Bir Maskenin İtirafları:

İlk kez 1949 yılında Japonya'da yayınlanan kitap Türkçe'de iki kez yayınlanmıştır. İkisinin de çevirmeni Zeyyat Selimoğlu'dur. İlkin 1966 yılında Cem Yayınevi tarafından basılan kitap daha sonra 2010'da Can Yayınları tarafından yeniden basılmış ve ardından çok sayıda yeni baskısı yapılmıştır.

Mişima bu romanında "maske" metaforu çevresinde, otobiyografik yanları baskın olan bir kurgu gerçekleştirmiştir. Söz konusu maske gerçeğin gizlenmesi olarak algılanabileceği gibi, olanı başka türlü göstermeye yönelik bir işleve de sahip olması nedeniyle, üzerinde önemle durulması gereken bir unsurdur. Aslında romanda maskenin her iki anlamı da ifade edecek şekilde bir anlatımı söz konusudur. Roman boyunca yaşanılan gerçeklik, romandaki gerçeklik, hayaller ve kurgular arasında sürekli bir gidiş geliş söz konusudur. Romanda bir erkek kahramanın hikâyesi anlatılmaktadır. Bu erkeğin imgesi eril bir kurgu içinde sunulmakla birlikte onun erkekliğin sürekli bir sorgulanması da söz konusudur. Cins kimliği ile bir sorunu olduğu da anlatının hem içeriği hem de biçiminden çıkarılabilir. Savaş, kavga, ölüm arzusu, kahramanlık, kadınlarla ilişkiler bu sorgulama için birer değerlendirme ve irdeleme fırsatı yaratır. Özetle romanın başından itibaren kahramanın bedeniyle de bir meselesi olduğu yoğun olarak hissedilir. Kahraman da her fırsatta bunu anlamaya ve çözümlemeye çalışmaktadır. Öte yandan romanda şiddet de önemli unsurlardan birisidir ve sürekli olarak bunun çevresinde dolaşılan ayrıntılar oldukça yoğundur. Kullanılan dil yanında anlatış biçimi, anlatının kurgusu ve kullanılan benzetmeler de hep Batı kaynaklı ve yine 'batı'ya dönüktür. Yazarın dünya ölçeğindeki popülerliğinin de kişisel özellikleri, yaşamı ve ölüm şekli yanında yazma biçiminden de kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Avrupa kültürünü çok iyi özümsemiş, oradan beslenmiş bir yazar olduğu söylenebilir.

Romanın içinde birden çok öykü vardır, bunların bazısı fantastik sayılabilecek kadar düşseldir. Ama gerçeklik de zaten çok iyi kurgulanmış düştür, ona göre. Romanın ilk bölümüne kendi doğumuna tanıklık ettiği iddiasıyla başlar, ve okuru buna inandırmaya çalışır. Bu bağlamda çocukluğunu, ilk etkilenmelerini, korkularını, takıntılarını, hastalıklarını, aile içindeki yerini, anneannesi ve okul arkadaşlarıyla ilişkilerini dile getirir başlangıçta.

Romanın ikinci bölümünde(s:37) on iki yaşından sonraki dönemde yaşadıklarını anlatır. Bu bölüm asıl olarak cinselliği ve doyum yollarını keşfiyle ilgili oldukça ilginç ve pornografik sayılabilecek ayrıntılarla doludur. O dönemde bu etkilenme çerçevesinde yazdığı bir yazı da yine bölüm içinde yer almaktadır. Omi adındaki bir erkek arkadaşına yönelik ilgisi ve onunla ilişkisi, bir anlamda farklı bir 'aşk'ı dile getiren bir örnektir. Bedensel yetersizliği yüzünden yaşamının değişmesi ve buna yönelik duyguları bu bölümün bir diğer başat konusudur. Yine bu bölümde dile getirilen 'deniz'le ilgili duygu ve düşünceler bir başka önemli metaforu oluşturmaktadır. Ölüm ve kaybolma, beden ve kaybolma, bunların olası anlamları arasındaki gidiş gelişler belirgin olarak hissedilmektedir.

Üçüncü bölüm(s:87) "hayat bir sahnedir" sözcüğüyle başlar. Bu bölüm farklı boyut ve konumlarıyla cinselliğin ve kahramanın kendi cinselliğinin gündeme getirildiği, tartışıldığı ve sorgulandığı bir bölümdür. Bu tartışmanın başlıklarından birisi de kuşkusuz "eşcinsellik"tir. Kendi hissettiklerinin farklı yanlarını vurgulayan romanın kahramanı ayrıca aynı konuyla ilgili kaynaklara başvurur ve orada söz edilenlerle kendi hâlini kıyaslar. Bu sırada kendince âşık olduğu birkaç kız/kadından ve onlara yönelik duygularından da söz etmekten geri durmaz. Bu kişilerden birisi de arkadaşı Kusano'nun kız kardeşi Sonoko'dur. Sonoko romanın silik bir şekilde söz edilse de romanın ikinci asıl kahramanıdır. Kusano askerlik yapmaktadır. Sonoko ve ailesi romanın asıl kahramanıyla birlikte askeri birliğinde onu ziyarete giderler. Dönerken Sonoka'ya yönelik duygularını bir daha irdeler ve gerçekten aşk olmadığını düşünmeye başlar. Sonoko'nun başka bir kente gitmesi, ondan giderek uzaklaşması, erkeklere yönelik algıları ve tanıştığı başka kadınlar bu sorgulama sürecinde çelişik düşüncelere kapılıp onları tartışmasına yol açar. Sonoko'nun daveti üzerine onların yanına gider ve orada kalır. Tek düşüncesi onunla beraber olmak olduğu hâlde bunu gerçekleştiremez ve döner. Sonrasında Sonoka ile yazışırlar. Sonoko onu gelecekteki eşi olarak düşünmektedir. Bu süreçte bir mektup da abisi Kusano'dan gelir. O da aynı noktaya vurgu yapmaktadır. Ona yazdığı yanıtta ise duygularından pek emin olmadığını belirtir.

Bölümün bir diğer teması da kendisini giderek yoğun bir şekilde hissettiren savaş durumu ve savaş durumunun getirdiği sorumluluklar ve bunların yerine getirilip getirilememesidir. Fiziksel zorlukları onun savaşa doğrudan katılmasını engellemiş ve savaşa yönelik üretim yapan bir fabrikada çalışmaya başlamıştır. Ancak bu sırada bile savaşın doğal unsurlarından birisi olan "ölüm" düşüncesi onun ele aldığı konulardan birisidir ve onun da ayrıca yeniden tartışılmasına da yol açar. Aslında ona göre ölümün cinsellikle de bir bağı vardır. Ölümü bir tür cinsel doyumla koşut düşünmektedir. Yine bölümün anlatıldığı dönemde Tokyo ve diğer kentler sürekli bir bombardıman altındadır. Ölüm sadece bir olasılık değil, somut bir gerçeklik, belki de bir kırtuluştur. Hem de tüm sorunların olası bir çözüm yoludur.

Yazar bu temaları işlerken başka yazarların dediklerine ve kendi yazma serüvenine de değinir yer yer. Bölüm içinde anlatının Mişima'yla koşutluğunu ortaya koyan unsurlardan birisi, babasının isteğiyle hukuk okuması istenen kahramanın bunu kendi içinde tartışmasıdır.

Romanın dördüncü bölümünde (s:177) kızkardeşinin ölümünden, Sonoko'nun bir başkasıyla nişanlanıp evlenmesinden söz edilir. Kahramanımız ertesi yıl hukuk öğrenimine devam eder. Bu sırada sürekli olarak kendisini ve cinsel yöneliminin ne olduğunu irdelemeyi sürdürmektedir. Bir okul arkadaşı ona, birlikte geneleve gitmeyi ve kadınlarla beraber olmayı önerir. Onun teklifini kabul eder ve onunla birlikte kendi doğum gününde bir geneleve giderler. Bir kadınla beraber olduktan sonra iktidarsızlığından kuşku duymadığını dile getirir ve kendisinden utanır. Sonrasında bir gün Sonoko ile karşılaşırlar, ancak derinlemesine konuşamazlar. Bir başka gün, yine Kusano'ya gittiği bir sırada Sonoko da oradadır. Sonoka ona neden kendisiyle evlenmek istemediğini sorar. İnsanların sevdikleri hâlde evlenmeyebileceklerini söyleyerek onu geçiştirir. Sonoko ise kocasıyla evli olmaktan mutlu olduğunu söyler. Çünkü o hem sevmekte hem de onunla beraber olmayı yeğlemektedir. Kahramanımızın tek derdi ise onunla birlikte olmaktır ve sürekli bunu düşünür. Bu düşünceyle de sürekli olarak masturbasyon yapmakta, bunu yaptığı için de kendisine kızmaktadır. Ruhunun Sonoko'ya ait olduğunu ve bedeniyle ruhu arasında bir "ayrılık" olduğunu düşünmektedir.

Okulunu bitirene kadar olan dönemde ara sıra Sonoko'yla buluşup eskilerden söz etmektedirler. Görmediği zamanlarda ise hep onu düşünmektedir. Bir çeşit takıntısı hâline gelmiştir. Romanın son bölümünde müzikli danslı bir eğlence yemeğinde Sonoko ile birliktedirler ve kahramanımız orada dans eden bir erkeğin vücudundan etkilenir. Bu sırada Sonoko da ona hiç bir kadınla birlikte olup olmadığını sorar. O da olduğunu söyleyince, Sonoko kiminle olduğunu merak eder. O ise söylemez. Roman bu noktada biter.

Yaz Ortasında Ölüm:

Türkiye'de Can Yayınları tarafından yayınlanan ve adları aynı (Yaz Ortasında Ölüm / Manatsu no Shi, 1953) olan iki öykü kitabı var. İlki 1985 yılında yayınlanan Gökçin Taşkın tarafından (muhtemelen İngilizce baskısından) çevrilen kitaptır. bu kitapta kitaba adını veren öyküden başka, Üç Milyon Yen, Termos Şişeleri, Şiga Tapınağı Rahibi ve Aşkı, Yedi Köprü, Vatanseverlik, Onnagata, İnci, Kundak Bezi adlarında sekiz öykü daha bulunmaktadır. Aynı yayınevinin bu kez Hüseyin Can Erkin tarafından Japoncadan çevrilerek 2011 yılında ilk baskısı yapılan aynı adlı öykü kitabında, Sigara (Tabaka) Haruko, Sirk, Kanatlar, Sayfiye Çamları Bulmaca, Yaz Ortasında Ölüm, Havai Fişekler, Asilzade, Üzümlü Ekmek, Yağmur Altında Fıskiye adlı 11 öykü yer almaktadır.

Her iki kitaptaki öykülerin gerçek yazılma sıraların ve zamanlarına dair kitapların içinde bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak iki kitaptaki öyküler tarz bakımından birbirinden farklılıklar götermektedir.

Öykülerin içerikleri şöyledir:

Yaz Ortasında Ölüm: Tomoto Ikuta ve kocası Masaru, oğulları Kiyoo(6), Katsuo(3), kızları Keiko(5) ve Masaru'nun hiç evlenmemiş kız kardeşi Yasue ile birlikte yaşayan mutlu bir Japon ailesidir. Tomoko ev kadını, Masaru ise bir Amerikan Şirketinde iyi bir maaşla çalışan birisidir. Öykü Tomoko ve Yasue'nin çocukları da alarak deniz kenarındaki bir tatilleri sırasında yaşanır. Tomoko pansiyondaki odasında istirahat ettiği sırada Kiyoo ve Keiko denizde boğulurlar, onların yokluğunu geç fark eden Yasue de onları kurtarmaya çalışırken boğulur. Bir süre sonra üçünün ölüsü bulunur. Tomoko Masaru'ya telgraf çeker ve acele yanlarına gelmesini ister. Cenazeler gerekli işlemleden sonra defnedilir. Masaru Tomoko'yu suçlamadığı hâlde, Tomoko bir büyük bir suçluluk duygusu hissetmektedir. Öykünün sonraki bölümlerinde Tomoko'nun yaşadığı yasın psikolojik ve sosyal boyutları neredeyse bilimsel bir psikiyatri kitabındaki bir olgunun anlatımı gibi, tüm evreleriyle ve somut olayları ve bu olaylardaki duygularıyla anlatılır. Olaydan bir yıl sonra Ikuta çiftinin Momoko adını verdikleri bir kız çocukları daha olur ve o bir yaşına geldiğinde Tomoko Masura'dan aynı yere denize gitmelerini ister. Masaru önce karşı çıksa da sonunda razı olur, iki çocuklarıyla birlikte aynı yere giderler. Öykü buraa sona erer.

Üç Milyon Yen: Kenzo ile Kiyoko birbirlerine aşık gelirleri sınırlı genç bir çifttir. Kenzo bir çocukları olmasını istemektedir ancak durumları bunu gerçekleştirmeye imkân tanımamaktadır. Öykü birlikte gittikleri "Yeni Dünya" adlı bir alışveriş merkezinde geçmektedir. Burada bir yaşlı kadınla buluşacaklardır. Yaşlı kadın onları çok zengin kadınların katıldığı bir partiye götürecektir ve orada onların istedikleri şeyleri yapacaklardır. Karşılığında çok para kazanacaklardır. Kadınla buluşma saati gelene kadar çift dükkânlara bakarlar. Kenzo daha çok oyuncakların olduğu mağazalarla ilgilenmektedir. Alışveriş merkezinin üst katında bir lunapark vardır ve Kenzo oraya gitmeyi önerir. "Denizler Altında Yirmi Bin Fersah" adlı bir oyun pavyonuna gelirler ve kısıtlı paralarına kıyıp girerler. Bir vagona binip ve bir tünele girerler. Orada karanlıkta çeşitli deniz hayvanları vardır ve onların arasında kısa bir yolculuk yaparlar. Tur hemen biter. Sonra "Sihirli Ülke" adlı başka bir bölümde ise güzel sislenmiş ve döşenmiş bir evin içinde gezinirler, hayal kurarlar. Beklenen saatte ve yerde kadınla buluşurlar. Biraz konutuktan sonra kadın onları götürür. Öykünün son bölümünde ayrıntısına girmeksizin, yaptıkları işten ve karşılığında kazandıkları paradan söz ederler. Kenzo bu işe çok kızmıştır. Paraları yırtıp parçalamak istemektedir. Ancak Kiyoko paraları ondan alır ve yerine alış veriş merkezindeyken aldıkları ve çantasında kalan son kurabiyeyi parçalaması için kocasına verir. Ancak Kenzo onu parçalayamaz.

Termos Şişeleri: Kawase şirketin işleri için altı aydır Amerika'dadır. Karısı Kimiko'dan aldığı bir mektupta, oğlu Şigeru'nun termos şişesinden çıkan hava sesinden korktuğundan söz etmektedir. Kawase gezmek üzere dışarı çıktığında, çok eskiden sık sık ziyaret ettiği 'Asaka' adlı bir geyşayı, Japon giysileri içinde olmamasına karşın, yanındaki çocuğuyla birlikte görür ve tanır. Kadın da onu tanır, önce ayaküstü konuşurlar sonra da hep birlikte kahvehaneye otururlar. Asaka neler yaptığını anlatır. Bir süre sonra çocuk sıkılır ve tramvaya binmek istediğini söyler. Annesinin karşı çıkmasına karşın Kawase bu iteği yerine getirmek istediğini belirtir ve hesabı ödeyip dışarı çıkarlar. Bir tramvay gelir ve binerler. Biraz gezdikten sonra Asaka bir randevusu olduğunu söyler ve ayrılmaları gerektiğini belirtir. Kawase onları otellerine kadar götürür. Giderken bir dükkânın vitrininde piknik malzemeleri görürler. Asaka vitrindeki piknik malzemelerine dalar. Birdenbire kızı Hamako'ya bir termos şişesi gösterir artık onların çıkardığı seslerden korkup korkmadığını sorar. Bu konudaki geçmişi anlatır ve gülerler. Ayrılırken Asaka, Kawase'yi akşam yemeğine davet eder. Hamako'ya bir dadı ayarlamıştır o yüzden yalnızdırlar. Yemek sırasında eskiyi anarlar. Kawase'nin ayrıldıkları zaman aklına gelir. Asaka o sırada kızına hamiledir ve zengin bir işadamı müşterisi, onun ve çocuğunun maddi sorumluluğunu üstlenip geyşalıktan vazgeçmesini istemektedir. Kawase bundan etkilenmiş ve onu bırakmıştır. O gece Asaka, Kawase'nin otelindeki odada kalır ve birlikte olurlar. Asaka uyandığında geceyi kastederek ona 'bir çocuğun olursa ne yapacaksın' diye sorar. Asaka da onu 'bir çocuğum olursa Sonoda'dandır' diye yanıtlar. Kawase Amerika'dan Tokyo'ya geri döner. Havaalanında onu karşılayanlar arasında karısı ve çocuğu da vardır ve hiç de mutsuz görünmemektedirler. Gelişi nedeniyle evlerinde verilen partide iş yerinden arkadaşları da vardır. Çocukları çok yorulmuş ve kucakta uyumaktadır. Arkadaşlarından birisi çocuğun artık yatırılması gerektiğini söyler. Kawase de bir termos şişesi görürse korkup ayılacağını belirterek, karısına termos şişesini getirmesi için seslenir. Karısı bunu duymamış gibi yapar. Bunun üzerine yeniden aynı talebi yineleyince, çocuğun yatması gerektiğini söyleyen arkadaşı Komiya araya girer ve çocuğun yatırılmasında ısrar eder. Bunun üzerine Kawase, Komiya'nın çocuğun termos şişesinden korktuğunu bildiğini anlar ve ona dönerek "o zaman al çocuğu sen yatır" der. Herkes gittikten sonra karısı ortalığı toplarken yeniden termos şişesini sorar. O zaman karısı termos şişesinin kırıldığını söyler. Kimin kırdığını sorunca da ağlamaya başlar ve Kawase üsteleyince de "ben kırdım" diye yanıtlar. Öykü Kawase'nin termos şişelerinden korktuğunu belirtmesiyle biter.

Şiga Tapınağı Rahibi ve Aşkı: Şina tapınağının başrahibi her anlamda dünyadan elini ayağını çekmiş bir insandır. Gerekli tüm mertebeleri geçmiş neredeyse dünyayla tüm ilişki ve bağını koparmış, kutsal bir kişiliğe erişmiştir. Bir gün başkentin kKyogoku semtinden soylu bir kadın -ki aslında imparatorluk başcariyesidir-, arabasıyla tapınağa gelir, rahibin yakınında durur, kadın arabanın camındaki perdeyi açarak tapınağınolduğu yerdeki gölün manzarasını izler. Bu sırada da başrahip kadını görür ve anında güzelliğiyle büyülenir. Kadın arabadan inmeden gider. Başrahip araba gözden yitene kadar yerinden kıpırdamadan arabayı izler ve köylülerden birisi bunu görür, sonra çevresindekilere söz eder. Bu durum kulaktan kulağa kente kadar gelir ve başcariyenin de kulağına gider ve başrahibin başcariyeye yönelik karasevdaya tutulduğu şeklindeki söylentilerden haberi olur, ancak başrahibin böyle bir şey yapacağına ihtimâl vermez. Yine de birbirlerinin yüzlerini gördükleri o kısa an içinde rahibin yüzünün, kendisine âşık olan hiç bir erkeğin yüzüne benzemediğini anımsar. Başrahip de o andan sonra sürekli olarak içindeki bu duyguyla savaşmakta ne var ki kadını unutamamaktadır. Gidip başcariyeyi görmeye karar verir. Kente gider ve sarayın karşısına geçip bastonuna dayanarak saatlerce sessiz sedasız saraya bakar. Ne bir tek söz etmekte, ne de yerinden kıpırdamaktadır. Uzun zaman geçer başcariye nedimelerinden birisine rahibi çağırmasını emreder. Oysa o sırada rahip unutuşun sınırına dayanmıştır. Çağrıyı alınca bir çığlık atar ve hızla saraya doğru yürür. Başcariye bir perdeniz arkasından elini başrahibe uzatır. Başrahip eli ellerinin arasına alır, alınan ve yanağına bastırır. Eline bir ıslaklık değer, bu başrahibin gözyaşıdır. Başcariye rahibin perdeyi açmasını bekler, ama perde açılmadığı gibi ellerini tutan el gevşer ve sonunda bırakır. Bir süre sonra başrahibin tapınakta öldüğü duyulur. Bu haber üzerine başcariye sutra adı verilen dinsel metinleri bir kâğıttan ötekine güzel ve özenli bir elyazısıyla kopya eder.

Yedi Köprü: Koyumi 42 yaşında ufak tefek, tombul bir geyşadır. Onunla birlikte çalışan Kanako ise 22 yaşındadır ve çok iyi dans etmesine karşın bir patronu yoktur. İkisi de işleri arasında yemeklerini aynı lokantada yemektedirler ve oranın sahibini kızı Masako da Kanako'yla yaşıttır ve ikisi iyi arkadaştırlar. Masako güzel sanatlar fakültesinde öğrencidir ve bir film oyuncusuna hayrandır, onunla tanışmayı ve evlenmeyi istemektedir. O gece dolunay gecesidir ve yaşadıklar yerdeki ırmağın üzerindeki yedi köprüyü hiç konuşmadan ve geri dönmeden bir ileri bir geri geçerlerse diledikleri her şeyin olacağına inanmaktadırlar. O gec onlara bir de Mina adında bir hizmetçi katılır. Miyoşü köprüsünden başlayarak, uzun, zorlu, çeşitli olaylar ve engellerle dolu bir yürüyüşle geçmeye çalışırlar. En son köprüden önce Masako geride kalır. Koyumi ve Konako ise yürüyüşün gereklerini yerine getirememiş ve yürüyüşten vazgeçmişlerdir. Masako son köprüyü geçerken, bir polis onu görür, kızın dua etmesini intihar edeceğine yorar ve kolundan yakalayarak nereye gittiğini sorar. Ona karşılık verir. Dolayısıyla onun da dileğinin gerçekleşmesi olasılığı ortadan kalkmıştır. Az ileriye baktığında Mina'nın köprüyü sağ salim geçtiğini ve 14. duasını ettiğini görür. Eve döndüklerinde annesine yakınır ve Mina'ya ne dilediğini sorar ama o söylemez.

Vatanseverlik: Bu öykü de kitabın, belki de Mişima'nın en ilginç öykülerinden birisi. Özellikle öyküde anlatılan "seppuku" olayının yarıntıları ve bu süreçte hissedilenler, yazarın yaşamının son anıyla neredeyse önceden yapılmış bir "plan"ın ortaya konulması denebilecek kadar örtüşüyor. Öykünün kahramanları Konoe Ulaştırma Bölüğü'nden 31 yaşındaki Teğmen Şinji Takeyama ve 23 yaşındaki karısı Reiko'dur. Teğmen ve arkadaşları 1936'da İmparator'un tutum ve davranışlarını protesto etmek üzere isyan etmişlerdir. Ancak komutanları onu yeni evli olduğu için evine göndermiştir. Teğmen eğer dönmezse isyancılara yani arkadaşlarına karşı imparatorluk kuvvetlerinin saldırısında yer almak zorundadır. O nedenle seppuku yaparak kendi canına kıymasından başka çaresi yoktur. Karısı Reiko da onunla evlenirken verdiği sözün gereği olarak hem onun ölümünde yanında olmak, hem de onunla birlikte ölüme birlikte gitmek zorundadır. 28 sayfalık ve dört bölümlük öyküde, neredeyse dakika dakika bu süreç tüm gerçekliği ve o sırada hissedilen duygularla birlikte anlatılmaktadır.

Onnagata: Kitabın bir diğer başat öyküsüdür. Bu öyküde de Mişima'nın gerçek yaşamına koşut bazı ayrıntılar vardır. Öykünün iki ana karakteri vardır. Bunlardan birisi bir Kabuki tiyatrosunda oynayan ve yalnızca "kadın" rollerine çıkan, yani bir 'onnagata' olan ünlü bir oyuncu olan Mangiku, diğeri ise ondan neredeyse âşık olmuşçasıne büyülenmiş olan Masuyama'dır. Öykü Mangiku ve Masuyama'nın değişik oyunlar sırasında birbirleriyle çok yakın olmayan ilişkilerinin anlatımıyla başlar ve Mangiku'nun değişik oyunlardaki başarısının anlatımıyla sürer. Öykünün ikinci bölümünde bir onnagatanın nasıl başarılı olacağına dair bir rehberden yapılmış alıntılar, üçüncü bölümde çok ünlü bir oyunun sergilenmesindeki kimi ayrıntılar anlatılır. Dördüncü bölümde öykünün içine yeni bir karakter daha dahil olur. Bu kişi yeni ve modern tarzda bir oyunu yönetmek üzere topluluk yöneticilerinin anlaştığı ünlü ama genç bir yönetmen olan Kawasaki'dir. O da ilginç bir insandır, gençliği ve kişisel özellikleri nedeniyle topluluğun diğer oyuncularına istediğini yaptıramazken Mangiku hem her dediğini yapan, hem de ondan yana olan tek oyuncudur. Çünkü o da ona âşık olmuştur. Ne var ki genç yönetmen onun bu tavrını, oyunun başarısızlığından sorumlu olmamak gibi bir nedene bağlayarak ona takar, bunu da Masuyama'ya söyler. O ise Mangiku'nun gerçek duygularını ve yapmaya çalıştıklarını çok iyi bilmektedir ve onu savunarak yönetmenin düşüncelerini değiştirmeye çalışır. Oyunun dördüncü, beşinci ve altıncı bölümlerinde bu gelişmeler sergilenir. Öykünün son bölümünde oyunun çok tuttuğundan söz edilir ve Mangiku, Masuyama'dan yönetmen Kawasaki'yle kendisinin bir akşam yemeğinde buluşmalarını sağlamasını ister. Masuyama içi kan ağlasa da onun bu isteğini yerine getirir ve yemek yiyecekleri akşam ikisinin tiyatrodan çıkıp bir arabaya binmesine yardımcı olur. Ne var ki yaşadığı hem büyük bir düş kırıklığı, hem de kıskançlığa kapılır.

İnci: İlginç öykülerden bir diğeri de bu öyküdür. Öykü beş kadın arasında geçmektedir. Bayan Sasaki doğum gününü kutlamak için en yakın dört arkadaşı bayan Yamamoto, Azuma, Matsumura ve Kasuga'yı küçük bir partiye çağrımıştır. Hazırlık yaparken parmağındaki inci taşlı yüzüğün incisi pasta tabağının kenarına düşer. Pastanın üzerinde de inci tanesine benzer şeker parçacıkları vardır. Pasta servisi yaparken Sasaki'nin aklına tabağın kenarındaki inci gelir, arar ama bulamaz. Bundan konukların da haberi olur, birlikte ararlar ama bulamazlar. Sonra Bayan Azuma bu arama faslına son vermek için yanlışlıkla yemiş olabileceğinden söz eder. Toplantı sonrası Azuma ile Kasuga birlikte çıkarlar ve Azuma Kasuga'ya inciyi asıl yutan sendin değil mi, senin suçunuörtbas etmek için inciyi ben aldım, der. Kasuga çok şaşırır ve reddeder. Bayan Yamamoto ve Matsumura da bir taksiyle birlikte evlerine giderken, Matsumura çantasından pudriyerini çıkarırken çantanın içinde inci tanesini görür ancak bunu arkadaşına söylemez. Oysa tabağın kenarındaki inciyi ilk pasta servisini alan Yamamoto almış ve Matsumura'nın çantasına atmıştır. Matsumuro bir bahaneyle taksiden iner ve inciyi sahibine vermek üzere geri dönmeyi düşünür. Ancak bir başka plan yapar ve çarşıda bir mağazaya uğrayarak inciden biraz daha büyük bir inci alır. Onu götürüp Bayan Sasaki'ye geri verecek, ama yüzüğe uymadığı için geri vermeye kalkacak, ama Matsumura bunu kabul etmeyecek, Sasaki'nin arkadaşlarını koruma amacıyla böyle bir davranışta bulunduğunu düşünecek, Matsumura da küçük bir bedelle de olsa "hırsız" sayılmaktan kurtulacaktır. Bayan Kasuga'da Azuma'nın kendisine yönelik suçlamasından kurtulmak için çarşıya gider ve bir inci de o alır, sonra Azuma'ya telefon eder ve inciyi bulduğunu, birlikte Sasaki'ye götürerek verebileceklerini söyler. O da kabul eder. Bayan Sasaki, Bayan Matsumura'nın getirdiği inciyi yüzüğüne uymamasına karşın alır. Bir saat sonra da bu kez Bayan Kasuga'nın Bayan Azuma'yla birlikte getirdiği inciyi de alır. Öykünün sonraki bölümlerinde Azuma ile Kasuga'nın ve Yamamoto ile Matsumura'nın konuyla ilgili olarak birbirleri hakkındaki düşüncelerini ve yüzleşmeleri anlatılır. Her şeyin sorumlusu olan Yamamoto, Matsumura'nın suçlamalarından kurtulmak için onun çantasına attığı ve yüzleşme sırasında masanın üzerine koyduğu inciyi yutar. Bundan sonra aslında birbilerini sevmeyen Yamamoto ve Matsumura iyi arkadaş olurken, Azuma ile Kasuga'nın arası açılır. Bayan Sasaki ise daha önce tek incili yüzüğü varken şimdi bir büyük biri küçük iki incinin üzerine konulacağı yeni bir yüzük ısmarlar.

Kundak Bezi: Kitabın son öyküsünde ise Toşiko ve kocasının küçük çocuklarına bakması için çağırdıkları bir bakıcının onların yanında evde doğum yapması, bir erkek çocuk doğurması, çocuğun orada bulunan bir gazeteye sarılması; kocanın birlikte gittikleri partide olayı arkadaşlarına anlatması, Toşiko'nun bu çocukla ilgili geleceğe dair düşünceleri ve ona karşı duyduğu sorumluluk; aynı gece kocasından ayrı eve dönerken bir parktan geçtiği sırada ve orada bir kanepede yatan genç bir adamın ona saldırması ve onun bu olayı doğan çocukla yirmi yıl sonra hesaplaşması gibi düşünüp kabullenmesi ve ses çıkarmaması öyküleştirilerek anlatılır.

Öykü kitabının sonradan yapılan baskısındaki öykülerin ayrıntıları da şöyle:

Sigara (Tabaka): Öykünün baş kişisi(Nagasaki, bazı özellikleri itibariyle otobiyografik bir anlatı olduğu düşünülebilir) ergenlik gençlik, anımsama üzerine bir girişten sonra okul dönemindeki uygulamaları değerlendirir. Daha sonra okulunun çevresindeki bir ormandan söz eder. Bu ormanın ortasında güzel bir açık alan vardır ve bazı öğrenciler burada sigara içmektedirler. Bir defasında o da aynı yerde dolaşırken sigara içen daha büyük sınıftaki öğrenciler onu görürler ve ona da sigara içirirler. Öksürse de keyif almaya çalışır ama diğer öğrenciler onunla dalga geçerler. Sonra da konuşurlar. Ardından anlatıcı onların yanından ayrılır. Eve dönünce yaptığının yanlış hattâ suç olduğunu düşünür. Dahası evdekilerin onun sigara içtiğini anlayacaklarını düşünür. Ancak birşey olmaz. Ertesi günü okula gittiğinde her şey olduğundan farklı görünür gözüne. Sonraki günlerde de yaptıkları, yaşadıklarında hep farklı birşeyler hisseder, sanki büyümüştür. Ertesi kış okulda ona ilk sigarasını veren Imura onun aralarına katılmasını ister ve birlikte rugby odasına giderler. Oradakilerin çoğu sigara içmektedir, acemiliği ve ilk kez gelişi ve Imura'nın ona ilgisi, onun da Imura'ya yönelik başeğen tutumu nedeniyle onunla dalga geçerler. Nagasaki tüm cesaretini toplayıp Imura'dan bir sigara ister. Imura 'içebilecek misin' der ve ona bir sigara verir. Yakar ancak boğulacak gibi olur, gözlerinden yaşlar gelerek içmeyi sürdürür. Imura önce ses etmez ama davranışlarından kendisinin bu hâline üzüldüğünü düşünür. Imura sonunda Nagasaki'nin çok zorlandığını fark edip, sigarayı söndürmesi için uyarır. Sonra oradan çıkıp evine döner. Gece uyumadan önce kendisini ve yaşadığı değişimi hisseder.

Haruko:Otobiyografik unsurların olduğu bir başka öykü de budur. Öykünün anlatıcısı Hiro, üvey teyzesi Haruko Sasaki'nin yaşamını anlatır. Haruko henüz 19 yaşındayken, ailesinin yanında şoförlük yapan genç Sasaki'ye kaçar. Şoförün bir de sekiz yaşında Miçiko adında küçük kardeşi vardır ve o da onlarla birlikte yaşamaktadır. Ne var ki kocası savaşta ölen Haruko onun kız kardeşini de alarak babasının evine yerleşir. Anlatıcı 1944 yazında Haruko'yu görmek için annesi ve erkek kardeşi ile dedesinin Sasaki konağına giderler. Haruko onları beklemektedir, 33 yaşında olmasına karşın oldukça genç göstermektedir. Annesiyle Haruko arasındaki soğukluk yüzünden pek fazla yakın olamazlar ama Miçiko ile tanışmış olur. Çocuksu yüzüne karşın dolmgun bir vücudu vardır, dönünce de onu unutamaz. Bir gece rüyasında Miçiko'nun hasta olduğunu görür ve ertesi günü maceralı bir yolculukla dedesinin evine gider ve Miçiko'yu görür. İyi durumdadır, ancak ona yabancı gibi davranır. Aradan bir zaman geçer, Hiro 19, Miçiko ise 18 yaşına girmiştir. Hiro'nun annesi ve kardeşleri bir süreliğine bir başka kente gitmişlerdir ve bir süre dönmeyeceklerdir. Bir gün okuldan eve döndüğünde Haruko'yu evde bulur. O sırada eve bahçe işi yapmaya gelen bir hizmetlinin, evin hizmetçisiyle konuştuğunu ve kendisinin bakir olduklarından söz ettiklerini duymuş, bundan utanmıştır. Aynı genç Haruko'dan sigara ister, o da ağzındakini önerir ve dudağıyla almasını ister. Hiro bu sahneden hem etkilenir, hem de çok rahatsız olur ve odasına gider. Birkaç gün sonra Haruko'yu banyodan çıktığında görür, üzerinde annesinin ince yazlık bornozu vardır. O günün gecesinde yatarken Haruko aynı bornozla onun odasına gelir ve yanına yatmak ister, ancak annesinin bornozu sırtındayken bunun olamayacağını söyler, o zaman da Haruko bornozu sırtından çıkarır ve yanına gelir. Uyudukları sırada Haruko rüyasında Miçiko'ya seslenmektedir. Bu da bir süredir unuttuğu Miçiko'nun aklına gelmesine neden olur. Haruko'nun taleplerine karşın üçüncü kez sevişmezler. Haruko'dan Miçiko ile kendisini buluşturmasını ister. Birlikte alışverişe giderler. Miçiko da güzeldir ama Haruko daha güzeldir. Dönüşte Miçiko'yu da eve davet eder o sırada yağmur yağmaktadır. Miçiko düşer ve bacağını yaralar. Pansuman yaparken hafifçe akan kandan çok etkilenir. Sonrasında Miçiko'yla zaman zaman dedesinin evlerinde ve kendi evlerinde buluşurlar. Bir keresinde oyun oynarken banyonun hazır olduğu söylenir ve Haruko ile Miçiko birlikte banyoya girerler. Daha önce içtikleri şarabın ve banyodaki sıcağın etkisiyle Miçiko fenalaşır. Bir başka gün Miçiko Haruko yokken eve gelir. Hiro Miçiko'yu öper, ancak hazzı Haruko'nun onları görme olasılığını düşününce hisseder. Yine bir gün okul dönüşü Haruko ile Miçiko'nun bahçede olduklarını öğrenir. Onları gördüklerinde Miçiko'nun Haruko'yu boynundan öptüğünü, Haruko'nun elinin de Miçiko'nun bacak arasında olduğunu görür. Hızla odasına gider ve kendisini yatağa atar. Ertesi gün dedesinin evine gider ve Haruko'yu görür. Haruko ona Miçiko'nun adresini söyler ve gece onun yanına gitmesini ister. Oraya gider, Miçiko gitmesini Haruko'nun mu söylediğini sorup 'evet' yanıtını alınca, on eve davet eder. Evde herşey çift, sadece yatak tektir. Miçiko orada ablasıyla birlikte yattıklarını söyler. O gece Hiro Miçiko'yla beraber olur.

Sirk: Bir sirk patronu çadırına döndüğünde iki genci sevişirken bulur. P. adındaki yardımcısına kim olduklarını sorduğunda büyük aletlere bakan insanlar olduğunu söyler. Gençlerden erkeğinin ellerini görünce onun ata binmeyi bildiğini anlar ve P.ye onu Kleita adındaki hırçın bir ata bağlamasını, kıza ise 3 litre sirke içirmesini emreder. Daha sonra P. patronuna gelir ve bir öneride bulunur. İp üstünde yürüyen kız yanlış basmış gibi yaparak düşecek, tesadüfen atın üzerinde ve kızın tam altındaki oğlan da kızı kucaklayarak atın üzerinde sahnede bir tur atacaktır. Öneri patronun hoşuna gider ve iki hafta sonra çift sahneye çıkarlar, çok sevilirler ve beğenilirler. Bu gösteriden sirk patronu da epey para kazanır. Ne var ki günün birinde çift sirkten kaçarlar ama kısa sürede yakalanırlar. Patron onlara affettiğini söyler. YBir kaç gün sonra yeniden sahneye çıkarlar. Sİrk yine hıncahınç doludur. Ancak patronun aklında bir düzen vardır ve bunu P. ile birlikte uygularlar. O gösterinin sonunda at birden hırçınlaşır ve şaha kalkar, genci üzerinden yere düşer ve boynu kırılır. O sırada kız ilk defa ipi tümüyle geçmiştir. Aşağıda yerde yatan sevgilisinin görünce o da ipin üzerinden kendisini yere atar ve o da ölür. Atın hırçınlaşmanının nedeni aslında P.nin ata yaptığı azdırıcı iğne ve prensin tabanına sürdüğü yağdır. Sabahleyin gençlerin tabutları geçerken, patron onların üzerine siyah kurdeleyle bağlanmış bir demet menekşe atar.

Kanatlar: Yazarın "Gautier tarzı bir öykü" alt başlığıyla sunduğu bu öykünün iki kahramanı Yoko ile Sugio amca çocuklarıdır. İkisi de sık sık büyükannelerini ziyarete giderler o sırada da birbirleriyle görüşürler. Sugio daha büyüktür, ama Yoko için hem bir ağabey hem de sevgilidir. Birbirlerine çok benzeyen iki kuzen, birbirleriyle konuşmadan anlaşacak kadar yakındırlar. Sugio ile Yoko bir sabah kalabalık bir trende sırt sırta gelince birbirlerinin farkına varırlar. İkisi de sırtlarında bir sıcaklık hissederler, kalabalık çoğalıp daha da sıkışık hâle gelince arkalarında kanatlar olduğunu hissederler ve bunu diğerinden saklamak için bir utanç hissederler. Yoko o gün okulda İngilizce dersinde William Blake'le ilgili 'melekler ve kanatları'ndan söz eden bir cümle okur ve bundan etkilenir. Aynı sıralarda Sugio da Yoko'nun sırtında gerçekten kanatları olup olmadığını düşünmekte, o kanatları görmek istemektedir. Bu düşünce onda giderek yerleşir ve Yoko'nun kanatları olduğuna emin olur. Ancak onları görmek istemektedir. Zaman zaman bir araya geldiklerinde de sürekli aynı şeyleri düşünmektedirler. Sugio savaş yüzünden bir uçak fabrikasına çalışmaya gideceğini söyler Yoko'ya. sonra büyükannelerine ziyarete giderler. İkisinin samimiyetinin farkına varan büyükanne, kuzen kuzene bir beraberliğin hoş karşılanmayacağını söyleyerek vazgeçmelerini önerir. Yoko babaannelerini banyoda yıkarken, Sugio banyonun buzlu camına düşen görüntüsünden yola çıkarak Yoko'nun kanatları olduğundan emin olur. Ertesi yıl bir hava saldırır sırasında Yoko ölür. Sugio bundan çok etkilenir. Bir gün kendi sırtında da kanatları olduğunu hisseder. Kanatlar bir kartal gibi onuzlarına tünemiş ve sürekli onu izlemektedir.

Sayfiye Çamları: Bu naif öykü Mutsuo'ya bakıcılık yapan 16 yaşındaki Miyo'yu anlatır. Miyo Mutsuo'yla birlikte olmaktan mutlu olsa da, kendisi de bir çocuktur özünde. Çocuk hayalleri vardır, ama her ergende olduğu gibi 'büyüme'nin de çeşitli unsurlarını içinde hissetmekte, bir aidiyet duygusu hissetmek, ama en az bunun kadar da özgürlüğü istemektedir. Öykü ve bir bölümü yaşamla ölümün bir bıçaksırtı gibi beraber olduğu küçük olaylarla Mutsuo'yla ilişkisini ve o yanındayken dışarıda dolaştıkları sıradaki yaşadıklarını, biraz da şiirsel bir şekilde anlatır. Bir defasında parkta bir heykelin üstüne çıkmışlar, bir başkasında Amerikalı denizci askerlerin çağrısına uyarak onların küçük motorlarıyla limanda gezinti yapmışlardır. Yine 'Sayfiye Çamları' adı verilen yerde orta yaşlı bir adam Miyo'ya yaklaşmak istemiş ancak korkup kaçmış, bir başka defasında ise aynı adamı beklemiş, ona kendisini sevdiğini söyleyerek onunla olmak istediğini söylemiş, onun ilgilenmemesi üzerine de, Mutsuo'yu o sırada parka gelen ve daha önce tanıştığı çocukları olmayan bir çifte bırakarak kaçmıştır.

Bulmaca: Bir otelin lokantasında çalışan bir komiyle yakışıklı bir servis elemanının bir diyaloğundan yola çıkarak kominin daha önce, güzel bir kadınla başlarından geçen bir macerayı anlattığı bir öyküdür. Oldukça çetrefilli bir kurgusu olan öykünün sonunda kadınla iki kez buluşmalarına karşın, nasıl olup da daha çirkin başka bir kadınla evlendiğini anlatır. Kadınla iletişimleri ve özellikle buluşmaları konusundaki ayrıntılar, öyküde polisiye roman ölçüsünde bir gerilimin olmasını sağlıyor.

Havai Fişekler: Birbirlerine çok benzer iki gencin birbirleriyle tanışmaları, sonrasında bu benzerlikten yararlanarak bir havai fişek gösterisi sırasında üst düzey görevliler ve politikacılara hizmet verilen bir ortamda bu benzerlik sayesinde ülkenin ulaştırma bakanı'yla tanışması, ondan yüklüce bir bahşiş koparması ve sonra yeniden buluşup aldığı bahşişi paylaşmasını anlatıldığı hoş bir öyküdür. Bakanın geni oraya gönderen benzeriyle olan ilişkisine dair kimi soruların akla geldiği çok farklı bir öyküdür.

Asilzade: Bu öyküde de Mişima'nın yaşamını akla getiren kimi unsurlar vardır. Hikâyede adından da anlaşılacağı gibi sanatla ilgili bir hemen her konuda bilgisi olan ve aslında resim de yapan, ancak bir çeşit hastalığı da olan Haruhide adlı bir asilzadenin portresi çizilir. Yazar arkadaşı olduğunu söylediği Haruhide'nin asıl portresini çizne kadar neredeyse tüm yaşamını içerecek şekilde oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Portrede ise onun hastanedeki son anı vardır. Mişima bu öyküde âdeta gerçek bir portre resmini sözcüklerle çizmektedir. Hikâye portreye konu olan o andan sonrasını da içerir ve Haruhide'nin ölümünden sonraki cenazesi de anlatılır.

Üzümlü Ekmek: Öykü gençlerin bir plajda düzenledikleri bir hafta sonu partisinde olanları anlatarak başlar. Orada fiziksel olarak çok gelişmiş ve yakışıklı Gorgy adında bir başka gençle, onun sevgilisi olan 'müthiş güzel' bir kız arkadaşıyla oradaki ilişkisini, sonrasında da hikâyeyi anlatan Jack'ın kaldığı yere gelip orada yine Jack'ın yardımıyla sevişmelerini, sonrasında adamın, kadını Jack'a bırakıp gitmesini ve sonrasında da Jack'ın kadınla sevişmesini oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatır.

Yağmur Altında Fıskiye: Kitaptaki 'tuhaf' denilebilcek öykülerden birisi de budur. BU öyküde birbirleriyle sevgili olan Akio ile Masako'nun yağmurlu bir günde, bir kafede buluşmaları ve Akio'nun Makao'ya 'ayrılalım' demesiyle başlar. Makao bunun üzerine ağlamaya başlar ve yağmur altında uzun bir yürüyüş yapıp çok ıslanmalarına karşın Masako'nun ağlaması bir türlü sona ermez. Aslında Akio daha ilişkinin başında sadece bu söylemek için Masako ile bir ilişkiye girmiştir. Öykünün sonunda ağlaması bir türlü durmayan kızdan sıkılan Akio'nun ayrılmak istemesi üzerine Masako nereye gideceğini sorar. O da ayrılmak istediğini söylediğini, dolayısıyla artık ayrılmaları gerektiğini söyler. Masako ise onun bu konudaki söylediklerini duymadığını belirtir. Akio bu kez, o zaman neden bukadar uzun sre ağladığını sorunca da "öylesine ağlayıverdim işte. Bir nedeni yoktu." der. O zaman Akio bağırmaya başlar, bir süre sonra sesi hapşırığa dönüşür ve "bu gidişle nezle olacağım" diyerek öyküyü bağlar.

Bu öykülerde asıl olarak yalnızlık, tek başınalık, benzersizlik, özgünlük, farklılık, gibi konular dramatik, bazen de trajik boyutlarıyla ama yer yer de bir mizah duygusuyla ortaya konulur. İçlerinde çok fazla acı, günah, suç, inanç, aşk, tutku, vb. insana dair durumlar irdelenmktedir. Bu konuların tümü neredeyse tüm dünyadaki insanların değişik biçimlerde yaşadıkları somut olaylardır. Cinsellik, cinsellik algısı ve cinselliğin yaşanması konusundaki ayrıntılar çok farklı biçimlerde ama büyük bir gerçekçilik ve doğallıkla ifade edilmektedir.

Biyografisi:
Asıl adı Hiraoka Kimitake'dir. 1925 yılında doğdu. ilk hikâyelerini çocukken yazmaya başladı. Babasının ısrarıyla Tokyo Üniversitesi'nde hukuk okudu. Mezun olduktan sonra girdiği memuriyette ancak bir yıl çalışabildi. İstifa ederek tüm zamanını yazmaya ayırdı. Mişima'nm kısa sürede uluslararası bir ün kazanmasını sağlayan Bir Maskenin İtirafları, 1948 yılında yayımlandı. Çok sayıda romanın, popüler dizi romanların, öykü kitaplarının, denemelerin ve edebiyat eleştirilerinin yanı sıra kabuki tiyatrosu ve geleneksel no oyunları için çağdaş metinler de kaleme aldı. Çağdaş Japon edebiyatının en önemli yazarlarından birisi olarak kabul edilen Mişima, 1970 yılında ününün ve prestijinin doruğundayken Henry Miller'in "Reflections on the Death of Mishima" ve Marguerite Yourcenar "Mişima ya da Boşluk Algısı" gibi yazarların kitaplarına konu olacak bir intiharla yaşamına son verdi.

Yapıtları: (İlk Basım Yılı sırasıyla, kronolojik)
* Kamen no Kokuhaku, Confessions of a Mask, 1949, (Bir Maskenin İtirafları, 1966/ 2010)
* Ai no Kawaki, Thirst for Love, 1950
* Kinjiki, Forbidden Colors, 1951-1953
* Manatsu no Shi, Death in Midsummer and other stories, 1953 (Yaz Ortasında Ölüm,1985 ve 2011)
* Shiosai, The Sound of Waves, 1954, (Dalgaların Sesi, 1972)
* Kinkaku-ji,The Temple of the Golden Pavilion, 1956
* Rokumeikan, The Rokumeikan, 1956
* Kyoko no Ie, Kyoko's House, 1959
* Utage no Ato, After the Banquet, 1960 (Şölenden Sonra, 1985)
* Kuro Tokage, The Black Lizard and Other Plays, 1961
* Yukoku, Patriotism, 1961
* Gogo no Eiko, The Sailor Who Fell from Grace with the Sea, 1963 (Denizi Yitiren Denizci, 1973)
* Kinu to Meisatsu, Silk and Insight, 1964
* Mikumano Mode, Acts of Worship, 1965
* Sado Koshaku Fuji, Madame de Sade, 1965
* Hagakure Nyumon, Way of the Samurai, 1967
* Suzaku-ke no Metsubo, (The Decline and Fall of The Suzaku), 1967
* Waga Tomo Hittora, My Friend Hitler and Other Plays, 1968
* Taiyo to Tetsu, Sun and Steel, 1968
* Raio no Terasu, The Terrace of The Leper King, 1969
* Hojo no Umi, The Sea of Fertility tetralogy, 1965-1970 (Bereket Denizi, 4 cilt)
       1. Haru no Yuki, 1. Spring Snow, 1969 (1. Bahar Karları, 1992)
       2. Honba, 2. Runaway Horses, 1969 (2. Kaçak Atlar, 1992)
       3. Akatsuki no Tera, 3.The Temple of Dawn, 1970 (3. Şafak Tapınağı, 1994)
       4. Tennin Gosui, 4. The Decay of the Angel, 1971 (4. Meleğin Çürüyüşü, 1994)

Yazılar:

Kitaba dair bazı yazılar:
"Bir Maskenin İtirafları Yukio Mişima" Editör, 2010.
(Dipnot Yayınlarının sitesinde yer alan bu bağlantıda kitapla ilgili olarak, Radikal, Cumhuriyet, Sabit Fikir'de yayınlanan yazılar toplu olarak sunulmaktadır.)
"Yukio Mishima" Zeki Z. Kırmızı,
"Japon Edebiyatında Varoluşçuluk Akımı Etkileri" Nuray Akdemir, Tez, 2012.

*"Gurur ve Ölüm: Bir Maskenin Hayatı"        Ali Bayburt,
       K dergisi, Sayı: 7, sayfa: 8-9; 17.11.2006
(Okumak için fotoğrafların üzerine tıklayınız>