaları da vardır.
Yurtiçi ve yurtdışında ses getiren yazınsal incelemelerinin yanı sıra, hatrı sayılır çevirileri de vardır. Öykülerinden bazıları, İsveççe ve Fransızca'ya çevrilmiştir.
Yapıtları: (Yazılma sırasıyla)
Yurtdışında yayınlanan eserleri:
The Citizen (Vatandaş, 1996) Published in French by Rocher in 2005,
The Last Five Days of the Prophet (Peygamberin Son Beş Günü,1992) Published in French by Rocher in 2006,
The Tale of the Moustache (Bıyık Söylencesi, 1995) Rights sold: French- Actes Sud,
Çeviri:
Ödülleri ve ünvanları: 1956, Sait Faik Hikâye Armağanı (Haney Yaşamalı), 1959, TDK Öykü Ödülü (Düşlerin Ölümü),
1984, Azra Erhat ¨Çeviri Üstün Hizmet Ödülü¨ (Yaban Düşünce), 1993, Orhan Kemal Roman Armağanı (Peygamberin Son Beş Günü),
1999, Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü (Söylemlerin İçinden), 1999, Dünya Kitap Yılın Kitabı Ödülü (Komşular),
2003, Yunus Nadi Roman Ödülü (Yalan), 2003, Ömer Asım Aksoy Ödülü (Yalan), 2007, Balkanika ödülü (Gökdelen), 2008, Mersin Kenti Edebiyat Ödülü,
1997, Fransız Hükümeti Palmes Académiques nişanı Commandeur derecesi.
Yazılar:
Kitaba dair bazı yazılar:
* "Distopik bir roman olarak Gökdelen'de yapı ve izlek" * "Gökdelen: Yargının Özelleştirilmesinin Romanı" * "Yargının Özelleştirilmesi Hikayesi: Gökdelen" |